Türkiye’nin Fair Play Armağanı* ile Taltif Edilen Tek Din Görevlisi AHMET YÜTER Hoca ile ÜÇ AYLAR VE REGAİB KANDİLİ Hakkında Konuştuk.

GİRİŞ:

İslam âleminde Hicrî takvime göre Recep, Şaban ve Ramazan ayları, ‘Üç Aylar’ olarak anılır. 

Bilemediklerinden veya nefsinin kurbanı oldukları için günah denizinden kurtulmak isteyenler için Allah (Subhanehu Teâla) Hazretleri, ‘can simidi’ mesâbesindeki mübârek kandil gecelerinin dördünü, üç aylar içerisine serpiştirmiştir. Recep ayının ilk gecesi, Regaib, 27’nci Gecesi Mirac gecesidir. Diğer mübârek geceler: Şaban ayının 15’inde Berat, Ramazan ayının 27’sinde Kadir gecesidir 

Üç aylar, arınma, bağışlanma ve ibâdetlere daha fazla zaman ayırma aylarıdır. Peygamberimiz (sav) Efendimiz; ‘Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise bütün Müslümanların ayıdır.’ (Aclûni,Keşfu’l-Hafâ,1/423) Buyurmuşlar ve şöyle dua etmişlerdir: ‘Allah’ım, Recep ve Şaban aylarını bize mübârek kıl ve bizi Ramazan’a eriştir.’(Camiu's-sağir,2/90) Efendimizin duâsının bütün Müslümanlar için geçerli olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz eder, üç ayların bütün okuyucularımıza hayırlar, sağlık ve huzurlar getirmesini dilerim. 

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Oğuz Çetinoğlu: Hocam, üç ayları idrak etmeye başlamış olmamız vesilesiyle sizin de okuyucularımıza mesajınızı almak suretiyle röportajımıza başlayabilir miyiz?

Ahmet Yüter: Bendenize böyle bir imkân verildiği için Cenab-ı Allah’a hamd, zat-ı âlinize teşekkür ederim. 

Mâlûm-u âliniz, ‘Din nasihattir’(Müslim, İman; 95) Biz din görevlileri, her vesile ile nasihat görevimizi yerine getirmeye çalışırız. Bu defa da öyle yapalım: 

Kur’an-ı Kerim’de, Kehf Sûresi 107 ve 108. âyetlerde inanan ve güzel amel işleyen kimselere cennet vaad edildiği gibi, aynı sûrenin 106. Âyeti ile Tâ-Hâ sûresinin 74. Âyetinde kâfir ve günahkâr kimselere de cehennemden haber verilmiştir.  Kâfir, münafık ve müşrikler cehennemde ebedî kalacaklardır. Orada ölmezler ve azapları hafifletilmez.

Tövbe etmeden günahkâr olarak ölen müminler ise cehennemde hatâları miktarınca cezalandırılacak ve sonra oradan kurtulup cennete gireceklerdir.

İsrâ sûresi 18. âyette bildirildiği üzere nefsin arzu ve isteklerine kendini kaptırıp gününü gün ederek geçici dünya hayatını tercih etmek insanı, son durağı cehennem olan bir yolun yolcusu olma tâlihsizliğine sürükler. Zira Peygamber Efendimiz, ‘Cehennem nefsin arzu ettiği şeylerle, cennet ise nefsin hoşlanmadığı şeylerle kuşatılmıştır.’(Buhari, Rikak; 28) buyurmuştur.

O hâlde inanan insan, sabır ve sebat göstererek cennete uzanan zorlu yolda yürümeli ve nefsine hoş gelmese de cehenneme sürükleyen adımlardan da ısrarla kaçınmalıdır.

Duamız da şöyle olsun: ‘Allah’ım! Sevgini, seni seven kimsenin sevgisini ve sevgine ulaştıracak ameli istiyorum. Allah’ım! Sevgini, bana canımdan, ailemden ve sıcak günde soğuk sudan daha sevimli eyle.’ 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam, Güzel bir giriş oldu. Üç aylar hakkında genel bir değerlendirmenizle devam edebilir miyiz?  

