Tarihsel bağlamda baktığımız zaman Vatikan ve Osmanlı ilişkileri epey eskiye dayanır. Özellikle İstanbul’un Fethinden sonra Papalar ile Osmanlı Padişahları arasında siyasi ve diplomatik yönden ilişkilerin artığı bilinmektedir. Bu bağlamda da Vatikan’ın Osmanlı Devleti ve Türkiye’de önemli çalışmalar yaptığı ve eskiden beri bu çalışmaları temellendirdiği bilinmektedir. Günümüze doğru da bu temellendirmeler neticesinde Türkiye’de önemli bir etki alanı oluşturan Vatikan’ın faaliyetlerini iyi analiz etmek gerekmektedir.
 
Katolik ve diğer Hıristiyan tarikatlarının Osmanlı ve Türkiye içindeki ‘’Misyon Bölgeleri’’ özellikle 19. y.y’da kurulmuştur. Papalar ve Osmanlı Padişahları arasındaki açık ve gizli ilişkilerin tarihi çok eskilere, Fatih dönemine kadar inmektedir. Papa IV. Paul, Kilise Doktrinlerine sofuca bağlı bir adamdı. ‘’ Bu Doktrinden babam dahi sapsa, yaktırırım’’ demişti. 1555 yılında bu sözleri eden Papa IV. Paul, tarihte hoşgörüsüzlüğün temsilcilerinden biri olmuştu. Ne var ki, bir süre sonra İspanyol ve Fransız ordularının hışmına uğrayınca o güne dek Hıristiyanlık aleminin baş düşmanı ilan ettiği Türklerin Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’a başvurarak onun koruyuculuğunu ve desteğini istemişti. Ve Kanuni, Papa IV. Paul’ü, Hıristiyan prenslerin gazabından korumuş ve Katolik Kilisesi’ni muhtemel bir çöküntüden kurtarmıştı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sekiz Papa değişmişti ve Kanuni bunların sekiziyle de yakın ilişki içinde olmuştu.
 
Papalarla Osmanlı Sultanları arasındaki gizli yazışmalar ilkin, Papa V. Martin ile I. Mehmet arasında 1417’de başlamıştı. 1403-1566 yılları arasında 6 Osmanlı Padişahı ile 19 Papa arasında gizli yazışmalar yapılmıştı. Hatta ilginçtir ki, Pazar ayininde Türkleri Hıristiyanlığın baş düşmanı gösteren Papalar, belgelere göre aynı günün gecesi Tükler ile nasıl anlaşacaklarını ve onlara hangi silahların nasıl satılacağını görüşmüşlerdi…
 
Fatih Sultan Mehmet döneminde de, Fatih’in faaliyetlerinden korkan Papa II. Pius Fatih Sultan Mehmed’e bir mektup yazar. Mektup da Papa, Fatih’i Hıristiyanlığa davet eder. Fatih ise bu mektuba cevaben şu müthiş ve veciz cevabı verir: ‘’ Söyleyin Papa’ya Müslüman olup sünnet olsun onu Şeyhülislamım yapayım’’ diyerek tarihe naklolan bir cevap vermiştir.
 
Yine baktığımız zaman bu bağlamda da buna benzer bir olay daha Osmanlı Tarihinde görülmektedir. Cem Sultan’ı da Papa Hıristiyanlığa davet etmiştir. Biz bu bilgiyi de yazarı belli olmayan fakat, bu Avrupa macerası esnasında Şehzadenin yanında olan bir zat, Cem Sultan’ın yaşadıklarını kaleme aldı. Vakı’at-ı Cem Sultan ismiyle bilinen bu eserde Papa’nın Cem Sultan’ı Hıristiyanlığa davet olayı ayrıntılı olarak belirtilmektedir. Cem Sultan’ın ise bu davete verdiği cevap çok önemlidir: ‘’Bana değil Kardinallik ve Papalık, bütün dünyanın malını mülkünü verseniz, ben dinimden dönmem. Eğer bu teklif benim Hıristiyan fakirlere olan merhametimden kaynaklandı ise, bizim dinimiz zaten hiçbir kimseyi ayırt etmeksizin herkese iyilik yapmayı emreder.’’ diyerek Tarihi bir cevap vermiştir.
 
