İSTANBUL- Kandemir Konduk 26 yaşındayken yazmış olduğu “Yüzsüz Zühtü” adlı oyunu ile Çevre Tiyatrosunda 1972 yılında başlayan sanat hayatına 43 yıldır aralıksız hala ilk günkü heyecanıyla devam etmektedir. 27’nin üzerinde sahne oyunu yazmış olan, pek çok skeç, parodi ve program yazmış olan Konduk gazete ve dergilerde sayısız mizah yapmıştır. Abuzer Kadayıf, Gülümseyen Dünya, Çılgın Sazlar, Kobay sinema filmlerini yazan usta yazar senaryosunu yazdığı Televizyon dizisi “Mahallenin Muhtarları” 1992 yılından 2002 yılına kadar 10 yılı aşkın bir süre televizyonların vazgeçilmez başyapıtlarından olmuş ve büyük ilgi ile geniş izleyici kitlesini ekranları başına kilitlemiştir. Halka mal olmuş olan Perihan Abla, Ana dizileri gibi 11 televizyon dizisine imzasını atmış olan ünlü mizah yazarının yayınlanmış olan 12 kitabı bulunmaktadır. 1945 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Kandemir Konduk polis olan babası Haşim bey ve ev hanımı olan Nuriye hanımın ilk çocuğudur. İki kız kardeşi olan Mizah Yazarı ve Senarist olan Kandemir Konduk ressam Jale hanım ile evlidir. Kendisini ziyaret ettiğimizde bize gösterdiği ilgi ve misafirperverliği için kendisine teşekkür ediyor ve soruyorum.                                                                                                                                                                            

Sizdeki bu sanat aşkı, tiyatro aşkı nasıl oluştu?  

Hayatta yaşanan yanlışlıkları
sergileyerek insanları güldürmek
arzusu hep içimde vardı

Aslında, çocukluğumdan beri benim içimde sanat aşkı hep vardı dersem sanırım doğru ifade olur. Daha öncesinde güldürü aşkı, mizah aşkı vardı. Hayatta yaşanan yanlışlıkları sergileyerek insanları güldürmek arzusu hep içimde vardı. Ben çocukken çok sıskaydım. Çok zayıf olduğum için beni mahallede oynanan futbol takımına almıyorlardı.” Sana top gelip vursa uçar gidersin” diye benimle dalga geçiyorlardı.  Ben de maç yaparlarken oturup onları izliyordum. O zaman onların çok komik taraflarını yakalayıp kendi kendime intikam alıyor, onlarla dalga geçiyordum. Beni oynatmadıkları için ezikliğin acısını çıkartıyordum. Kimisi paytak paytak koşuyordu ve bana çok komik geliyordu. Kimi futbol oynarken burnunu karıştırıyor, kiminin burnu akıyor, kimisi ikide bir düşüyor ayakta bile zor duruyordu. Ben de onları komikleştirip sonra arkadaşlarla aramızda anlatıyordum ve onların gülünç yönlerini buluyordum. Yaşım ilerlediğinde bilinçlenmeye başlayınca, baskı yapılan yerlerdeki eleştirisel şeyleri buldum. İşte insanların gülmesini, mutlu olmasını engelleyen neler var hayatta. Ekonomik sıkıntılar, baskılar, sosyal baskılar, çevre baskıları gibi bir sürü faktörlerin olduğunu gördüm. Çalıştığınız iş yerinde sizden daha üst düzeyde olanların baskıları sizin özgürce çalışmanızı engelliyor. Bunun dışında yaşamın içinde siyasal baskılar oluyor. Bütün bunların insanların mutsuzluğuna yol açtığını görünce, bunları eleştiren şeyler yazmaya başladım. Yalnız eleştiri yaparken şöyle bir şey var. Güldürürken insanların yanlışlarını sergilerseniz o zaman insanlar sizin yanınızda oluyor. Ama iş hakaret boyutuna varırsa veya onları iftira anlamında eleştirirseniz onları yok sayarsanız. İnsanları haksız yere gülünçleştirmeye çalışırsanız, kendiniz gülünç olursunuz. O yüzden de sağlıklı bir şekilde ve dürüstçe bir eleştiri yapmak gerektiğine inandım. O zamanda oyunlar tuttu ve bu oyunları halk sevdi.  Şöyle ki, o zaman benim yazdığım oyunlara, dönemin bütün Başbakanları, Cumhurbaşkanları bütün devlet erkanı eşleriyle birlikte kalkıp geldiler ve hepsi güldüler. Hiç unutmam, Zeki Alasya-Metin Akpınar tarafından oynanan bir oyununda, Zeki Alasya’nın Turgut Özal taklidini yaparken rahmetli Turgut Özal’ın kahkahalarla güldüğünü hatırlıyorum. Kendi taklidini yapan bir aktörü, kahkahalarla izlemek çok büyük bir olgunluktur ve hoşgörü gerektiren bir şeydir. Eğer bunu bir devlet başkanı yapabiliyorsa o zaman insanlar mutlu oluyor. Turgut Özal, kendisinin karikatürlerini yapan karikatüristlere karikatürleri imzalattırıp, çerçeveletip, onları saklayarak bir karikatür koleksiyonu oluşturduğunu biliyorum. Tüm bunlar uygarlık belirtisi olan güzel şeylerdir.

