UFUK TURU

Erdoğan ve Bahçeli
Küresel oyuna karşı

AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesinin ardından, batı dünyası genelde olduğu gibi kendi yolunda yürüyecek bir yapı bekledi. Fakat zaman geçtikçe görüldü ki AK Parti iktidarı batının çizdiği rotadan yürümüyor, kendi belirlediği doğruları tercih ediyordu.
Sağcı, solcu, ulusalcı-küreselci her Türk insanının ‘milliyetçi damarının olduğunu’ iyi bilen batı, Ak Parti’den umduğunu bulamaması üzerine tüm siyasi partileri yapılandırma projesini hayata geçirdi. Bu görevi de Almanya üstlendi.
**
Daha öncesine inmeyelim;  2007 yılında Frankfurt Savcılığı, Deniz Feneri e.V Derneğini, “kara para aklama ve dolandırıcılık” iddiasıyla basıp zamanla Türkiye’yi de kapsayacak bir operasyon başlattı.
Dernek yöneticileri hakkında davalar açıldı, hızlandırılmış mahkemelerle çeşitli cezalar verildi.
Mahkeme gerekçeli kararında ‘Mehmet Gürhan'ın yardım paralarını bir sermaye aracı olarak kullandığını, paraların Türkiye'deki Kanal 7 televizyonuna aktarıldığını, paraların nasıl kullanılacağına karar verenlerin aralarında Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve bazı zamanlar da Zahid Akman'ın bulunduğu kişiler olduğuna’ hükmetti.
Bu, bir anlamda Türkiye’deki partnerine pas vermekti.

Almanya ve Türkiye’deki Deniz Feneri Dernekleri’nin AK Partiyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ la “alış-veriş” içinde olduğu izlenimi veriliyordu. 
Temmuz 2011’de  RTÜK eski Başkanı Zahit Akman, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni İsmail Karahan, Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çelik ve Finans Müdürü Erdoğan Kara ve Kanal7 Yönetim Kurulu Başkanı ve ortaklarından Zekeriya Karaman gözaltına alındı. 
Erdoğan’a giden yol açılmaya çalışılıyordu.
Deniz Feneri davası, batının Almanya eliyle “Türk siyasetini dizayn etme operasyonunun birinci ayağıydı.
**
14 Mart 2008'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı “AK partinin kapatılması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle dava açtı.
Zaten Deniz Feneri Davaları Partinin üzerinde  karabasan gibiydi. Abluka uygulayıp AK Parti’yi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı devre dışı bırakmaya çalışıyorlardı.
AK Parti’ye açılan Kapatma Davası Türk Siyasetini dizayn etme operasyonun ikinci ayağıydı.
**
BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu “milli hassasiyetleri son derece yüksek” bir isimdi. Parti olarak oy potansiyelinin düşük olması şahsi itibarsızlığından değil, şehirlerdeki kadro eksikliğindendi.
Şehit edilmeden önce geldiği Konya’da birkaç dostumuzun da katıldığı sohbette “Tarlanızı sürenler…” dediğimizde “Biz tarlamızı sürenleri gördüğümüz anda, -Neye mal olursa olsun- deyip bunu açık yüreklilikle söyledik. Bütün siyasi partilerin yapması gereken de bu. Büyük tarlalar daha çok sürülmüş olmalıdır”  demişti.
Yine o seçim öncesinde “Benim sorunum sistemle… Artık bu sistem yürümüyor. Bu seçimden sonra bu sistem değişecek” dediği bir konuşması da olmuştu.
Yazıcıoğlu, küresel oyuncuların tezgahını bozabilecek potansiyelde bir siyasetçiydi ve bunu 28 Şubat sürecinde yapmıştı. Anadolu tabiriyle ‘Cızıya gelmez, kendi cızısını cızardı!”
Öyleyse pazarlığa oturmanın da hükmü yoktu, kalemi kırılmalıydı.
Batı, 2009 yılı Mart ayında Türkiye’deki uzantıları vesilesiyle Yazıcıoğlu suikastini gerçekleştirdi.
Bu suikast, Türk siyasetini dizayn etme operasyonunun üçüncü ayağıydı.
**
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “milli hassasiyetleri”  batının belirlediği standartların üzerindeydi. 
2002 sonrasındaki “keskin muhalif” duruşunun arkasındaki gerçek sebeplerin, o “zamanların belirsiz mihraklarınca” hakkında hazırlanan “zafiyet dosyaları” olabileceğini düşünmekte haksız sayılmayız.