Osmanlı Devleti’ndeki misyonerlik faaliyetleri ilkin yoğun olarak 19. y.y.’da başlamıştır. Özellikle baktığımız zaman Tanzimat’tan sonra hız kazanmıştır. Bu dönemde Almanlar, İtalyanlar, İngilizler ve ilk kez denizaşırı misyonerliğe soyunan Amerikalılar Osmanlı topraklarında cirit atmaya başlamışlardır. 1855 yılının Şubat ayında İstanbul’a gelen bir Fransız misyoneri, Fransa’da 1856’da yayınlanan günlüğünde Amerikalı ve Alman misyonerlerin faaliyetlerini bakınız nasıl özetlemişti. Emillien Frossard adlı bu misyonere göre Almanlar, özellikle Ermenileri kendi Protestan Kiliselerine bağlamaya çalışmaktaydılar. Ve bu hususta da bir hayli yol almışlardı. Ama Almanların hazırladıkları ortamdan en çok uyanık Amerikalı Protestan misyonerler yararlanmışlardı.
 
Osmanlı Devleti’nde özellikle baktığımız zaman 18 Eylül 1908 tarihinde İstanbul Papalık merkezi tarafından Sultan ile görüşme yapılmış ve Sultan’ın memnun kaldığı ve kendisinin göstermiş olduğu yoğun ilgi ve alakadan bahseden mektubu da Vatikan arşivlerinde görmekteyiz. O zamanki temsilci Kayseri Başepiskoposu Vincenzo’nun, Vatikan Devleti Dış İşleri Bakanı Kardinal Merry del Val’a yazdığı mektup önemlidir. Mektup’da dikkat çeken şu bölüm önemlidir: Görüşme saati geldiğinde, tören baş düzenleyicilerinden biri salona geldi ve herkesi Sultan Hazretleri’nin huzuruna davet edip yüksek sesle ‘Papalık Vekili Muhterem Monsenyör siz lütfen bekleyiniz, Padişah Hazretleri sizinle özel olarak görüşmek istiyor.’ denmiştir. Burada Sultan’ın Vatikan temsilcisi ile özel görüşmek istemesi ve kendisine diğer bekleyenlere göre daha önem vermesi gayet önemli bir husustur.
 
1918’e gelindiğinde, Osmanlı topraklarında Hıristiyanlığı yaymak amacı ile eğitim faaliyetleri veren 1000’den fazla Katolik-Protestan okulu vardı. Bu okullarda takriben 25.000 bin kadar öğrenci bulunuyordu. Bu okullardan yetişmiş olan Rum ve Ermeni asıllı öğrencilerin bazıları bugün özellikle Avrupa’da yerleştirilmiş olan Türk düşmanlığını başlatan unsurlar olmuşlardır.
 
Günümüzde ise Vatikan-Türkiye ilişkileri Papa’nın yaptığı sözde soykırım açıklamaları nedeniyle zarar görmüştür. Özellikle Papa I. Francis’in bu söylemi birçok kere düşünüldüğünde altında çok başka nedenlerin olduğu görülmektedir. Papa bu açıklaması ile Katolik aleminde de, olmayan bir sözde soykırım satsafasını olmuş gibi açıklamış ve talihsiz bir açıklamaya imza attırılmıştı. Papa’nın neden bunu söylediği ve belki de başkaları tarafından söylettirildiği üzerinde durulması gereken bir konudur. Günümüzde yine baktığımız zaman 3. bin yılda Asya ve Ortadoğu’yu Hıristiyanlaştırmayı düşünen ve Papa VI. Paul’ün vizyonu olan bu projeye günümüzde destek verenler bir kez daha düşünsünler. Vatikan neyin hıncını almaya çalışıyor? Yıllardır kavgalı olan Katolik-Ortodoks mezhepleri günümüzde tek gaye için birleşmeye çalışıyor o da Türk-İslam Dünyasına karşı yeni bir Haçlı Seferleri…
 
Ve son söz: ‘’ Çağımız Misyonerliğinin asıl amacı: Hıristiyanlaştırmak değil, hakiki Müslümanlıktan uzaklaştırmaktır. ‘’