Hüseyin dayı’yı tanıdığımda 25 yaşındaydım. O ise; 60-65 yaşlarında bir mücahitti…

1974’deki Kıbrıs muharebelerinde en ön saflarda görev alan, genç mücahitlere örnek olan cesur yürekli bir Türk Mücahidiydi…

2’nci harekâtta Kanlı dere vadisinin üzerinden Mehmetçik’lerimizle taarruz ederken Rum’un döşediği mayın tarlasına hiç tereddüt etmeden dalmıştı.  Elindeki kasaturasıyla bize zarar gelmesin diyerek açmış olduğu geçidi, kendi hayatını hiçe saymasını hiç unutamadım.

Harekâtın hemen bitiminden sonra; haftalardır sadece arazide bulabildiğimiz yiyeceklerle yetinen,  susuzluğumuzu üzüm koruğuyla gideren bizlere; Lefkoşa’dan taşıdığı yiyeceklerin, temiz içme suyunun lezzeti hala damağımdadır.

Ama beni daha da duygulandıran, o yaşlı mücahidimi unutturmayan şeyi, öğrendiğimde yaşamıştım!

Aylarca bize gelerek beş kuruş almadan dağıttığı o malzemeleri İngiliz döneminde çalışarak kazandığı biriktirdiği emeklilik dönemi için saklamış olduğu para ile almıştı…

Bir sabah onu St. Hillarion Tepesinin en uç noktasında gördüm. 

Henüz gün doğmamıştı!

Sonbaharın hüzünlü renk armonisinin içerisinden bana işaret ettiği istikamette, tam ufuk hattındaki Toros Dağları, tüm haşmetiyle Beşparmak Dağlarına adeta selam veriyorlardı…

Hüseyin Dayı, nemlenmiş gözlerini gözlerimden kaçırarak derin bir of çekti!

‘’Bilir misin komutanım? Ben Türkiye’mi anavatanımı hiç görmedim. Ne zaman baba toprağını özlesem, binerim arabama son sürat gelirim buraya, gün doğmadan el sallarım Toroslara’’

İçim acımıştı…

’’Bir şey daha söylemek isterim!’’ diyerek ilave etti;

‘’Geldiniz özgürlüğü getirdiniz. Vatan topraklarımızın tapusunu verdiniz. Ya yine bir gün giderseniz?’’ 

Hüseyin dayıyla bu konuşmayı yaptığımda takvimler Kasım 1974’ü gösteriyordu…

O yiğit mücahit vatan sevdasını Toroslara bakarak gideren on binlerce Kahraman Kıbrıs Türk’ünden sadece bir tanesiydi.

‘’Ya bir gün giderseniz?’’

O ve onun gibi düşünenler tam bir vatan sevdalısıydı.

Yıllar önce söylenen bu sözler, şimdilerde Birleşik Kıbrıs’ı hedefleyenler tarafından çok kullanılmaktadır…

’’Ada’nın kuzeyindeki işgalci güçler çekilsin! Kıbrıs Cumhuriyetinin kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı (!..) vatandaşlarımız da zaten bizim gibi düşünüyorlar!

Göreve gelen her yeni Rum liderin; seçilir seçilmez yaptığı ilk açıklama budur!

‘’ İşgalci Türk Askeri (!) Yerleşik Türkiyeliler (!) ada’yı terk etsin.’’

Kıbrıs’ta yeniden başlanması öngörülen görüşmelerde, masaya oturmadan önce Türkiye ve K.K.T.C’yi temsil edecek yöneticiler aşağıdaki şu cümleleri  kuramazlar ise; Kıbrıs Ada’sı elimizden kayıp gitmek üzeredir bu böyle biline..!

‘’Türk Askeri adada işgalci değil, tam tersine barışın temsilcisidir. Türkiye 1960 garantörlük anlaşmasındaki yetkisini kullanarak Kıbrıs Türk’ünü top yekûn imha etmek isteyen Rum’lardan kurtarmak için ada’ya çıkmıştır. O günden beri de ada’da barış vardır. Ayrıca ada’nın kuzeyi işgal edilmiş topraklar değildir. Bu topraklarda 34 yıldır yaşayan bir devlet vardır. Adı da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Bu devletin tapusu kan ve can bedeli ödenerek alınmıştır. Mademki çözümden yanasınız. Türkiye’nin garantörlüğü, Türk Askerinin varlığı ve K.K.T.C bizim kırmızıçizgilerimizdir. Bu çizgilerimizi silemezsiniz.Kıbrıs Türk Halkının ada’da ki varlığını göz ardı edemezsiniz..’’

İşte Kıbrıs Türk Halkının ada da ki varlığının en büyük güvencesi olan bu üç husus garanti altına alınmadan adada çözüm olacak denirse! Bu çözüm değil teslimiyet olacaktır.

Eğer bir gün Türk Askeri Kıbrıs Ada’sından ayrılacak olursa bir kez daha dönüşü olmayacaktır! 

Zira emperyalizmin o ezici gücü, tüm kaleleri düşmüş Kıbrıs Türk’ünü kısa bir süre içerisinde avucunun içerisine alarak 60’lı yılları dahi aratacak bir konumda bırakacaktır. 

K.K.T.C ise sadece anılarda kalacaktır!

Pek tabiidir ki böyle bir son asla kabul edilemez. Ancak GİRİT ada’sı da elimizden kayıp giderken, o dönemde yaşananların bugün yaşananlardan bir farkı olmadığını da unutmamak gerek!

Son bir cümlede daha:

Hiçbir neden uğruna Kıbrıs Milli Dava’mızdan vazgeçilemez.

www.atillacilingir.com

  

       

  

 PAGE   \* MERGEFORMAT 1