Üretim, üretim, üretim...
Başka hiç bir gerekçesi yok olan bitenin:
Üreteceksin kardeşim, konu bu.
Bir başka devletin devlet başkanı tivit attı, malum ihanet odakları manipülasyon yarattı diye bir ülkenin para değeri, döviz karşısında yüzde elli değer kaybediyorsa, bunda başka bir sorun var.
O sorun da belli:
Aşırı borçlanma ve üretimi es geçen bir ekonomik anlayış...
Ölçü belli aslında.
Tıpkı aile bütçesi gibi:
Ne kadar gelirim var, tüketimin ne kadar; bu gelirini nasıl artırabilirsin; bunun karşısında tüketimin de artsın ama, o da gelir getirici ve gerçek anlamda ihtiyaçları giderici alanlarda olsun... Eğitim, alt yapı, sağlık gibi...
Har vurup harman savuramazsın.
Yaparsan ne olur?
Ekonomik olarak batağa çakılırsın, çık işin içinden çıkabilirsen.
Türkiye'nin durumu ne yazık ki budur:
Aşırı borçlanma, gelir getirici ve temel sorunları çözücü alanlara yatırılamadığı için, borçlanma oranı karşısında reel büyüme sağlanamamıştır.
Var olan büyüme, nispidir; yani ileriye doğru gelir, istihdam ve üretim artırıcı alanlarla ilgili değildir.
Dengeli büyüme bu açıdan çok önemli.
Dikkat edin, dolar yedi liranın üzerine çıkmıştı, şimdi altı liranın üzerine indi bunu başarı sayıyoruz.
Yani ölüyoruz ama, ölümün az daha acısız olanına razıyız.
Bu Türkiye'nin yazgısı olamaz.
Türkiye derhal üretim seferberliği başlatmalıdır. Gelir getirmeyecek, üretim ve istihdam yaratmayacak alanlara para harcamayı durdurmalıdır.
Her alanda üretimi teşvik etmeli ve ödüllendirmeliyiz. Üreten cezalandırılıyorsa bir sistemin içinde, o sistem çöker; bunu anlamak çok mu zor?
Kendi alanımla ilgili söyleyeyim:
Bütün rektörlere açık çağrımdır:
Üreten, yazıp çizen; yüzünüzü ağartan öğretim üyelerinize sahip çıkın. 
Çalışmayan, lafla peynir gemisi yürütmeye çalışan zombilerin, çalışanların sırtında kambur olmasına izin vermeyin! Ben üretiyorsam, başkası benim üretimimi nasıl hiç eder, kuşa çevirir de üniversite başarı ortalamasında puanımın aşağı çekilmesine katkı sunar! Üniversitelerin başarısı, toplam başarı puanının öğretim üyesi sayısına bölünmesiyle ve kaliteli yayınlara atıf sayısıyla anlaşılır. Bir üniversitede en çok atıf alan kişiler, belli yerlerde yoksa, hemen hiç atıf almayanlar her yeri sarmışsa, bunda bir sorun vardır!
Bu kabul edilemez...
Tasarruf cezalandırılmamalı, tam tersine tasarruf yapmanın kutsal bir görev olduğu düşüncesi topluma aşılanmalıdır.
Yastık altındaki dolarlar çıkmalıdır ama, bırakın mevduat olarak bankalarda kalsın; niçin bozdurup, bir de toplumda güven konusunda algı sorunu yaşıyoruz!
Dış politikadaki konuşmalarımıza ve hareketlerimize dikkat edelim. ABD'nin ataklarının, gerçekten bir papaz olmadığın, İdlip ya da Fırat'ın doğusu olduğunu geçekten görelim. Ve buna göre oyunumuzu kuralım.
Yurtta barış, dünyada barış ilkesinin ne kadar yaşamsal bir ölçü olduğunu daha iyi kanıksayalım.
Bugüne değil, geleceğe yatırım yapalım.
Dünya kendi çocuklarına pozitif bilimlerde çok kaliteli eğitim verirken, bizim çocuklarımız elli sorudan dört tanesini zor çözer halleriyle gelecekte onlarla nasıl yarışabilecek, buna kafa yoralım.
Arge'nin ne kadar önemli bir alan olduğunu lütfen artık iyice kanıksayalım da, gelecek hesaplarına başlayalım. Uzaydaki yerimiz ne olacak elli yıl sonra; Genom araştırmalarında nerelerde olacağız, bunları tartışalım.
Ha bir de:
Düşünce ileri sürmek, söylemek, büyük bir zenginliktir. Bunun önemini görelim de; niyet arayıcı pozisyonumuzdan vazgeçip, bu memlekette zaten az olan düşüncelerini söyleyen insanları "vatan haini bunlar" sözüyle yaftalamaktan vaz geçelim.
Vatan haini üretmez.
Düşünce de bir tür üretimdir...
Hem de çok önemli bir üretim...