ABD Rakka operasyonunda Türkiye’yi yanında istemiyor; YPG Israrından vazgeçmiyor. Gerekçelerini de gizlemiyorlar: “ABD ve Türkiye ilişkilerinin, ABD’ye stratejik bir fayda sağlaması artık pek mümkün değil.” 

ABD böyle sanıyor olabilir, ama tarihinin ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinlik ve jeostratejik konumu nedeniyle, Ortadoğu’da Türkiye’nin olmadığı hiçbir denklem kurulamaz. Kurulsa da uzun ömürlü olması mümkün değildir. ABD’li dostlarımızın da, komşularımızın da öncelikle bu gerçeği görmeleri gerekir.

B ir köşe yazarının zaman zaman eski yazılarına gönderme yapması, “Ben demiştim” böbürlenmesi olarak değerlendirilmemelidir. Eğer söz konusu alıntılar, günün gerçeklerini doğruluyorsa, bu, yazarın komplo teorisi meraklısı olmadığını, gelişmelere doğru açıdan baktığının göstergesidir.

Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, 7 Mart tarihli ve “ABD’nin Sürpriz Rakka Planı” başlıklı yazısında, “Washington Post, Pentagon’un Rakka operasyonunu YPG ile yapacağını esas alan bir yazı yazdı” deniyor. 

Yazıda özet olarak, Türkiye’nin yaptığı bütün önerileri dinleyen, ama dikkate almayan ABD’nin, Rakka operasyonunu YPG ile yapma konusunda kararlı olduğu vurgulanıyor ve durum, “ABD’nin Sürpriz Rakka Planı” olarak değerlendiriliyor. Bize göre ABD’nin bu kararı sürpriz değildir. ABD, bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) en önemli hedefi olan o ünlü koridoru hayata geçirme konusunda kararlıdır. 1991’de, I. Körfez Savaşı sonrasında uygulamaya koyduğu planı kararlılıkla sürdürmektedir. Türkiye, kendisini güney sınırları boyunca kuşatacak bu terör koridoruna şiddetle karşı olduğundan,  hem “dostları” hem de komşuları tarafından Ortadoğu denkleminden dışlanmaya çalışılmaktadır. 

ABD, Irak ve Suriye’nin kuzey parsellerinden Akdeniz’e uzanacak söz konusu koridorun içinden geçeceği coğrafya için gerekli gördüğü demografik temizleme operasyonunu, o coğrafyada egemen kılmak istediği unsurlarla sürdürmektedir. Irak’ın işgalinde Kerkük ve Erbil’de, IŞİD/DEAŞ’ın tek kurşun atmadan teslim aldığı Musul’da tapu ve nüfuz kayıtlarının yağmalanıp yakılması, yüzlerce yıllık Türkmen yerleşim birimlerindeki soydaşlarımızın IŞİD/DEAŞ eliyle katledilmeleri, göçe zorlanmaları, güney sınırlarımız boyunca ülkemizi kuşatacak olan Türkiye’yi, kantonlar oluşturulması “sürpriz” olarak nitelenecek bir durum değildir. 

Türkiye ile, derin tarihi ve kültürel bağları olan Ortadoğu arasında yeni bir demografik iklim kuşağı oluşturuyordu; bir duvar örülüyordu. Hedefi belli olan bu  operasyon Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından başlatılmıştı. Rusya ve İran’ın Esat’a destek vermeleri nedeniyle Suriye parselinde duraklamış olsa da, kararlılıkla sürdürülmektedir. O günlerden bu güne yazdığımız yazılarımızda, topraklarımızı üs olarak kullanan “dostlarımızın” Ortadoğu ve Ortadoğu’nun enerji kaynaklarına olan ilgilerinin nedenlerini irdelemeye çalıştık. 

