Geçtiğimiz günlerde Avrupa’nın göbeğinde yaşanan ve Paris’i kana bulayan 129 kişinin yaşamını yitirmesine, 200’ün üzerinde insanın da yaralanmasına neden olan patlama kuşkusuz yalnızca Fransa ve Fransızları değil, tüm dünyayı üzdü. Tıpkı Ankara’da, Suruç’ta ve dünyanın neresinde olursa olsun yitirilen canların içimizi yaktığı gibi, Paris’te yaşanan felaket de canımızı yaktı…

Her ne kadar, ülkemizde otuz yılı aşkın bir süredir yaşanan bu olaylara, tüm dünyanın olduğu gibi Fransa’nın da, ‘Fransız’ kaldığını biliyor olsak da, ‘Terörün dili, dini, rengi ve ırkı yoktur, terör terördür’ mantığıyla baktığımızda içimiz insan, daha doğrusu insanlık adına yandı kavruldu tabi ki.

Her şeye olduğu gibi teröre de global bir bakış açısıyla yaklaşmanın gerekliliğini biliyor ve konuyu uzmanların değerlendirmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Kuşkusuz onlar uzmanlık alanlarında olan bu konuda fikir ve düşüncelerini belirtip, duruma dair düşünce önerilerini dile getireceklerdir.

Ben bu olayın sosyal, siyasi ve coğrafi değerini bir kenara bırakıp konumuza, yani sportif önemine vurgu yapmak istiyorum. 

Paris’te yaşanan patlama sonrası, gelecek yıl Fransa’da yapılması planlanan ve 10 Haziran’da başlalyıp, 10 Temmuz’a kadar sürecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası’nın da yapılıp yapılmayacağı gündeme gelip, tartışılmaya başlandı. Bir anda FIFA ve UEFA’da alternatif arayışları dile getirildi.

Neyse ki olayın hemen sonrasında oluşan bu düşünce sarmalına UEFA noktayı koyup, bir anda bulanan suları verdiği kararla durulttu. Ülkemizin de içinde yer alacağı 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın (EURO 2016), planlandığı tarih ve yerde yapılacağı UEFA Tarafından açıklandı.

Bu karar hem kafalarda oluşan soru işaretlerinin ortadan kalkmasına, hem de toplumsal motivasyonun pekiştirilmesine neden oldu. Kararın bir başka açılımı da, terörün karşısında yekvücut, tek yumruk olunması ve hiçbir biçimde boyun eğilmemesi mesajıydı.

Öyle ya, acımasızca insana kasteden can alan, bir anlayışa teslim olmak, onun korkusuyla, planlanmış bir şeyi iptal etmek ya da değiştirmek teslimiyetten öte bir şey değildir. Bu kararı veren UEFA’yı buradan yürükten kutluyorum.

Bu arada, bu yazıyı yazmayı planladığım, süreçte gelişen beni inanılmaz şaşırtan Hamza Hamzaoğlu depremine de değinmeden geçemeyeceğim tabi ki. Kısaca söylemek gerekirse, geçtiğimiz yıl üç kupa kazanıp, dördüncü yıldızı takan Galatasaray’ın başında yer alan Hamza hoca’ya yapılan vefasızlığı ne anlayabilmem, ne de kabul edebilmem mümkün değil. Duruşu, karakteri ve sakinliğiyle, taraflı tarafsız herkesin taktirini kazanan Hamza Hamzaoğlu’na reva görülen şey cidden iç hoş değil.

Arkasında tam bir, ‘Alicengiz olayı’ olduğunu çok iyi bildiğim bu vefasızlık senaryosu için, söylenecek bir şey bulamıyor ve çok üzüldüğümü belirtiyorum.

Kalın sağlıcakla...