Kandemir bey bize yeni projenizden bahseder misiniz? 

Son yıllarda Türkiye’de kadınların
çok ezildiğini ve şiddete maruz
kaldığını, yeterince özgür kalamadığını
çok hissettiğim için böyle bir oyun
yazmaya karar verdim


Son yıllarda Türkiye’de kadınların çok ezildiğini ve şiddete maruz kaldığını, yeterince özgür kalamadığını çok hissettiğim için böyle bir oyun yazmaya karar verdim. 
Fakat ben mizah yazarı olduğum için bunu mizah tarzında, hem bir şeylerin altını çizerek hem de izleyiciyi güldürerek eleştirisel bir oyun yazmaya karar verdim. Biz 3 yıl önce Ayşen Guruda ve 8-10 arası genç oyuncularla yola çıktık. İlk sene oynadık. İkinci sene yine Ayşen Guruda ile oynadık. Şimdi 3 cü yıl yine Ayşen Guruda ile sürdürmek arzusundayız. Yalnız şu sıralar kendisi bir rahatsızlık geçiriyor ve bizimle oynayıp oynayamayacağı henüz kesin değil. Dileğim inşallah iyileşecek ve bizimle bu oyuna devam edecek. Onun bu durumda olmasına çok üzülüyorum. Çünkü nerden bakarsanız bakın o benim 40 yıllık dostum. Benim ilk oyunum 1972 yılında Altan Erbulak-Metin Serezli çevre tiyatrosunda oynanmıştı ve o zaman o ekipte Ayşen Guruda’ da vardı. Yani ta o yıllardan başlayan bir dostluğumuz var. Çok değerli bir sanatçı ve benim çok sevdiğim bir sanatçı. Onun bizimle olmaması bizim için çok büyük bir kayıp. Ama inşallah iyileşecek ve bizimle o oyunda olacak diye umut ediyorum.  Ben bu güne kadar 27’ nin üzerinde oyun yazdım, televizyon dizileri, 12 tane kitap yazdım, gazetelerde ve dergilerde mizah yaptım. İşte hayat böyle gelip geçiyor.

Müjdat Gezen ile birlikte kurduğunuz güldürü üretim merkezi sizin projenizdi. Böyle bir proje nereden aklınıza geldi?                                                                                                                                      
Bir gün Müjdat Gezen’i aradım
ve projemi anlattım


Tek başına olan insan her zaman eziliyor. Ama yandaşları ile aynı doğrultuda düşünen insanlar bir araya gelince güçleniyor. Bende bu kadar karikatüristler var, bu kadar yazarlar var, Eğer bir araya gelirsek daha güzel bir çalışma ortamı doğar diye düşündüm. Bunu çevreme anlattığım zaman bana “sen uçuyorsun, ayakların yere basmıyor, bunlar çok Avrupai düşünceler, bizde sökmez” diye benimle dalga geçtiler. Bende bir gün Müjdat Gezen’i aradım ve projemi anlattım. Projeyi çok beğenerek “aaa bu çok harika bir proje” dedi ve biz onunla anında karar verdik, ortak olduk. Güldürü Üretim Merkezini kurduk ve hemen işe başladık. Sonra yıllarca gazetelere mizah sayfaları yaptık.