EL BAB BAŞARISI “DOSTLARIMIZI” VE KOMŞULARIMIZI TEDİRGİN ETTİ

Devlet refleksiyle başlattığımız Fırat Kalkanı sürecinde, dostlarımızın hava desteği vermemelerine rağmen, TSK’nın El Bab operasyonunda gösterdiği başarı, Batılı “dostlarımızın da, Suriye’de nüfuz alanları elde etmek için savaşan dostlarımızın da karşımıza dikilmelerine neden oldu. Dönemin Başkan Yardımcısı Biden’ın medya önünde, “YPG Fırat’ın doğusuna çekilecek. Nokta!” demiş olmasına rağmen, ABD  sözünde durmadı. YPG’yi Münbiç’ten çekecek yerde, zırhlı araçlarla donattı, bayrağı altında korumaya aldı. Rusya destekli Esat ordusu, El Bab ile Münbiç arasında set oluşturdu, Rakka’ya uzanan yolu kesti. Suriye’de önemli nüfuz alanları elde eden İran, Halep’in Misak-ı Milli sınırlarımız içinde olduğunu bile bile, bizi Suriye’de “davetsiz misafir” ilan etti.

Türk’ün Ortadoğu coğrafyası ile bağlarının kesilmesi çalışmaları yeni değildir; Kırım Savaşı sonrasında Osmanlı’nın borç batağına sürüklenmesi ve Balkanlardan sökülüp atılması süreciyle paralel yürümüştür. O nedenle, I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesi ve kuzeyinde Çekiç Güç’ün kanatları altında bir devlet oluşturma çalışmaları başlatılmasından, günümüzde Suriye’de tanık olduğumuz gelişmelere uzanan süreçte yaşananların hiçbiri “sürpriz” değildir. Gelişmelerin arkasındaki dinamikler doğru okunduğunda fotoğrafın bütününü görmek hiç de zor değildi. 

Bakın neler demişiz, 9 Şubat 2016 tarihli ve “ABD ile Rusya’nın Ortak Korkusu” başlıklı yazımızda: 

“Suriye  parselinde kıyasıya bir rekabet yaşamakta olan ABD ile Rusya, Türkiye ve Ortadoğu’daki Türk varlığı söz konusu olduğunda, nasıl oluyor da birlikte hareket edebiliyorlar? Rusya ile ABD’yi Ortadoğu’daki Türk varlığını tarihten silme konusunda birlikte hareket etmeye razı eden korku nedir; neden korkuyorlar?” 

“ (…) Yıllardır Esad’a güçlü destek veren Putin Rusyası, New York’taki görüşmelerden (Eylül 2015) olumlu bir sonuç çıkmayınca, Suriye’deki çatışmalara ilk kez doğrudan katılma kararı aldı. Rusya’nın, “IŞİD/DEAŞ’ı bombalıyorum” gerekçesiyle düzenlediği hava saldırılarının hedefi, tarihi bir Türk kenti olan Halep ve Bayır-Bucak Türkmenleriydi.  

BOP BAĞLAMINDA BÖLÜNECEK ÜLKELERDE YENİ YENİ TÜRK DEVLETLERİNİN DOĞMA OLASILIĞI, ABD’Yİ DE RUSYA’YI DA KORKUTUYORDU 

Önceleri  IŞİD/DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği Türkmen kıyımını şimdilerde, rejim ordusuna verdiği hava desteği ile Rusya gerçekleştiriyor. Rusya ile ABD’yi Ortadoğu’daki Türk varlığını tarihten silme konusunda birlikte hareket etmeye razı eden asıl neden neydi?  Sorunun yanıtını bulmak zor değil.. ABD Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkelerin sınırlarını değiştirerek parçalamayı hedefliyordu. Fakat, sınırları değiştirilerek parçalanacak bu ülkelerin, özellikle Irak ve Suriye’nin demografik yapısı aynı kaldığında, buralarda yeni yeni Türk devletlerinin doğması da kaçınılmaz oluyordu.  Ortadoğu’da ortaya çıkacak yeni Türk devletlerinin, ortak tarihleri ve kültürel bağları nedeniyle, Türkiye ile ekonomik ve siyasi bağlantılar oluşturması, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ruhuyla uyuşmayan bir tablo ortaya çıkarıyordu. 

