Nedir Sanatçı? Kimdir? Sözlükteki tanımına bakarsak: Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan yapıtlar veren, tiyatro, sinema, müzik gibi alanlarda yaratılmış sanat yapıtlarını oynayan, yorumlayan, uygulayan kimse.

Bu mertebeye Layık olmadığı halde günümüzde ne çok insanın isminin önüne gelmiş bir tanımlamadır .

Sanatçı, gerçeği kendi hayallerindeki gibi tasvir eder. Güzellikleri ve çirkinlikleri kendi algılayışına ve hissettiği duyguya göre ifade eder. Herkesin göremediği güzellikleri gösteren ve anlatan enteresan bir hayal gücüne, zekaya ve değişken duygulara sahip olan insandır. O, ender rastlanandır. 

İnsanların güzel olana ilgi duyma ve ondan haz alma duygusu vardır. Ancak hayal gücünden yoksun olan insan doğada gördüğü herhangi bir imgeyi betimlemekte zorlanır. Bunun için yüksek bir hayal gücüne ihtiyaç vardır. Dünyanın en yetenekli ellerine sahip olabilirsiniz, şayet hayal gücünüz varsa o zaman bu eller bir ressamın, heykeltıraşın ellerin dönüşebilir. Yetenekli ellere sahip olan kimsenin hayal gücünü keskin mantığı, analitik zekası ve gerçekçi mizacı gölgede bırakacak kadar baskın olabilir. Hayal gücünden yoksun fakat kusursuz kabiliyetteki ellere sahip olan o kişi üstün nitelikli bir sanatçı olamaz. Başarılı ve üstün niteliklere sahip bir cerrah olabilir. Sanatsal anlamda yaratıcılık yalnızca teknik bir iş, bir el hüneri değildir. Güzel resim yapmak, güzel heykel yapmak hünerdir. Ünlü bir ressamın tablosuna bakarak benzerini çizebilirsiniz ama bu sadece bir replikadır. Sanat eseri olarak kabul edilemez. Teknik bilgiyi, el hünerini, yaratıcıla birleştirmek ve nitelikli bir eser yaratmak bambaşka ve benzersizdir…

İyi matematik birsiniz ama notaları birleştirmek ve müzik üretmek o, notalardan dinleyen üzerinde mutluluk, coşku, hüzün gibi hisler yaratacak müzik sesleri üretmek bambaşka bir yetenektir.

Güzel sanatlar akademilerinin kendilerine özgü bir tınısı vardır. Sessizliğin sürekliliğine eşlik eden büyük bir huzur. Yaratıcılığı tetikleyen şey uyumdur bu ortamda. Gürültü, patırtı, kaos armoniyi bozar. Sanatçının yolculuğu çileli ,meşakkatli zor bir yolculuktur. Sahnede zarif bir kuğu gibi dans ederken izleyenlerini kendisine hayran bırakan bir Balerinin ayaklarında ki deformasyonu bir düşünün. Adımlar, sıçramalar, dönüşler ve kusursuz vücut kontrolüne eşlik eden zarafet ve güzelliğin efsununa dalan bir kişi sahnedeki sanatçının yıllar boyu süren katı ve büyük bir disiplin içerisinde eğitim gördüğü yılları değil, gördüğü güzel bir kuğuyu hayranlıkla alkışlar. Bale estetik gücü yüksek fakat kelebeğin ömrü misali kısa süren ağır bir sanattır üstelik. 

Uzun yıllar önce okuduğum bir röportajda Balenin Priması bir kadın sanatçı ile evlenen ünlü bir erkek şöyle bir açıklama yapmıştı : 

“Bale yaptığı süre içerisinde ayaklarını hiç göremedim eşimin, gizlerdi, göstermezdi. Baleyi bıraktıktan sonra görebildim ancak.

Kazan Tatarı ünlü balet Nureyev, sahnede insanları bir abide misali büyülerken geçmişindeki acılarından ve sürekli değişen ruh dalgalanmalarından ne kadarı sanatçının dehasını tetiklemiştir, kim bilir?

Bazen öyle kişiler kendilerini sanatçı olarak görür ve onların öyle olur olmaz işlerine yılın sanatçısı ödülleri verilir ki “sanat” adına utanırsınız… 

Sanatçının içindeki engelleyemeyeceği yaratma iç güdüsü Allah’ın bir insana verebileceği en büyük lütuflardan biridir. 

Bilirsiniz ki sanatçı farklı bir ruh aleminde gezen kişidir.

Onun dünyayı ve insanları algılayışı, hayal gücü ve yeteneklerinin sınırı uçsuz bucaksızdır, rengarenktir. 

O, çok yönlüdür, Kendine özgüdür.

Sanatçının Yaratmak için çokça yalnızlığa ihtiyacı vardır.

