"İyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır. En mükemmel adalet ise vicdandır.’’ ( Victor Hugo )

 

Eşsiz önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları; devletimizin kuruluş temellerini atarken, milletimize en çok yakışan yönetim şeklinin demokrasi olacağını benimsemiş ve devletimizin kuruluş manifestosunu bu temel üzerine inşa etmiştir.

Demokrasi ile yönetilen bir ülkede güçler ayrılığı en temel ilkedir. Yasama, yürütme ve yargının ayrılığı demokrasiyle yönetilen o ülkenin olmazsa, olmazıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 90 yıllık demokrasi tarihi boyunca bu ilkeler üzerinde gelişmiş, güç kazanmış ve gelişmiş dünya ülkeleri içerisinde hak ettiği yeri almıştır.

Devletimizin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olması nitelikleri; özellikle bulunduğumuz coğrafyada hala pırıl, pırıl parıldamaktadır.

Bu gerçeği; devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarına borçlu olduğumuzu, bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız.

Onlar; milletimizden almış oldukları güçle, adeta bir kan çanağından bu devleti oluşturmuş, bizleri ümmetlikten, millet olma vasfına taşımışlardır. Tarihimize kanla yazılmış bu gerçeği hiçbir güç, hiçbir neden uğruna değiştiremeyecektir.

Ülkemiz 12 yıldan beri, tek bir parti iktidarı AKP ve kadroları tarafından yönetilmektedir. Özellikle 2004 yılında AB ile müzakereler dönemini başlatan bu parti hükümetinin, bu süreçte ileri demokrasi adına başlattığı görüşmeler, AB’ye uyum başlıkları için çıkartmış olduğu yasalar, hepimizin malumudur.

İleri demokrasi adına atılan bu adımların; 10 yıl sonra türlü açılım ve dönüşümlerle günümüze geliş sürecinde yaşananların neler olduğunu, yakın tarihimizde hep birlikte yaşadık ve gördük!

Özellikle 2007 seçimlerinden sonra ülkemizin içinden geçen zaman; yasama, yürütme ve yargıda yaşanan pek çok olumsuzlukları da beraberinde getirmiş, özellikle yargıda yaşanan deprem; yürütmenin, hukuk ve adalet sistemi üzerinde kendine has tasarrufları, toplumumuz üzerinde olumsuz bir tablo yaratmıştır.

Son dönemde ülkemizde yaşanan onca olumsuz olaylara ilaveten, siyasete yön verenlerin, ülkemizi yönetenlerin söylemlerinin toplumu giderek germesi/kutuplaştırması bu karamsar tabloyu daha da karartmış gözükmektedir.

Böylesine bir tabloyu ne ülkemiz, ne de milletimiz hiç hak etmemektedir. Artık hem üsluben ve hem de hukuken bir toplumsal barışa ihtiyacımızın olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

Ülkemiz adeta siyasi söylemlerin yön verdiği, yönetildiği bir ülke görüntüsüne bürünmüştür. Böylesine bir izlenimi silmek, yok etmek öncelikle ülkemizi yönetenlerin; ama özellikle siyasi arenada söz söyleyen her siyasinin öncelikli görevi olmalıdır.

Bu ülke hepimizindir. Bu vatan coğrafyası bizlerin yaşayacağı son toprak parçasıdır, hiçbirimizin gideceği, göç edeceği bir başka yer yoktur.

Ortadoğu’da yaşananları, ülkemizin hemen yanı başında yaşanan olayları; bu olayları yaşayan halkların yaşam şartlarını, insanların çektiği acıları ve bu gerçeklere neden olanları iyi görmeli ve iyi değerlendirmeliyiz.

İşte, 10 Ağustos 2014’te gerçekleşen ve milletimizin oylarıyla ilk kez yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri tam da bu tablo içinde gerçekleşmiştir.