Bu olasılık, ABD’nin olduğu kadar, Rusya’nın da hiç işine gelmiyordu. Suriye’nin kuzeyindeki yerleşim birimlerinin adlarının değiştirilmesinin, yüzlerce yıllık Ayn-el Arap’ın Rojova’ya dönüştürülmesinin, Suriye’nin kuzey parselindeki Arap ve Türk nüfusun IŞİD/DEAŞ eliyle göçe zorlanmasının, PYD’nin ve vurucu gücü YPG’nin hem ABD hem de Rusya tarafından desteklenmesinin ardında bu ortak korku vardı, yani Ortadoğu’da yeni yeni Türk devletlerinin oluşma olasılığı.” 

“… ABD’nin ve Rusya’nın Suriye’deki kazanımlarını sürdürebilmeleri için dengenin Türkiye aleyhine bozulması gerekiyordu. Türkiye’nin kendi iç sorunlarına yöneltilmesi gerekiyordu. Halep ve Bayır-Bucak’taki gelişmeler ABD ve Rusya’nın Türkiye’yi Ortadoğu denklemi dışına savurmayı hedefleyen gelişmelerdir. Kırım Savaşı’yla çözülme sürecine sokulan Osmanlı İmparatorluğu’nun varisleri bugün Ortadoğu’da yeni bir varolma mücadelesi veriyorlar.  Sümerlerden saymaya başlarsak binlerce yıldır bayrak gösterdiğimiz coğrafyada buna benzer çok badireler yaşadık. Bu oyunu da bozacağız, ama olanları bilirsek, kurulmak istenen tuzakları daha kolay bozabiliriz.”

 16 Eylül 2016 tarihli ve “Türkiye’nin Oyun Kurucu Olması İstenmiyor” başlıklı yazımızda da şu konuya dikkat çekmeye çalışmışız: 

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayram mesajı olarak söyledikleri Türkiye’nin dik duruşunu, kararlılığını ortaya koyan ifadelerdir. “’Fırat Kalkanı’ bunun ilk adımıdır” vurgulaması operasyonun kararlılığını olduğu kadar, büyüme eğilimi göstermesi açısından çok önemlidir. Türkiye, bir bölgesel aktör olduğunu “Fırat Kalkanı” operasyonuyla kanıtlamıştır. Gelinen noktada Türkiye’nin başka türlü davranma şansı da yoktur; Batılı dostlarımız soğuk baksalar da, karşı çıksalar da sınırlarımızın güvenliği, ülkemizin birliği ve bütünlüğü açısından, Türkmeneli’nin çekirdeğini oluşturacak “Güvenli Bölge” bir zorunluluktur. Ve, riskli de olsa, gereği yapılacaktır.”

Henüz mürekkebi kurumamış olan 3 Mart tarihli ve “Trump Neden İstemiyor?” başlıklı yazımızda da, ABD’nin YPG ile dostluğunun nedenlerini irdelemişiz: 

“Türkiye-ABD ilişkilerine yön veren raporlarıyla tanınan Bipartisan Policy Center’ın  (BPC), Başkan Donald Trump’ın isteği üzerine hazırladığı raporda, “ABD ve Türkiye ilişkilerinin ABD’ye stratejik bir fayda sağlaması artık pek mümkün değil” deniyor.  

ABD’nin eski Türkiye büyükelçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın yanı sıra eski CIA’cı Henri Barkey’in de bulunduğu bir ekibin hazırladığı, “Ortaklık Mitinin Ötesinde: ABD’nin Türkiye Politikasını Yeniden Düşünmek” başlıklı rapordaki “ABD’nin IŞİD’i yenmek için YPG ile işbirliği yapmak istemesinin yanı sıra, iki ülkenin (Türkiye ile ABD) Suriye iç savaşına da yaklaşımı taban tabana zıt” değerlendirmesi, “Trump, Rakka operasyonunda Türkiye’yi neden istemiyor?” sorusunun yanıtını oluşturuyor.  