Yüter: Üç ayların faziletine dair Hz. Peygamberden nakledilen rivâyetlerin yanı sıra dinî kültürde mübârek sayılıp kutlanan Regaib, Mi’rac, Berat ve Kadir gecelerinin bu aylarda yer alması üç aylara ayrı bir önem verilmesine, ibâdet, dua, zikir ve hayırlı işlerle daha fazla meşgul olunarak dinî duyarlılığın daha yoğun olarak yaşanmasına zemin hazırlamıştır. 

Üç aylarda yerine getirilmesi gelenek halini almış nâfıle ibâdetlerden biri oruçtur. Üç aylar orucunun âdet haline gelmesinde, bu ayların faziletine dair Hz. Peygamber’den nakledilen rivâyetlere dayanıp ramazan ayını dinî duyarlılık ve ibâdet yoğunluğu içinde karşılama niyetinin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Resûl-i Ekrem’in Şâban ayında diğer aylara oranla daha fazla oruç tuttuğu, bâzen da tamamını oruçlu geçirdiği hadis kaynaklarında yer almaktadır.

Ancak Resûlullah (s.a.v)’ın Receb ve Şâban aylarını birleştirerek aralıksız oruç tuttuğuna, böylece üç ayları oruçlu geçirdiğine dair sahih kaynaklarda herhangi bir rivâyet mevcut değildir. Belirli zamanlarda tutulması tavsiye edilen nâfıle oruçlar arasında üç aylar orucu yoktur.

Bazı âlimler Receb ayında oruç tutmayı müstehap kabul ederken bazıları, Receb ayına özel bir kutsiyet atfedilmesi ve halkın bunu mecbûrî bir ibâdet şeklinde algılaması endişesiyle bu ayda oruç tutmayı mahsurlu görmüştür. Bir kısım âlimler de özellikle Receb ayının tamamını oruçlu geçirmeyi hoş karşılamamıştır. Şâban ayının büyük kısmını veya tamamını oruçlu geçiren Hz. Peygamber ramazan dışındaki en faziletli orucun Şâban ayında tutulan oruç olduğunu ifade etmiştir. 

Bundan dolayı Şâban ayında oruç tutulması çoğunluk tarafından mendup sayılmakla birlikte Resûl-i Ekrem’in Ramazan ayından başka hiçbir ayın bütününü oruçlu geçirmediğine dair hadislere ve Şâban’ın on beşinden sonra orucun terk edilmesine yönelik rivâyetlere dayanan bazı âlimler, orucu farz olan Ramazan ayına şevkle girmeyi zorlaştıracağı düşüncesiyle bu ayın ikinci yarısında oruç tutmayı mekruh görmüştür.

Dinî gelenekte üç aylara önem verilmesinin sebeplerinden biri de bu aylarda bulunan kandil geceleridir. Sizin de sorulara başlamadan önce belirttiğiniz gibi; Receb ayının ilk cuma gecesi Regaib, aynı ayın yirmi yedinci gecesi Mi’rac, Şâban ayının on beşinci gecesi Berat ve Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi Kadir gecesidir. Kandil gecelerinin en önemlisi Kadir gecesidir. Aynı adı taşıyan sûrede Kur’an’ın inmeye başladığı bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu (Kadir suresi; 3) bildirilmektedir. Kadir gecesinin ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastladığı görüşü âlimlerin çoğunluğu tarafından benimsenmiştir. Üç aylarda nâfile namaz kılınması, itikâfa girilmesi, bu aylarda yedi sene oruç tutulduktan sonra kurban kesilmesi gibi özel ibâdet şekilleri kaynaklarda yer almamaktadır. Üç aylarda vefat eden kimsenin sorgusunun yapılmayacağı yolundaki inanışın da aslı yoktur. Ancak itikâf ibâdeti Ramazan ayının son on günü içinde yapıldığı kaynaklarda yer almaktadır.

