Telefonumu kurcaladım seninle  kavgamızın ertesinde. Bir dosta sarılmak, teselli bulmaktı tek isteğim. Ajandayı tek tek gözden geçirirken  kimse elimden tutmayı  denemedi. İsimler birer birer sırtını çevirdi usulca. Oysa her biri tanıdıktı, ahbap, arkadaş… Kim bilir kaçıyla iyi de hatıramız vardı. Belki bir kahve hatırına, bir yemeğin tadına, bir hüznün ardına aramayı yeltendim. İsme dokunmaya  ramak kala titredi ellerim. Dişlerim dudaklarımı parçalayacak  sandım. Geçmişte kaldı dedim. Eşini dostunu, arkadaşlarını geçmişte bıraktın. Kendini geçmişe gömdün. Ruhsuzsun şimdi, dedim. Ruhu çıkartılmış boş bir bedenle telefonu tekrar cebime koydum. 

VE SUSTUM…

Gözümden  bir damla süzüldü  yanağıma. Yetmedi. Yetmez dedim. Yüreğim bu denli kavrulurken bir damla neyi söndürecek? Dolu dolu ağlamalı dedim. Çağlarcasına.

Ellerim boşaldı. Bir kadeh içkiden medet umarak teselli yi çaresizce onda aradım. Usulca aktı içime. Katı kesen bedenim çözülmeye başladı, zehirlendikçe. Çözüldükçe  anılarda  çözüldü teker teker. Her biri sırayla karşıma  oturdu. Kibarca  her birine içkimden ikram ettim. Bazıları içmedi, saygı duydum. Anılar sırayla bana beni anlatıyordu. Hoyratlıklarımı, sevdalarımı, kızgınlıklarımı, arzularımı, küsmelerimi, heyecanlarımı, hayallerimi…

Gözlerimin içi parlıyordu. Işık gibi. Alev gibi yanıyordu göz bebeklerim.

“Aşk adamı öldürür” dedi anılardan hasar alan bir yanım. “Aşk adamı söndürür. Aşk Yüreğinin celladı, ömrünün gardiyanı olur. Savurur seni.” dedi. Savruldum. Tutunamadım. Kazıdıkça tırnaklarımla  geçmişimi boşlukta asılı kaldım.

Sarhoştum. Yalnızlığıma içiyordum. Öfkeme, suskunluğuma. Kendime içiyordum.

Dansa kaldırdım sonunda kendimi. Elinden narince tuttum. Kuş gibi pır pırdı yüreğim. Gözlerim nemli. Ellerim buz kesmişti. Usulca kavradım belimi. Ne de narindim. Gözlerime baktım. Işık yoktu. Alev çoktan küllenmişti. Göz bebeklerimin içinde kendimi göremedim. Sustum…

Sevda kaçsın çayınıza…

                                                                            Vicdan manifestosu