İnsanı, gelişmekten ve harekete geçmekten alıkoyan. Heyecan ve halecandan yâni yürek çarpıntısından geri koyan şeylerin başında; ülfet ve ünsiyet yâni alışkanlık gelir.
     Alışkanlık, alışmış olmak ve bilmek hâli, merak duygusunu köreltir. Alışmak ve bildiğini sanmak, bir şeye son noktayı koymuş olduğunu zannetmek hissi; insanı ilme ve bilime yöneltmekten alıkoyar.
     Biliyor ya, artık işin ne meraka değer tarafı kalır ne de yeni bilişlere, buluşlara ihtiyacı ve gereksinimi olur. Öyle ya ununu elemiş, eleğini asmış. Artık sen sağ ben selâmet.
     Evet değerli okur! Yeni şeyler görmekten korkmayalım. Yeni şeyler duymaktan ürkmeyelim. Yeniliklere yelken açmaktan çekinmeyelim. Çünkü dünyamız da yenilik peşinde. Çünkü kâinat ve evren de yenilik yolunda.
     Çünkü şu anda ne dünya, ne de kâinat, bir saniye önceki yerinde değil. Dolayısıyla biz de öyle. Her şey böyle. Bunlar gibi rûhen, hayâlen ve tasavvuren de, hep değişik âlemlere kanat açıyor. Değişik duygularla dolup taşıyoruz.
     Zira âlem ve ortam değiştikçe yeni duyuşlarla karşılaşıyor; yep yeni oluşumlar içinde buluyoruz kendimizi.
     Esas, asıl ve temelden vazgeçmemek şartıyla, akide ve inancımızdan uzaklaşmamak koşuluyla bakış açılarımızın farklılıkları; bildiğimiz ve inandıklarımızı idrak ve algılamakta bizlere yeni pencereler açar. Bakış ufkumuzun daha da genişlemesine imkân ve olanak sağlar. Doyumsuz ve bitimsiz mânevî hazlar içinde buluruz kendimizi. Karşılaştığımız müspet ve olumlu fikir ve düşünceler; inancımızı pekiştirir ve daha da sağlam kılar. Menfî ve olumsuz fikir ve düşünceler ise, onlara karşı nasıl yeni bir tabya kurmamız gerektiği hususunda bizleri harekete geçirir.
     Yeni koruma ve savunma stratejileri geliştirmemiz lâzım geldiğini bizlere öğütler. Sonuç olarak her iki durumda da kazançlıyız. Endişeye yer ve mahal yok.
     Hattâ görüşlerimiz dışında yeni bakışlar, yeni yorumlarla karşılaşmamız; bizlerin dâvamızda daha sabit kadem ve sağlam duruşlu olmamızı sağlar. Çünkü bunlar karşısında savunma gereğini duyar, kalbe yol bulmasına fırsat vermiyecek olan inanç ve fikrimizi kuvvetlendirir. Böylece düşünsel arayışlara yönelmiş oluruz.
     Tıpkı atmacanın tasallutu / saldırısı ve avlamak isteği karşısında; serçe kuşunun kerr ü ferr kabiliyetinin artması gibi. Yâni atmacanın serçeye kastetme girişimleri, serçenin ona karşı savunma yeteneğini geliştirir. Bu tasallut, bu musallat oluş, bu sürekli sataşma olmasaydı; serçenin bu kendini savunma ve koruma istidat ve kabiliyeti gelişemiyecekti. Bir tehlike karşısında kendini lâyıkı şekilde savunması mümkün olamıyacaktı.
     Bunun gibi, Şeytan ve Nefis olmasaydı; insan, insan olamazdı aziz okur! Nitekim elektrikte artı eksi kutuplar olmasaydı elektrik olmazdı. Gözün kara ve ak kısımları bulunmasaydı; göz, görme işlevini yerine getiremiyecekti.
     Binaenaleyh, herşey zıddıyla görünür oluyor. Varlık olmanın tadını duyuyor. Nasıl ki, balık için,  deniz ve su yok hükmündedir. Olsa olsa bu husus onun için; kuru bir iddia ve savdan başka bir şey değildir. Çünkü işin içine zıtlık girmemiştir. Kendini gösterecek zıtlıktan ve kıyastan mahrum ve yoksundur. Yani her taraf suyla kaplıdır. Her tarafın suyla kaplandığı bir ortamda sudan bahsetmek, varlığını söz konusu etmek balık için boş ve beyhude şeylerdir.
     Balık için deniz; varlığının şiddetinden dolayı gizli kalmış, görünmez olmuştur. Çünkü, sudan başka bir şey yok ki, onun varlığı anlaşılsın. İşte balık bu yüzden sudan gâfil ve habersizdir. Bu sebepten suyu inkâr eder. Nitekim bu yüzden:
     “Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” denmiştir. Yâni o balıklar ki deniz içindedir, fakat denizi bilmezler.
     Sonuç olarak demek lâzımsa; yeni gördüğümüz, farklı duyduğumuz, değişik bildiğimiz hususlara hemen karşı çıkmıyalım. Düşünelim, kuru kuru karşı çıkmak yerine, düşünce üreterek fikir yoluyla savunma yolunu seçelim.
     Sırf itiraz şeklinde bir karşı çıkışta bulunmamalı. Sadece kendi fikrimizi belirtmekle yetinmeli. Tenkit değil tebliğ etmeli. Çünkü kişiler değil konu önemlidir. Şahısları dile dolamamalı, konuya eğilmeli.
     Tebliğe karşı, tenkitle değil, başka bir tebliğle karşı çıkmalı. Yâni fikri, fikirle karşılamalı. Böylece konu kişiselleşmekten, sorun sorun olmaktan çıkar. Zevkli bir fikir alış verişi hâlini alır.
     Öyleyse hepimiz birbirimize karşı akla kapı açmalı. Kabul edip etmeme keyfiyetini yekdiğerimize bırakmalıyız.