Çetinoğlu: Çok güzel. Kullandığınız tâbirler hakkında sorularım olacak. Fakat önce, Recep ve Şâban aylarında Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutulması, bir taraftan Ramazan’a hazırlık, diğer taraftan da bâzı ilim adamlarının tavsiyelerine uymak bakımından ‘en uygunudur’ denilebilir mi? 

Yüter: Böyle bir düşünce ve bu düşüncenin tatbik edilmesi çok yaygındır. Allahü’l-Âlem… Doğrusunu Allah (cc) bilir. Önemli olan, bünyesi zayıf olan kişilerin Ramazan orucunu tehlikeye düşürecek, yâni Ramazanda oruç tutamayacak kadar halsiz kalmasına yol açacak şekilde Recep ve Şaban’ın bütün günlerini oruçla yaşamak konusunda ısrarlı olmamaktır. Kendisi için hiçbir tehlikenin söz konusu olmadığını, uygulama ile bilen ve üç ayların 90 gününün tamamında oruç tutmak isteyenlere de ‘Hayır tutma’ diyemeyiz. Yalnızca Peygamber Efendimizin uygulamasını örnek gösterebiliriz.  

Çetinoğlu: Nâfile ibâdet’ dediniz. ‘Nafile’ kelimesinin açıklamasını lügatler; ‘Boş, yararsız, işe yaramayan’ olarak veriyorlar. ‘Nâfile ibâdet’, ‘Boş, faydasız, işe yaramayan’ değildir. Değil mi? 

Yüter: Dinî bir kavram olarak nâfile ibâdet; farz ve vâcip olmayan, yapıldığında mükâfatı verilen, yapılmadığında, terk edildiğinde ise cezâ gerektirmeyen hareketlerdir. Namazın da orucun da nâfilesi olabilir. Mükâfatı olduğu gibi, kılındığı halde namazın, tutulduğu halde orucun, bilemediğimiz sebeplerle kabul edilmemiş olması hâlinde, borcumuz ortadan kalkar. Nâfile ibâdetin böyle bir faydası vardır. İslâmî hassasiyeti olanlar için nâfile ibâdetler büyük huzur kaynağıdır. Müslüman’ı boş işlerle meşgul olmaktan, tembellikten, zararlı düşüncelerden alıkoyar. Her şeyde olduğu gibi ibâdette de ifrattan uzak durulması, çokça nafile ibâdet edebilmek için dünyevî vazifelerden uzak durulmaması tavsiye edilmiştir. Bir küçük not daha: Nâfile kelimesi, mendup  kelimesinin eş anlamlısı olarak da kullanılmaktadır. 

Çetinoğlu: Hayırlı işler’ tâbirini kullandınız. Bunu da açıklar mısınız?  

Yüter: Önem sırasına göre değil de aklıma geldiği gibi söyleyeyim: Dua etmek, faydalı bilgi edinmek, hasta ve/veya kabir ziyâreti, Allah kullarının müşküllerini halletmek, ihtiyaç sâhiplerine özellikle evlat ve torunlara nasihatte bulunmak, dinî bilgiler vermek, İslam’a hizmet etmek, Allah’ın bir kulunu cehennem ateşinden kurturmak… değil kurtarmak… kurtarmaya teşebbüs etmek… Tebliğde bulunmak bile hayırlı hem de çok hayırlı bir iştir. 

Tevbe etmek, dargınları barıştırmak, kalbini kırdığımız insanların gönlümü almak, eş-dost ve akraba ziyâretleri, hal-hatır sormak, tefekkür etmek, şükretmek… ve benzeri milyonlarca, milyarlarca iş ve hareket…

Hayırlı işler, saymakla bitmez. 

 ‘Hayır’ kelimesi, Kur'an-ı Kerim'in 176 âyetinde yer alır. 