Zeki Alasya ile ilgili bize neler söylemek istersiniz?

Zeki Alasya hakkında söyleyeceğim
o kadar çok şey var ki! 


Zeki Alasya hakkında söyleyeceğim o kadar çok şey var ki, bir kere gerçek anlamda bir sanat aşığı, entelektüel bir sanatçıydı. Onun dışında dünya sempatiği bir insan ve kaç yaşına gelirse gelsin hep çocuk kalan bir adamdı o. Onun o çocuksu kalışı ve sevgi ile bakışı, insanlara bakışı, destekleyici yönü çok hoşuma giderdi. Ben bir oyun yazıp kendisine götürdüğüm zaman ilk önce okur ve “vay be, vay be, a,  harika “ diyerek pata küte vururdu. Çok destekleyiciydi, çok harikaydı. O çok mükemmel ve çok şeker bir insandı.

Zeki Alasya ile ilgili bir anınızı anlatmanızı istesem?

Ya 3 gün oynarız Ya da, 3 sene oynarız

Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın oynadığı “İnsanlığın Lüzumu Yok “ diye bir oyunum vardı. Ben o oyunu yazmaya başladım. 25 sayfa kadar yazmıştım. Zeki Alasya ve Metin Akpınar o zaman İzmir’de turnedeydiler. Bende eşimle Bodrum’a gidiyordum. Bodrum’a giderken onlara uğradım. Kaldıkları otelin bahçesinde öğle yemeği yiyorlardı. Yanlarına oturduk, sohbet ettik, derken yazdığım oyundan bahsettim. Oyunu okumamı istediler. Ben okurken Zeki Alasya haberi kahkahayla gülüyor ama Metin Akpınar son derece ciddi dinliyordu. Dinledi, dinledi ve 22 sayfa okuma bitince bana dedi ki “bak sana bir şey söyleyeyim. Biz bu oyunu ya 3 gün oynarız deve kuşunun hayatındaki en büyük fiyasko olur ve okul müsameresine döner bıçak sırtı olur. Ya da, 3 sene oynarız” dedi. Provaya girdiler, bir oynadılar tam 3 sene sürdü. Devekuşunun tarihinde 3 sene süren tek oyun “İnsanlığın Lüzumu Yok” olmuştur.

Hayatınızda unutamadığınız kötü bir anı oldu mu? 

Haldun Taner’i kaybettiğimiz zaman
benim çok yüreğim yandı


Haldun Taner’i kaybettiğimiz zaman benim çok yüreğim yandı. O değerli bir insandı. Elbette Çetin Altan’ı, Aziz Nesin’i kaybettiğimiz zamanda çok üzüldüm. Ama Haldun Taner’in, Tiyatrocuları, Tiyatro yazarlarını öyle güzel destekleyen bir yanı vardı ki. O beni çok yönlendirdi çok. Bir gün vapurda karşılaştığımızda şöyle bir şey oldu. Bana “e hadi bakalım yeni oyununu yazmaya ne zaman başlıyorsun” dedi. Bende “hocam dün akşam oyunumun galası vardı. Henüz yeni bitti “dedim. Bana dedi ki ” Ben onu duydum, biliyorum. Oyun çok beğenildi. Sen çok başarılı oldun ve şu an çok enerjiyle yüklendin ki, eğer hemen oturur bir kaç gün içerisinde, yeni bir oyuna başlarsan çok güzel bir şey üretirsin. İnsan çok başarılı olduğu dönemde arkasını getirirse yine başarılı olur. Ama bir ara verdiğin zaman, boş ver 4 ay sonra yazarım dersen aynı enerjiyi bulamazsın ve başarıya ulaşamazsın “dedi. Bu beni yüreklendirdi. Ben hemen o hafta oturup yeni bir oyuna hazırlanmaya başladım. İnsanlara karşı da, yazarlara karşı da engin bir sevgisi olan bir adamdı. Bana çok destek oldu.