Bu seçimlere 3 adaydan birisi olarak katılan Başbakan R.T.Erdoğan; verilen toplam oyların %51,79’unu alarak ülkemizin 12’nci Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Ancak şu gerçeğin de altını çizmek gerekirse; Yüksek Seçim Kurulunun açıklamış olduğu kesin sonuçlara göre, kayıtlı 52,8 milyon seçmenin 40 milyonu oy kullanmış, 12,8 milyon yurttaşımız çeşitli nedenlerle oy kullanmaya gitmemiştir!

Başka bir deyişle, 12’nci Cumhurbaşkanının almış olduğu oy sayısını, tüm seçmen sayısına oranladığımızda; bu oran %38’i göstermektedir!

Görünen o dur ki, iktidar partisi AKP’nin 30 Mart yerel seçimlerinde görünen oy kaybı, 10 Ağustosta yerini duraklamaya bırakmıştır!

Bu sonuç; Cumhurbaşkanlığına aday olan Başbakan Erdoğan’ın, %55-60 oranında bir oy üstünlüğü ile bu seçimi kazanacağı yönünde yaratılan toplumsal algının hiç de öyle olmadığını göstermiştir.

Böylesine bir sonucun;  %55-60 oy oranı ile Çankaya’ya çıkmayı hedefleyen iktidarın liderini ve kadrolarını ne kadar tatmin ettiği bilinmez.

Ancak %51,79’luk oy oranının; 2015 seçimlerinde alacağı oy oranı yeterse eğer, Anayasayı değiştirerek başkanlık sistemiyle ülkemizi yönetmek; 2023 ve 2053 yıllarında da iktidarda olmak isteyenler için bir hayli düşündürücü olmuştur sanırım.

Göz ardı edilmemesi gereken önemli bir gerçek de; 12 yıldır ülkemizi yöneten AKP hükümeti ve lideri: ‘Parti Başkanı – Başbakan’ – Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında, söylemlerini ve eylemlerini onaylamayan %49,5’luk bir halk gücünün varlığıdır. Bu oran, hiç de azımsanmayacak bir güçtür.

Hala resmi gazetede yayınlanmış olmasa da! Yüksek Seçim Kurulunun 15 Ağustos 2014 Cuma günü Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını resmen açıklamasıyla birlikte Başbakan Erdoğan ‘’seçilmiş cumhurbaşkanı’’ sıfatını resmen kazanmıştır.

Anayasanın 101’nci maddesinde: ‘’ Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği son erer.’’ Hükmü çok açıktır.

Daha önce seçilen Cumhurbaşkanları bu hükme uyduğu gibi 90 yıllık demokrasi tarihimize yerleşen Cumhurbaşkanlığı görevi teamüllerinin ne olduğunun örnekleri, yakın tarihimizde mevcuttur.

Ancak görünen o dur ki! Cumhurbaşkanı’nın tarafsız konumunu, korumak amacıyla getirilen bu en temel hüküm görmezden gelinmekte, iktidarın kendine has hukuki yorumlarıyla geçiştirilmektedir!

Zaten 12’nci Cumhurbaşkanı seçilen, Başbakan Erdoğan; geçtiğimiz hafta AKP milletvekilleriyle yapmış olduğu toplantı sonrasında basına düşen haberlerde:

‘’Efendim teamüller. Bizi teamüller bağlamaz. Teamül, meamül tanımam. Yeni Türkiye’nin teamüllerini oluşturacağız. Bunların önemi yok. Biz yeni Türkiye’nin teamülleri oluşturacağız, bu teamüller içinde 2023 hedefi var, 2053 hedefi var.’’Diyerek mevcut durumu net bir biçimde ortaya koymuştur.