Çetinoğlu: Regaib Gecesi’nden bahseder misiniz?

Yüter: Regaib Kandili, rahmeti, bereketi ve mağfireti bol olan feyizli bir mâneviyat mevsimine girdiğimizin habercisidir. Regaip, ‘elde edilmesi arzu edilen değerler’ demektir. Bu mübârek gece, Yüce Allah kullarına bol bol rahmet ve mağfirette bulunduğu için bu adı almıştır.

Regaib ve diğer mübârek geceleri, gündelik hayatın yeknesaklığından çıkıp, sosyal barış ve huzurun bir vesilesi sayabilenler bu geceyi, tevbe-istiğfar, dua ve ibâdetlerle değerlendirebilenler kazançlı ve mutlu olurlar. Rahmet iklimi, insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatır. Ülkemizde geçmişten günümüze, mübârek gün ve gecelere verilen önem, daima canlı kalmış, târihte olduğu gibi bu gün de insanlarımız, bu gecelerde hayatına olumlu anlamda yeni bir istikamet vermek için çalışmışlardır. 

Mübârek gün ve geceler, Kendimizi denetleme ve değerlendirmenin, bir beşer olarak İlahî kudret karşısındaki acziyetimizin şuurunda olarak tâat, ibâdet ve şükürlerimizi artırmanın, bir kere daha geçmişimizin muhasebesini yapıp geleceğe hazırlıklı olmanın bir vesilesidir. 

Çetinoğlu: Regaib Gecesi nasıl değerlendirilmeli?

Yüter: Regaip Kandili Gecesi’nin ve diğer mübârek gecelerin nasıl değerlendirileceği konusunda Kur’an-ı Kerim’de hüküm yoktur. Sözlükte; ‘kendisine rağbet edilen kıymet, bol ve değerli bağış’ anlamındaki ‘ragıbe’ kelimesinin çoğulu olan ‘Regaib’ kelimesi, hadis ve fıkıh literatüründe ‘bol sevap ve mükâfat, faziletli amel’ mânâlarında kullanmaktadır. Tabiîdir ki; bol sevap ve mükâfat; geceyi istirahat ederek, film seyrederek veya günlük dünya işlerini konuşarak geçirenlere verilmeyecektir. 

Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz ve sâhabe döneminde kandil geceleri kutlanıyor muydu?

Yüter: Kutlanmıyordu. 

Çetinoğlu: Üç ayların başlangıç gününe özel bir önem verilmesine ne zaman başlanmıştır?  

Yüter: Kitaplarda şu bilgilere rastlanmaktadır: Kudüs’te 1056 yılında, Bağdat’ta 1087 yılında şehir halklarının bu geceyi değerlendirdikleri, İmam-ı Gazzâlî’nin kitabında yazılıdır. Birçok İslam âlimleri, Gazzâlî’den bağımsız olarak Recep ayının ilk gecesinin önemli olduğunu belirtmişlerdir. Bu düşüncelerin; Recep ayının, âyet ve hadislerde faziletli bir ay olduğunun yazılı olmasından kaynaklandığı ifâde edilmektedir. 

Çetinoğlu: Mîrac Gecesi?

Yüter: Dinimizde yaygın şekliyle ‘Mîrac mûcizesi’ olarak bilinen hâdise; İsrâ ve Mîrac olarak iki bölümden meydana gelmektedir. Birincisi Kur’an’da, ikincisi hadislerde bildirilmiştir. Mûcize bir bütünlük içinde ele alındığında ilk bölümü olan İsrâ, Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: ‘Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu mescidi haramdan çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.’ (İsra suresi; 1) Görüldüğü gibi mûcizenin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmı bu âyette anlatılmaktadır. İsrâ, ‘gece yürütmek’ demektir. O halde Hz. Peygamberin geceleyin bu iki şehir ve mescid arasındaki mesafeyi katettiği anlatılmaktadır.