Yasaklı Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın önündeki engellerin kaldırılması girişimini hangi sebeple yaptığı kendisinde sır olarak kalsa da “Kaset operasyonuna giden yola ilk adım” olduğu ihtimali de düşünülmelidir.
Uzatmayalım; CHP Kurultaya giderken 2010 yılı Mayıs ayında Baykal’ın bir bayan milletvekiliyle uygunsuz kasetinin bir bölümü servis edildi. 4 gün sonra Baykal Genel Başkanlıktan istifa edip  ‘Kurultayda aday olmadığını’ açıkladı. Böylece CHP’de yeni bir dönem başlatılmış oldu.
Baykal operasyonu Türk siyasetini dizayn etme planının dördüncü ayağıydı.
**
Gelelim beşinci operasyona.
Duyumlarımıza göre Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un, Yazıcıoğlu’nun “Bu seçimden sonra sistem değişecek” söylemine destek verdiği şeklindeydi. 
Bu elbette batı için bir tehdit unsuruydu.
Üstelik Saadet Partisi Genel Başkanlığında çizdiği profil Türk halkının beğenisini kazanıyordu.
Gelenekçi kanadın genç ismi, Erdoğan’ın alternatifi olabilirdi ama “çok milli” duruşluydu!
Eski deyimle “hal” edilmeliydi!
2010 yılında Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığının iftar programında otelin önünde 150-200 kişilik bir grupla Kurtulmuş’a karşı “kalkışma” başlatıldı. Aracı tekmelendi, iftar sofrasında masasına çatal-bıçak atıldı.
Kurtulmuş Genel Başkanı olduğu partinin iftarını terk etti. Sular durulmayınca da 1 Ekim’de istifa etti.
Kurtulmuş operasyonu Türk siyasetini dizayn etme planının beşinci ayağıydı.
**
Türkiye seçime gidiyordu. Mevcut meclis yapısı AK Parti CHP ve MHP’den oluşuyordu.
MHP’de dizayn tamamlandığında AK Parti’nin, Tayyip Erdoğan’ın defterini dürmek kolay olurdu!
Nisan 2011’de Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu’nun kasetleri servis edildi. 
Önce “arkası da var” denilerek Bahçeli’den boyun eğmesi beklendi. Beklenen olmayınca Bülent Didinmez ve İhsan Barutçu’nun görüntüleri gün  deme getirildi.
Yine “Arkası var” deyip, altı isim daha verdiler ve Bahçeli’ye “Bunlarla beraber sen de istifa et. Yoksa görüntüleri yayınlarız” tehdidinde bulundular.
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” ilkesiyle Bahçeli “Kimin kaseti varsa yayınlayın, biz de onları gönderelim” dedi.
Süreç Osman Çakır, Mehmet Ekici, Deniz Bölükbaşı, Ümit Şafak, Cihan Paçacı ve Mehmet Taytak’ın istifalarını getirdi. 
Kaset depremiyle MHP Başkanlık Divanı’nın yarısından fazlası istifa etmek zorunda kalmıştı. 
MHP’ye operasyon Türk siyasetini dizayn etme planının altıncı ayağıydı.
**
Genel Kurmay Başkanı doğrudan Başbakan’a bağlı iki önemli kişiden biriydi. 5 Ocak 2012’de “internet Andıcı Soruşturması” kapsamında ifadeye çağrılan Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u tutuklayıp Tayyip Erdoğan’a giden bir başka yolu açmayı denediler.
Onun işlediği suç, ‘Başbakan’ın suçu’ olurdu. Bu sebeple Başbuğ “Terör Örgütü kurmakla” itham edildi. 
Başbuğ’a operasyon siyaseti dizayn etme planının yedinci ayağıydı.. 
**
KCK soruşturması kapsamında MİT Müsteşarı Hakan Fidan 7 Şubat 2012’de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. 
Fidan’da Tayyip Erdoğan’a gidebilecek bir yoldu. Çünkü “MİT Müsteşarı doğrudan Başbakan’a bağlıydı ve “Onun icraatı Başbakan’ın icraatı” sayılırdı.
Başbakan’ın ameliyat masasına yatacağı saatlerde düğmeye bastılar ama sonuç alamadılar.
Fidan Operasyonu siyaseti dizayn etme hareketinin sekizinci ayağıydı.
