*Bir itiraf 
"Bir gün bankadayım ve not almam için görevliden istediğim kalem hoşuma gitti, şeytana uydum işim bitince cebime attım, o beğendiğim kalemi. Gün boyu unuttum gitti. Akşam hatırladım. Kalemi masama bıraktım.  Lazım olunca kullanamadım o beğenerek cebime attığım kalemi. Ertesi gün aldığım yere, ‘affedersiniz bunu unutmuşum’ dedim bıraktım. Banka görevlisi çok alışkın gülümsemeyle, ‘aaa hiç önemli değil sizde de kalabilirdi.’ demiş olsa da teşekkür ederek çıktım bankadan.”

 Arkadaşım öyküsünü anlatırken yanımızda bulunan diğer arkadaşım ona, "hocam işte bu bizim doğamız bu." dedi.  "Ne zaman yaradılışımıza aykırı davransak çok büyük kazanımlarımız da olsa, bir tarafımızı susturamayız" derken iç huzurun mutluluğun kendisi olduğundan bahsetti.

Bana göre de mutluluk, acısızlık haliydi, huzurdu…

 O an vicdanını tasfiye edemeyenlerin ne kadar acı çekebilecekleri aklıma geldi.
Suçluluk, utanca boğulma, bu bir mekanizma. Bu mekanizma bazen marazi konularda üzerine gidilmesi gerekse de aslında işlevi olan bir mekanizma.

*Seven adam
Eşi ölen adam, "Hocam onun en sevdiğim yönü en kötü yönleriydi, gerisini sen düşün" derken henüz bir ay olmuştu toprağa vereli 30 yıllık eşini. İşte bunun adı gerçek sevgiydi. Çünkü Ölen eşin en kötü yönleri, çok konuşması, unutkanlığı, öfkesi, küsmesi ve sakarlığı imiş... Sevmek böyle bir şey işte en kötü yönleri bile sana güzel görünüyorsa sen seven adamsın.

*Bir şirket davetine gittim.
Onlar çok iddialılar, çok yatırım yapmışlar;  ellerinden geleni yapıyorlar, çalışıyorlar ama tam oturmayan sırıtan bir şey var. Onlarla görüşünce rahatsız eden, tırmalayan, yanılmadığım bir şey var açıkçası gözüm hiç tutmuyor. Bazen de diyorum, keşke farkında olmasam onların yüz kaslarında büzülmelere, bakışların kaçırılmasına, aşağı kaymasına göz bebeklerinde oluşan küçülmelere tilki bakışlarına. Onlar konuşurken gözleri parlamıyor gülümseyemiyorlar. Çünkü fesatlıkla, gülümseme yan yana gelemezdi. Sıkıntı, kaşınma gözlerde seğirme ve esneme davranışları sergiliyorlar. Bacakları çapraz, eller bedene gidiyor ve kafalarının arkasını sıvazlıyorlar. Yutkunma hareketleri var. Avuç içlerini sergileyemediler. Rahatlıkla gözümün içine bakarak evrensel selamı veremediler yani içten bir gülümseme göremedim ve mizahi davranamadılar. Çünkü mizahi olabilmek için rahat, keyifli ve açık beden dili gerekliydi. Mizah, zeka ürünüydü.  İnsanların zihinsel yönden en verimsiz anları, sıkıntılı anlarıydı. İnsanın yaratılışında doğasında dürüstlük vardı, ne zaman doğasına aykırı davransa içte oluşan huzursuzluk önce göze, yüze ve en sonra bedene yansıyordu. Kontrol edilemeyen tek organdı gözlerimiz. İki saat onların yanında kaldım ve vazgeçtim anlaşmaktan, yük kalktı rahatladım.

 

*‘Hoş geldin bebek’ diyebilmek...
İlk eşini kaybeden bir arkadaşımın 2. evliliğinden çocuğu oldu. Tebrik ettim onu. Ama o durgundu çok sevinemiyordu. Sonra anladım ki "Kızım oldu" derken, kız olması onu sessizleştirmişti. Bu durumu ona yakıştıramadım. Bebek şu an iki aylık oldu. Sonradan Onu dinledikçe hak da vermedim değil. "O şimdi ana, bacı, eş adayı ama kadın insan değil, erkek olsaydı baba, koca, ağabey olduğunun altı çizilmeden doğduğu andan itibaren hep gururla erkek olduğundan bahsedilecek, ‘erkek’ olarak kalacaktı. Onun ağabeyliğini,  babalığını değil, ‘erkek’ olmasını takdir edeceklerdi" diyor ve toplumun genetiğine kazınmış olanı söylüyordu. Ama her şeye rağmen şu an o kızını çok seviyordu. Ondan bahsederken gözü parlıyor, "iyi ki kızım oldu" diyor. Ben ise ancak o zaman o bebeğe "hoş geldin" diyebildim.