Mîrac ise sözlükte merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek, yükselme aracı ve yükselme yeri gibi mânâlara gelmektedir. Dinî literatürde ise Mîrac; İsra hâdisesinin Mescid-i Aksa’dan sonra gerçekleşen Rasûlullah’ın semâya yükselmesidir. Mîrac, hicretten yaklaşık bir buçuk yıl önce olmuştur. İsrâ ve Mîrac hakkında otuz iki kadar hadis rivâyet edilmiştir. Bunlar arasında farklılıklar olsa bile temelde Mîracın vukuu hakkında bir tereddüt yoktur. Sâdece oluş biçimi ve safahatı noktasında görüş ayrılıkları vardır. Asıl tartışılan yönü onun ruhen mi yoksa ruhen ve bedenle birlikte mi gerçekleştiği hususudur. Bazı İslâm âlimleri; Mîracın ruh ve rüyâ hâlinde gerçekleştiğini, bunun da birkaç defa meydana gelmiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Âlimlerin çoğunluğu ise; Mîracın uyanık halde ruh ve bedenle birlikte gerçekleştiği görüşü üzerinde birleşmişlerdir. 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. 

AHMET YÜTER

1963 yılında Amasya ili Merzifon ilçesi Yakacık köyünde doğdu. 1983 yılında, Merzifon’a bağlı köylerde imam hatip olarak göreve başladı. 1989’dan itibâren İstanbul Zeytinburnu Müftülüğü bünyesindeki camilerde görev yaptı.

Güzel bir gönül ekibi ile cami ekseninde ‘Kürsüden Akademik Sohbetler’ platformunu oluşturarak Türkiye’de çok mühim bir ilke imza attı. Vazifeli bulunduğu Topkapı Teknik Oto Sanayi Sitesi Çinili Cami Kürsüsünü akademileştirdi. Böylece, görevli bulunduğu camide aydınlarla halkı buluşturdu. Tıp, hukuk, ilahiyat, iktisat, fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tarih, edebiyat, sanat, spor, müzik… gibi birçok sahalarda uzman akademisyen bilim adamı, âlim, araştırmacı ve yazarları konuşturdu. 1994’den günümüze kadar 850’yi aşkın hatibin kürsüden hitap etmesine vesile oldu. Ayrıca yapılan konuşmaları kayda alıp, çözüp, konuşmacıların tashih ve onayından sonra kitaplaştırarak belgelendirmiştir.

Görevinden arta kalan zamanlarını;  piyes, şiir, deneme, makale yazarak değerlendirmektedir. İlk piyesini Elazığ Harput Diyanet Eğitim Merkezi’nde kursta iken yazıp yönetip arkadaşlarıyla oynamıştır. İlk şiiri 1981 yılında Can Kardeş Dergisi’nde, ilk yazısı da Yeni Düşünce Gazetesi’nde yayınlandı. Sonraki yıllarda ürünleri; Sur, Ribat, Hakses, Diyanet, Yörünge, Cuma, Mektup, Vahdet, Vuslat, Can Kardeş, Bedesten dergileri ile Türkiye, Yeni Nesil, Ortadoğu, Millî Gazete, Akit, Zeytinburnu Tercüman, Yeni Taşova, Zeytinburnu Bulvar ve Haklı Görüş gibi gazetelerde yayınlandı. 

Ahmet Yüter, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Dâvut Paşa Kampüsü içerisindeki camide bir müddet görev yaptıktan sonra kendi isteğiyle emekli oldu. Gazete ve dergilerde yazı yazmak, kitap hazırlamak suretiyle hizmetlerine devam ediyor. 

Diyanet-Sen’in, Eskader'in ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin üyesidir. Evli ve üç çocuk babasıdır.

*Fair Play: Sosyal hoşgörü, barış, sevgi, katkı, iyilik, üstün başarı demektir. Bu alanlarda ve alışılmışın dışında farklı ve faydalı iş yapanlara verilen bir armağandır.