Dinginliğe… Kalabalığa karışsalar bile bir süreliğine bu durum yalnızca etrafta neler olup bittiğini gözlemlemek ve biriktirmek içindir…

Sonra yine içinde bir huzursuzluk hali baş gösterir.

Bir odaya kapanıp yazmak ister. Bir deniz kenarına gider, bir bağ evine belki de bilmediği bir şehre, bir ülkeye…

Günlerce , gecelerce, sabahlayarak sadece yazar… 

Parmaklarına kramplar girene, harfler birbirine karışıncaya değin…

Bir ressam ise çizer, boyar, hayaller kurar… 

Heykeltıraş yontar, taşa, cama, kuma, demire, toprağa, çamura anlatır, dile dökemediği tüm meramını. 

Boyalar, harfler ,notalar ,tiratlar ile bir şekle bürür zihnindekileri. Bizleri bambaşka alemlere götürecek eserlerini üretmeye başlar. 

Kendilerine insanı, dünyayı, doğayı, kültürü, aşkı dert edinirler. Yaptıkları işlerde, ürettikleri eserlerde, sürekli kusursuzluğu ararlar. Gerçek bir sanatçı çok zor beğenir. Yaratma aşamasında kendiyle sık sık kavga eder. Çok fazla insan tanısalar bile yaşadıkları fanuslarına çok azını dahil edebilirler. Onlarla dostluk kurmak, meşakkatli ve çetin bir yol arkadaşlığıdır. Sanatçıların büyük bir çoğunluğu yalnız ölürler.

Evlilikleri, aşk ilişkileri de renkli ruh alemlerinden paylarına düşeni almıştır. Kendileri gibi bir sanatçı ile evlenmelerinin farklı sonuçları vardır. Ya hayat boyu büyük bir tutku ve uyumlu bir ortaklıkla sürdürülecek kusursuz bir evlilik ve dostluk ilişkisi, ya egonun baskın olan ezici ağırlığı altında ezilmiş kavgalar ve barışmaların ardından yorgun düşmüş, sürdürülememiş bir birliktelik. 

Yine de en başarılı birliktelikleri kendileri gibi başarılı ve üretken olan bir sanatçı ile ya da analitik zekasını, keskin mantığını disiplin ve çalışkanlığı ile birleştiren bir bilim insanlarıyla gerçekleştirirler. Hayalci, yaratıcı, meraklı, komik, çocuksu ve duyarlı bir sihirbaz olan sanatçı ile bilim insanının beraberliği mantık ve duyguların birbirlerine olan ihtiyacındandır belki de kim bilir. Kontrol duygusu yüksek, mantık çerçevesinde bir hayata bakışın duygulara, duyguların ise yaşamda mantığa, gerçekçi bir bakış açısına olan ihtiyacı iki zıt kutbu birbirlerine çeker… Bu birliktelikler şaşırtıcı bir şekilde zeka ve sanatın birleştiği, tutkulu, sağlam köklere sahip, karşılıklı hayranlık ve arkadaşlığın olduğu, tükenmez aşklar olurlar. Tiyatro, Edebiyat, Bale, Opera ve Resim, Heykel gibi sanatın farklı kollarıyla uğraşan sanatçı kadınların Profesörler, Cerrahlar veya Bürokratlar ile olan hayat arkadaşlıklarına azımsanamayacak kadar sık rastlanır.

Bilim ve Sanat: Her İkisi de zekaya ve yaratıcılığa hayrandır.

“İkisi de ender rastlanandır.” İkisi de kalabalıkların fark etmediği farkındalığa, üstün düşünce gücüne sahiptir. 

Günümüzde maalesef popüler kültürün her türlü basit ve sıradan numaralarıyla bezenmiş, ticari getirisi bol olan, sabun köpüğü misali hızlı ve çabuk tüketilen çarklarının arasında üretilmiş her türlü pespayelik sanat adına yutturulmaya çalışılıyor. Bu işleri üreten veya seslendiren kişilere yılın sanatçısı gibi unvanı büyük fakat içi boş ödüller ulufe gibi dağıtılıyor. 

Tüm bu körler ve sağırlar birbirlerini ağırlar misali ödül dağıtılan organizasyonlar, tapınılan starlar ve karmaşa arasında hiç düşünmüyoruz son 15 hatta 20 yıldır kültür ve sanat alemimize bir göz attığımızda neden bu kadar vasat olduğumuzu? 

Neden gelecek kuşaklara taşıyacağımız yeni sanatçılar ve sanat eserleri yaratmakta bunca kısır bir süreç yaşadığımızı. 

Sinema, Müzik, Edebiyat alanında geçmişten süregelen isimler dışında bir tek yeni isim gelmiyor aklıma.

Sizin? 