Anlaşılan o dur ki, R.T.Erdoğan; Cumhurbaşkanlığı yeminini yapana kadar, üç koltuğun gücünü tek başına kullanacaktır. Anayasanın 101’nci maddesi ve daha önceki Cumhurbaşkanları seçimlerinde oluşmuş ve TBMM’ ince uygulanan teamüller; kendisini bağlamamaktadır. Sonrasını ise yaşayıp göreceğiz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra, 12’nci Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın AKP parti binası balkonundan (ki, konuşmanın yapılacağı yer olarak partisinin genel merkezinin seçilmiş olması dahi tarafsızlık ilkesi ile örtüşmemiştir.) yapmış olduğu konuşmanın içeriğine baktığımızda:

"Yeni Türkiye’’ vizyonu ile her şeye yeniden başlayalım, bugüne kadar yaşanan tüm olumsuzluklar, ‘’Eski Türkiye’de kalsın. 77 Milyonunda Cumhurbaşkanı olacağım.’’ Söylemi çok olumludur ve önemlidir.

Ama bu konuşmanın içeriğinde ‘’Türk Milleti’’ kavramı yerine,’’Türkiyeli’’ kavramının kullanılması da o nispette dikkat çekicidir, önemlidir.

Unutulmamalıdır ki, ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devletini Kuran Halka Türk Milleti Denir.’’ Tarifi de, hala anayasal bir gerçektir.

Tarih; yaşanmış her ne varsa bunları yazan, hesabını tutan, zamanı geldiğinde yargılayan en hassas terazidir. Yazımın başında tırnak içine aldığım gibi en mükemmel adalet ise vicdanımızdır…

Hiç şüphesiz her siyasetçi; kendi vizyonunu, söylemlerini, amaçladığı hedefler doğrultusunda belirler ve uygular.

Ama ileri demokrasinin tüm açılımlarını ortaya koyduğunu, AB’ne uyum yasalarıyla bu yolda yürüdüğünü, türlü vesayetleri yok ettiğini ifade ederek Başbakanlık döneminde yeri göğü inleten 12’nci Cumhurbaşkanının da, mevcut anayasal hükümlere uymasının; ülkemizde yaşayan ve demokrasiyi özümsemiş herkesin en önemli beklentisi olmalıdır diye düşünüyorum.

Şu hususun da altını çizmek gerekirse; güzel vatanımızda eskisiyle, yenisiyle her ne yaşanmış ise bunu hep birlikte yaşadık.

Ülkemizde yaşadığımız her acıya, her sevince ortak olduk. Birlikte ağladık, birlikte güldük. Ülkemizde paylaştığımız her lokmaya emek verdik, ülkemiz için ter döktük, yeri geldi hakçasına bölüştük, yeri geldi eleştirdik, eleştirildik. Atalarımız bu toprak anayı hiçbir etnik kimliğe, hiçbir inanç şekline bakmaksızın, gündeme getirmeksizin, kanlarıyla sulayarak vatan yapmış; bizlere emanet etmiştir.

Bu niteliklerimizle millet olduk, bir olduk, beraber olduk. Hiç şüphesiz aynı niteliklerimizle bir ve beraber olmaya devam ederek; bu güzel vatanı, gelişmiş ülkeler seviyesine mutlak surette ulaştıracağız.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 90 yıllık bir demokrasi çınarıdır. Bu çınarı süsleyen her dal, ülkemiz için çok önemlidir, özeldir.

Unutulmamalıdır ki, neredeyse bu bir asırlık çınarı ayakta tutan, ona can veren, gelişmesini sağlayan o dalları bir arada tutan gövdesidir.

Bu gövdenin kökleri; üç kıtada at oynatan atalarımıza, yakın tarihimize yön veren, devletimizin kuruluş ilkelerine imza atan Mustafa Kemal Atatürk’e; bize hoşgörüyü, kardeşliği, candaşlığı öğreten Yunus Emre’ye, Mevlana’ya, Hacı Bektaş-ı Veliye, Karacaoğlan’a, Dadaloğlu’na, Âşık Veysel’e ve daha nicelerine dayanır.

Kim ne yaparsa yapsın, neyi dayatırsa dayatsın; tarih milletimizi bu özellikleriyle tanımıştır, böyle tanımaya devam edecektir.