Amerika’dan yeni dönmüş bir arkadaşımızla geçen hafta randevumuz vardı. Buluştuğumuzda hayli endişeli ve ümitsiz görünüyordu. “Bizi bitirecekler” diye tekrarlayıp durduktan sonra, ümitsizliğinin sebebini anlattı:

“Türkiye’ye dönmeden önce, Washington’da Dünya Bankasına gittim, burada kimse Türkiye hakkında iyi şeyler söylemedi. Hatta ‘Türkiye bitti’ dediler. IMF binasını gösterip, ‘Türkiye’nin idarecileri en geç bir ay içinde bu binaya gelerek diz çökecek, yalvaracak ve onlarla anlaştıkları takdirde ülkelerini ayakta tutabilecekler, yoksa Türkiye hiç olup gitmeye mahkûmdur ’ dediler.”

Dolarda gece yarısı baş gösteren hareketliliğinin ardından muhalefet partilerinin açıklamaları geldi. Hükümet yetkilileri yükselişin dış müdahaleden kaynaklandığını anlatmaya çalışırken muhalefetin tamamı, “Olacağı buydu” tarzında yaklaşıp, döviz krizinden fırsat oluşturmaya çalışıyordu.

**

Ülkelere büyük bir gizlilik içerisinde yerleştirilmiş fonları 21 Kasım 2017 tarihli “Şantaj kasetleri ve tehdit fonları” başlıklı yazımızda ele almıştık. Kısaca bir hatırlayalım;

“Küresel para sahipleri istedikleri ülkeye, yerli ve gizli adamları eliyle diledikleri kadar para sokuyor, güç kazanıp iktidarlara hükmediyor, muhalefete bile çeki düzen veriyor.

İstediklerini elde edemedikleri ülkelerde kimi zaman yokluğa, karaborsaya, kıtlığa zemin oluşturuyor, hayat pahalılığı sayesinde halkı iktidara karşı kışkırtıyor, idareyi terbiye ediyor veya indiriyordu. Ayaklanma başlatıp hükümetleri devirebiliyor, hatta suikast yolunu bile seçebiliyorlardı. Kimi zaman da emanetçi gizli sermaye sahiplerine talimat verip parayı yurt dışına çıkararak ülkelerde krizi tetikliyordu.

Bütün bunları, dershanelerle ilgili tartışmaların başladığı günlerde Zaman Gazetesi’nin yazdığı haberden öğrenmiştik!

Yaklaşık on yıl önce de İstanbul ziyaretimizde bir muhatabımız ekonomideki kırılganlığı anlatırken bazı yabancı sermayeli büyük şirketleri işaret ederek, “Bunlar her günün sonunda paraları gayri resmi yollarla yurt dışına götürüyor. Buralarda yapılan alışverişte harcanan para ülke ekonomisine değer katmıyor, aksine zarar veriyor” demişti.

**

Bu bilgilerden sonra seçim vaatlerine bir bakalım;

Meral Akşener borçları yasal takibe ya da yakın takibe alınan ve borçları tahsilat şirketlerine satılmış olan beş milyon vatandaşın tüketici kredisi, kredi kartı ve kredili mevduat hesaplarından doğan borçlarını devletin satın alıp ödeyeceklerini; düşük gelirle çalışan vatandaş ve öğrenci borçlarının en az yüzde 80’ini silerek kalanını faizsiz şekilde on yıl taksitlendireceklerini; şehit ve gazi ailelerinin bu durumdaki tüm borçlarını sileceklerini iddialı bir lisanla söylüyor. Yapacakları yatırımları anlatırken de, “Biz de köprüler, yollar, hastaneler yapacağız. Ancak köprülerin sahibi müteahhitler değil, millet olacak. Bizim köprülerden geçen de geçmeyen de para ödemek zorunda kalmayacak”  diyor.

“Biz de…” diye başlayan cümlesi aslında vaatlerinin mevcut hükümet döneminde yapılanlar olduğunu ortaya koyarken, “Yap işlet devret modeliyle değil, devlet gelirleri marifetiyle yapıp, ücretsiz işleteceklerini söylemesi de aslında devlet kasasına binecek yükü de ifade ediyor.

“Vatandaşın borçlarını ödemeye; yol, köprü, hastane yapmaya dayalı” vaatlerin içerisinde devletin, ülkenin gelirlerini artırıcı bir proje olmaması dikkat çekiyor. En önemli gelir kaynağının da Cumhurbaşkanlığı harcamalarını kısmak, Türkiye Dayanışma Fonu'nu kurmak, TRT’yi satmak gibi fikirler olmasın da bir başka detay.

**

Muharrem İnce, Dini Bayramlarda emeklilere verilen bin TL ikramiyeye nazire yaparcasına yükseköğrenim öğrencilerine her 19 Mayıs’ta 500 TL gençlik bursu ve her 29 Ekim’de 500 TL Cumhuriyet bursu vadetti. Üstelik öğrenci burslarının mezuniyetten sonra iş buluncaya kadar iki yıl süreyle devam edeceğini de taahhüt etti. Bununla da kalmayan İnce her sene 10 bin üniversite mezununa dünyanın değişik ülkelerinde yüksek lisans ve doktora sözü veriyor. Öğretmenlere eğitim-öğretim yılı başında verilen ikramiyeye ilave olarak, her 24 Kasım’da bir maaş ek ödeme yapılması da İnce’nin projelerinden biri. Çiftçilerin mazot maliyetinin yarısının devlet tarafından ödendiğini bilmiyor olmalı ki; mazotu 3 TL’ye vermeyi vadediyor; tıpkı her vatandaşın 18 yaşına kadar sağlık hizmetinden nüfus cüzdanıyla yararlanması vaadinde olduğu gibi!

Bilhassa tüketim çağında insanlara parayı vadetmek cezbedicidir. Akşener gibi İnce’nin vaatlerinde de bu çok net olarak görülüyor. “Üzümünü ye, bağını sorma” kabilinden, parayı nereden bulacaklarını da “Saray’dan” deyip geçiştiriyorlar.

**

Bir de Temel Karamollaoğlu’na bakalım.

“Ekonomiye bir şey katmayacak, tam tersi ileride yük olacak yatırımlar” dediği Çanakkale Köprüsü ve Kanal İstanbul inşaatının durması gerektiğini söylüyor. Hızlı Trenin önemli bir hizmet olmadığını, tam aksine göçü hızlandırdığını iddia etmesi; Temel beyin mantık yapısını ortaya koyması açısından son derece önemli bir tespit oldu!

**

Türkiye seçime doğru yol alırken ve IMF kollarını açmış Türkiye’yi beklerken yönetime talip muhalefet partisi Cumhurbaşkanı Adayları ülkeyi Washington’un kucağına itecek vaatlerden başka bir şey üretemiyor. Ne ‘yerli üretim’ diyen var, ne de ‘ağır sanayi hamlesi’ sözünü eden. Yerli otomobil projesini bile “zaman kaybı” olarak gören bir Cumhurbaşkanı adayını oylayacak olmak ne hazin