Tiyatroya başlamanız nasıl oldu?
İşte benim tiyatro hayatım böyle başladı


Metin Serezli- Altan Erbulak ilk defa tiyatro kurmuşlar ve açılış yapacaklardı. 6 tane ünlü Türk yazarının bir oyunu ile başlamak istediler. O zaman ben 26 yaşımdaydım ve tersanede çalışıyordum. İlk yazdığım oyunumu onlara götürdüm. O kadar oyunun içerisinden benim yazdığım “Yüzsüz Zühtü” adındaki oyunumu seçmişler. Ben o zaman tanınmamış adı sanı olmayan birisiydim. Beni çağırdılar ve benim oyunumu oynamaya karar verdiklerini söylediler. Ben o an neredeyse bayılacaktım. İşte benim tiyatro hayatım böyle başladı. İşte o gün bu gün ben bu işte devam ediyorum.

İsteyip te alamadığınız bir şey oldu mu?         
                                                                                                             
Küçük yaşlardan beri bir bisikletim
olmasını çok istiyordum

                                                                                                                                                                                                                                                                                                           
Benim babam polisti. Bir polis maaşı ile geçinen bir aileydik. 2 kız kardeşim, annem, babam ve ben  Bostancı’da bahçe içinde tek katlı  bir evde oturuyorduk.
Ben ilk oyunumu yazana kadar da o evde oturduk. Küçük yaşlardan beri bir bisikletim olmasını çok istiyordum. Bir akrabamız sünnette bana bir bisiklet hediye etti.
O zaman 8 yaşındaydım sanırım. Ama o bisiklet 1 yıl sonra eve para lazım oldu ve bisiklete çok biniyorsun bahanesi ile sattılar. Çocukluk işte çok üzülmüştüm.

Vazgeçilmezleriniz nelerdir?
Yazmaktan asla vazgeçemem


Yazmaktan vazgeçemem. Kitap yazıyorum, Yıllardır gazetelerde, Dergilerde yazıyorum. Oyunlar yazıyorum.
Televizyonda 11  dizi oldu. Mahallenin muhtarları diye bir dizi yaptık 10,5 yıl sürdü. Şimdi diziler 3-5 bölümde kalkıyor. Ben tutucu bir adam değilim ama belli şeylerinde denetlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şimdiki dizilerde içeriklerin kontrol edilmesi gerekiyor. 
Sonuçta çocuklarımız o ekranın başında ve Türkiye nüfusunun %60’ı genç ve 30 yaşın altında. Bir dizide bir sahne var 8 kişi 10 kişi bir kişiyi öldürüyor. Haftaya bakıyoruz o kişi devam ediyor, böyle bir mantık var mı?

Hiç meydan okudunuz mu?
Bir zamanlar Trt’ye rest çekmiştim


Ben aslında kendi halinde sakin, yumuşak yüzlü biriyimdir. Ama haksızlığa asla tahammül edemem ve tepki gösteririm. Bir zamanlar Trt’ye karşı rest çekmiştim. Trt’nin başına bir genel müdür gelmişti. Şaçma sapan bir şeyler olmuştu. Ben de bundan sonra Trt’ye mektup bile yazmam, hiç bir şey yazmıyorum demiştim. O zaman başka kanallarda yoktu. Ancak onlara bir şeyler yapacaksın da para kazanacaksın. Şimdi olsa özel kanallarda çok, o efelik yapılır. Meydan okumak deyince aklıma o geliyor.

Sanatçı kimliğinizin dışında Kandemir konduk kimdir?

Ben insanların hayata gülümseyerek bakması gerektiğini düşünen ve kendimde öyle yapan bir insanım. Çünkü bu dünyada her şey gelip geçici.

Tiyatrocu ve yazar olmak isteyen gençlere önerileriniz nedir?

Bu hem yıpratıcı hem de nankör bir iş

İçlerinde gerçekten o sevgiyi hissediyorlarsa o yola girsinler. Çünkü bu hem yıpratıcı hem de nankör bir iş.
Tiyatrodan sosyal anlamda, maddi manevi anlamda kim ilgi almış ki. Türkiye’de toplasan 10 kişi sayamam. Ömrü boyunca tiyatro yaparak evini barkını yapmış, ailesinin, çocuklarının geleceğini  garanti altına almış ve çok mutlu olmuş diyebileceğimiz hiç  kimse yok. 
Yazarlar için de aynı şeyler geçerli. Yazdıkları hemen tutacak, kapılacakta para kazanacak diye bir şey yok. Bu işlerde çok sabırlı olmak ve özverili olmak lazım.