“Binlerce dansöz var” ekmeği de, ödülü de bir köşede hazır olan. Peki bir Veysel daha çıkarabilecek mi bu topraklar? Bozlak nedir? diye sorulduğunda, o neydi ki? Boza mı? diyecek gelecek nesiller. 

Sarı Gelin Türküsünü kim bilecek? Yıldırım Gürses’i, Sadettin Kaynak’ı bilmeyen Itri’yi nereden bilecek? Sosyal medya üzerinden Mevlana ve Şems’e ait olduğu bile tartışılacak sözleri bir takım resimler eşliğinde paylaşırken, Mesnevi nedir? Sorsanız; insanımızın büyük bir çoğunluk yanıt veremez.

Üniversite mezunu bir genç hanımefendi TRT ekranında yayınlanan bir bilgi yarışmasında sorulan: “Kafkaslar’dan gelen, ekşimsi, ayran tadında bir içecek hangisidir? Sorusuna Kımız(!) diye yanıt verirken, çoğunluğun zihni sosyal medya videoları, çalgılı çengili şarkılar, evlilik ve kısmet programları ile doluyken, biz kültürel ve sanatsal anlamda dibe vurmuşken: Dünya üzerinde yaşayan en büyük seslerden biri olan, mevlithan, hafız, İstanbul usulü denilen tilavet geleneğinin son temsilcisi Kani Karaca’yı elin oğlu “Ottoman Classical Music” diyerek keşfediyor. Bizim, üstadın sesini duymak şöyle dursun, adını bile bilmeyen kaç kuşak neslimiz var?

Üstat dünyanın en büyük Blues ve Caz müzik sesi olurdu diyerek onun sesine methiyeler düzüyorlar.. 

Bilgisizliğimizin ölçüsü derin. Neresinden tutacağız nasıl şekillendireceğiz bilmem bu kültürel paçozluğu? 

Kimi suçlayacağız? 

Vebali kimin, kimlerin boynuna? 

Suna Kan’ı, Güher, Süher Pekinel kardeşleri bilmeyen Osman Hamdi Bey’in kim olduğunu neler yaptığını nereden bilecek? 

İngiltere’de, gençlere Shakespeare okutulur, öğretir. Almanya liselerinde Goethe okutulur. Fransa da Moliere. Bilmek zorunluluktur. 

Celal Sahir ’i, Mehmet Rauf’u, Tevfik Fikret’i okumamış olan eserlerini tanımayan toplumumuz ve gençliğimiz Mutasavvıf, Şair, Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk divanını nasıl bilecek? 

“Şeyh Galib’in divanıyla uyanır duyguların aşinalığı…

“Aşk canını Canan’a verir. Aşk Hüsn’e kavuşur. 

Ve görür ki Hüsn ‘de kendisi Aşk’ da… Manayı anlamak için hakikatin peşine düşmeyen nelerden yoksun bırakıldığını nasıl bilebilir?

“Bizim Liseli çocukların çok büyük bir kısmı inanın Mimar Sinan’dan ve eserlerinden dahi bihaber. Acı, ama gerçek bu.

Cumhuriyet sonrası tarihimizin popüler sanatlar icra eden sanatçıları çok donanımlı bilgili, kültürlü kişilerdir.

Bu isimlerden biri olan Belçika Kraliyet Akademisi mezunu Sanatçı Barış Manço. Yaşaydı 74. yaşında olacaktı. Hala şarkıları dillerde dolaşıyor. Ölmeden önce halka, Allaha emanet olun! diyerek veda eden bir Kayahan, yazdığı şarkıların sözleri dillerde dolaşan Mazhar Alanson, Atilla Özdemiroğlu, Onno Tunç ve diğer büyük isimlere eş değer bir kültürel birikime, bilgiye, felsefeye, mesleki disipline ve üretkenlik düzeyine  sahip birileri var mı bildiğiniz son yıllarda ?

Benim Yok!

Kültürel ve sanatsal anlamda üretim yapan , gelecek kuşaklara iz bırakacak değerde birileri yok ! Fakat televizyon reklamlarından deve yükü ile para kazanan hırslı ve yeteneği vasatın altında olan insanlar ne çok. 

Kültür ve sanat yozlaşma ile kuşatılmış ise uzun yıllardır empoze edilen bu kültürsüzlüğün etkisini de şehirlerden köylere en çok toplum üzerinde gözlüyorsak ve giderek bu alanda körleşiyorsak bu ülkemizin geleceğinin trajik sorunudur. 

Sanatın olduğu yerde eğitim vardır. Maneviyat vardır. Üretim vardır. Nezaket vardır. Sorgulama vardır. Yaratıcılık vardır. Hürriyet vardır. Mana vardır. yaşam vardır. Öğrenmek ve öğretmek lazım..