**
Gezi Parkında yapılması planlanan düzenlemeleri gerekçe göstererek protestoları hatırlayın. 28 Mayıs 2013 günü Taksim’de başlatılan eylemlerde rol alanların “Mesele ağaç değil” mesajları nasıl unutulur?
Ankara’dan, İzmir’den Batman’dan aktivistler İstanbul sokaklarındaydı. Aralarında “Gezi Parkı’nın adını ilk defa duyanlar” bile vardı!
Tencere-tavalı, duran adamlı, kırmızı elbiseli kadınlı eylemler yapıldı. 7 protestocu, 1 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Binlerce insan yaralandı. 
Olaylar birçok şehre yayılmaya çalışıldı. İşyerleri, kamu binaları, belediye otobüsleri, özel araçlar, polis araçları, polis merkezleri ve AK Parti hizmet binaları, bankamatikler zarar gördü. 
İstanbul Borsası 10 puanın üzerinde değer kaybetti, döviz fırladı, Türk parası ve devlet tahvilleri, Uluslararası piyasada değersizleşti. 
Eylemciler hükümet temsilcisiyle görüşmelerinde “3. Köprünün yapımı durdurulsun, 3. Havaalanı projesi iptal edilsin, Kanal İstanbul projesi yapılmasın” diyerek gerçekten “Meselenin ağaç olmadığını” gösterdiler!
Gezi olayları Türk siyasetini dizayn etme planının dokuzuncu ayağıydı.
**
17 Aralık 2013 tarihinde  İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ve İranlı İşadamı Reza Zarrab gözaltına alındı.
“Ayakkabı kutusu” gibi bir söylem icat edildi ve sonuç Başbakan Tayyip Erdoğan’a bağlanmaya çalışıldı. 
Dik duruş girişimi zayıflattığı anda 25 Aralık günü ikinci dalga ile, kırılmakta olan darbeye güç kazandırmaya çalışıldı.
17-25 Aralık Türk siyasetini dizayn etme girişiminin onuncu ayağıydı.
**
19 Ocak 2014’de Adana ve Hatay'da MİT Tırları hadisesini icra edildi. 
Türkmenlere yardım götüren tırların durdurulup ifşa edilmeye çalışılması ,Türkiye’yi Uluslararası alanda ‘terör suçlusu’ ilan etme amacı taşıyordu.
“Türkiye  teröre destek veriyor” diyerek Lahey’de ‘divan’ kuracaklardı.
MİT Tırları hadisesi onbirinci dizayn girişimiydi.
**
15 Temmuz 2016 gecesi Türk halkının vergileriyle alınan tanklar, tüfekler, savaş uçakları Türk halkına yöneltildi. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın üzerine suikast timleri gönderildi. Ankara’ya, İstanbul’a bombalar yağdı, halk kurşun yağmuruna tutuldu.
Güya Türk Silahlı Kuvvetleri “Yurtta sulh, cihanda sulh amacıyla” yönetime el koyuyordu.
15 Temmuz, defalarca dizayn edilemeye çalışılan Türk siyasetinde istenen sonuçların alınamaması üzerine maşaların figüranlığında “darbe görünümlü işgal” girişimiydi.
15 Temmuz, onbir defa dizayn edilmeye çalışılan ve sonuç alınamayan Türk siyasetini toptan devre dışı bırakıp Türkiye’ye “el koyma” hareketiydi.
**
Pes ettiler zannetmeyin. Bütün güçleriyle saldırmaya devam ediyorlar.
Erdoğan’ın ABD ziyaretinde terör yandaşlarının çıkardığı olaylar ve ABD güvenlik güçlerinin seyirci kalması boşuna değildir. Bu olayları bahane edip Cumhurbaşkanlığı korumalarına tutuklama kararı almak, ardından silah vermeme kararı almak boşuna değildir.
Rıza Zarrab’ın ve Halk Bakası Genel Müdür Yardımcısı’nın ABD’de tutuklanmaları, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ve Abdullah Happani hakkında tutuklama kararı çıkarılması boşuna değildir.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “SİHA’lar sivilleri öldürüyor”  sözü boşuna değildir!
Erdoğan’ı, bu vesileyle Türkiye’yi  “terör suçlusu” yapmaya çalışıyorlar. 
Küresel oyunun farkında olan Erdoğan ve Bahçeli’de bütün enerjileriyle bu küresel oyunu bozmaya çalışıyorlar.
Mesele budur.
**