Çanakkale Zaferi Türk Milleti’nin bütün dünyaya meydan okuduğu unutulmaz bir destandır. Bugün yine Çanakkale kahramanlarını anmadan geçemeyeceğim. 100 yıldır onların kutsal mücadeleleri bugün bize hala heyecan veriyor, şevk veriyor. Ülkem ve ülkem insanı için çalışma azmini daha da çok güçlendiriyor.  İşte size binlerce kahramanlık hikâyelerinden birisi daha: Hattat oğlu Mustafa Efendi bakın neler anlatıyor; “Bir gün bizim birliğe takviye olarak Balıkesir gönülleri geldi denildi. Gittiğim 120 kişiydiler. Hemen hemen hepsi tanıdıktı. Sarıldık, hasret giderdik. Başlarında da o zamanların Balıkesir’in ünlü Kabadayısı Üç Pınarlı Ali vardı. Ali Sancaktar olmuş. Tüfeği çapraz asmış, sancağın üzerine de sırma ile “Karesi Gönülleri” yazdırmıştı. Kabadayılığı gene elden bırakmamış, askerlikte pek hoş olmamasına rağmen belinde kamasını sallandırmıştı. Beni görür görmez yanıma geldi.
-Kumandan Efendi. Biz buraya beklemeye gelmedik. Hadi düşmanı basalım.
-Burada her şey emirle olur. Hücuma sadece biz geçersek kendimizi gereksiz kırdırırız. Her şeyin zamanı var.
-Peki, öyleyse hücuma geçmeden yarım saat önce bize söyle de şu sırt çantalarını emniyetli bir yere koyalım. Şöyle rahat rahat, doyasıya dövüşelim, Ali haklıydı. Sırt çantaları askerin en kıymetli şeylerini taşırdı. Çamaşırları, paraları, mektupları, usturası, sigortası, tütünü hep sırt çantalarında olurdu. Çantaları kaybolduğunda asker sıkıntı çekerdi. Çok hareketli zamanlarda çanta sırtta, muharebeye girildi. Hücuma yarım saat kala Ali’ye haber verdim. Balıkesirliler’i aldı. Siperlerin gerisinde bir vadide kayboldu. Hemen gelirler sandım.  Beklerim gelmezler. Çavuşlardan birine;
-Şu bizim hemşerilere bir bak bakalım, dedim. Hemen koşar adımlarla gitti. Biraz sonra önde üç Pınarlı Ali arkada arkadaşları çıktılar geldiler. Şaşırdım hepsi süslenmişler, hanımının, nişanlısının verdikleri ayrılık mendillerini kimi boynuna dolamış, kimi alnına çatmış, kimi bileğine dolamıştı. Çoğu yakalarına artık kurumuş gül veya karanfil takmıştı. Aliye sordum:
-Neden geç kaldınız?
-Komutan Bey, biraz sonra Cenab-ı Allah’ın huzuruna çıkacağız. Temiz çıkalım dedik.
-Ola ki bir pislik bulaşmıştır, diye çamaşırlarımızı değiştirdik. Abdest aldık. Biz buraya oylanamaya değil, düğüne geldik, bayrama geldik. Bugün bizim bayramımız onun için süslendik. Ayrılık hediyelerini taktık. Birazdan bayramımız var. Aman! Sen bize hücumdan beş dakika önce yine haber ver... Sonra büyük bir sessizlik oldu. Herkes kendi dünyasına dönmüş dua ediyordu. Gözleri yumulu, avuçlar açılmış sadece dudaklar kıpırdıyordu. Saatime baktım. Ali’ye, beş dakika kaldığını bildirdim. Birden ortalık kaynayı verdi. Hepsi birbirlerine sarılıyor, öpüşüyor, helalleşiyorlardı...
-Utandırmayın ha... İyi düşünün ha... Gün bugündür... Anamız bizi bugün için doğurdu... Hakkınızı helal edin... 
Kısa süre sonra, dişler kenetli, süngülerini takmış, tüfeklerinin dipçiklerine parmaklarını geçirircesine yapışmış, bölük hücuma hazırdı. Ölüme hazırdı.
-Hücum! Deyince, sanki siper sarsılıverdi. Hepsi birden:
-Allah, Allah, Allah... Diye düşmanın içine bir hançer gibi daldılar. Dövüştük, dövüştük. Akşama doğru savaş durdu, ateş kesildi. Erlerden biri hasar tespiti sonrası bana hitaben:
-Komutanım birlikte sadece üç kişi “Gazi” diğer kardeşlerim hepsi şehit olmuş. Sonra biraz duraksayarak, gözleri yaşlı ve de hayretle.
- Ama biri var ki… 
- Evet, yavrum, ne olmuş dedim.
- Komutanım Üç pınarlı Ali sancağı vermiyor, dedi.
Gittim baktım gördüğüm manzara korkunçtu. O yüz yirmi kişiden o gün on üç kişi sağ kalmış. Ali de şehitler arasında idi. “Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyordu,” ama sancağı öyle bir kavramıştı ki parmakları kenetlenmişti. Sancağı çekeyim dedim. Sancağı almak mümkün değil! Onu ve onun şahsında tüm şehitler incitmek istemedim!  Orada, Anafartalar da üç top çam ağacı vardı. O gün şehit olanları o ağaçların arasına gömdük. Gömülen şehitlerin en başında olan Üç Pınarlı Ali’yi sancağına sararak yatırdım. Orada, Anafartalar da çam ağaçlarının altında nice memleket evladı ve bu vatana kurban koç yiğitler yatıyor.”