Çeşitli kumpaslarla, darbe girişimleriyle kolu kanadı kırıldı sanılan Türk ordusu çok riskli bir görevi başarıyla tamamlamış, DEAŞ’ın yerleşip kökleştiği El Bab’ı kontrolü altına almıştı. 23 Şubat’ta Tadif, Bizza ve Kabasin kasabalarındaki militanların da çekilmesiyle, El Bab bütünüyle DEAŞ’tan temizlenmiş oldu.  TSK’ın bu başarısının ardından Ankara’da ve Suriye’de başdöndürücü bir hareketlenme yaşandı.” 

“ (…) TSK’nin El Bab başarısından Rusya, İran ve Suriye kadar, ABD ile Münbiç ve Rojova’daki SDG de tegirgin olmuş olmalı ki, ABD Merkez Komutanlığı'ndan General Joseph Votel Rojava’ya geldi, Halk Savunma Birlikleri (YPG) öncülüğündeki SDG komutanlarıyla görüştü. DEAŞ’la mücadele için bölgeye daha fazla ABD askerinin getirileceği ve SDG’yi yeni silahlarla donatılacağı müjdesini verdi.”

TABLO İÇAÇICI DEĞİL, AMA…

Bir devlet refleksiyle gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında Ortadoğu’da oluşan tabloya baktığımızda, Türkiye açısından hiç de iç açıcı olamayan bir tabloyla karşı karşıyayız. 

Bölgede, ABD’nin BOP bağlamında kurmaya çalıştığı yeni düzenlemelere karşı çıkan ülkeler, baştan beri, Türkiye’nin de yanlarında yer alması gerektiğini savunuyorlardı. Türkiye ise, üyesi olduğu NATO şemsiyesi altında, BOP uygulamalarının kendisi açısından ne gibi sonuçlar üretebileceğini gerektiği kadar tartışmadan, Batılı dostlarının yanında yer aldı, topraklarında üsler kurmalarına, bölgenin siyasi haritasını değiştirmeye yönelik operasyonlar yapmalarına seyirci kaldı. 1991’de, gaza getirerek Kuveyt’e soktukları Saddam’ı, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle  tepeleyen, Irak’ın kuzeyini 36. Paralel boyunca koparan Batılı ortaklarının gerçek hedeflerini göremedi ya da görmek istemedi.. 

Türkiye bugün, Batılı dostların 1991’deki I. Körfez Savaşı’yla bölgenin siyasi haritasını değiştirmeye yönelik BOP’u uygulamaya soktuğunu görememesinin ve bir Dicle Kalkanı operasyonu yapmamasının, TÜRKMENELİ konusunu gündeme getirmemesinin sancılarını yaşamakta.. 

Türkiye bölgenin en önemli aktörlerinden biridir. Türkiye hesaba katılmadan Ortadoğu’da herhangi bir denklem kurmak mümkün değildir. Doğru, ama Türkiye bu gücünü, tarihinin ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinlikten almaktadır. I. Körfez Savaşı’ndan bu yana, Ortadoğu’nun siyasi haritasını değiştirmeye yönelik bütün operasyonlar, öncelikle, Türk’ün Ortadoğu’daki varlığını hedef alıyordu. 

TÜRKİYE OLMADAN BİRŞEY YAPAMAZSINIZ!

ABD Rakka operasyonunda Türkiye’yi yanında istemiyor; YPG Israrından vazgeçmiyor. Gerekçelerini de gizlemiyorlar: “ABD ve Türkiye ilişkilerinin ABD’ye stratejik bir fayda sağlaması artık pek mümkün değil.” 

ABD böyle sanıyor olabilir, ama tarihinin ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinlik ve jeostratejik konumu nedeniyle, Ortadoğu’da Türkiye’nin olmadığı hiçbir denklem kurulamaz. Kurulsa da uzun ömürlü olması mümkün değildir. ABD’li dostlarımızın da, komşularımızın da bu gerçeği görmeleri gerekir.