GİRİŞ:
İnsan topluluklarını millet hâline getiren en önemli unsur şüphesiz kültürdür. Kültürün en mühim unsuru da dil ve dindir. Dinin kültür içerisindeki yeri asla inkâr edilemez. Fakat dinimizi öğrenmek için dil, vazgeçilmez vâsıta olduğundan dil, önce ifâde edilmektedir.
Târih boyunca devletler yıkılıp yok olmuş, dilini kaybetmeyen milletler, yeniden bir devlet çatısı altında toplanabilmişlerdir. Dilini kaybeden milletler ise kültürel erimeye mâruz kalarak târih sahnesinden silinmişlerdir.
Türk milletinin kimilerine göre 4.000, kimilerine göre 40.000 yıllık târihî geçmişi vardır. Bu süre içerisinde Türk milleti, vatanını ve bayrağını, hattâ dinini değiştirmiş fakat dilini asla değiştirmemiştir.
Türkler, hâkimiyeti altında bulundurdukları milletlerin dillerinden çok sayıda kelime almışlardır. Fakat o kelimeleri kendi dil zevklerine uygun telaffuza kavuşturmuşlar, öz malları hâline getirmişlerdir. Klasikleşmiş bir benzetme ile denilebilir ki; Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye ve diğer ulu câmilerimizin, saraylarımızın, köşklerimizin ve yalılarımızın taşı, mermeri, halısı, avizesi ve diğer bütün malzemeleri başka başka ülkelerden getirilmiş olsa bile, hiçbiri ‘bizim’ olma husûsiyetini kaybetmez. Dil de öyledir. Kelimeler yabancı olabilir. Telaffuzu, söz dizimi, kelime üretme usulleri Türk dilbilgisi kaidelerine uygun ise, ihtiyaç hâlinde kelime alınabilir. Zâten Türk milletinin genlerinde ırkçılık düşüncesi yoktur. Dolayısıyla kelime ırkçılığı da bulunmaz.
Buna rağmen dilimiz çok büyük ve mühim problemlerle karşı karşıyadır. Bu problemleri 4 ana grupta toplamak mümkündür:
1- Türkçe karşılığı varken batı dillerinden alınan ve batılıların telaffuzu ile kullanılan kelimelerin çokluğu,
2-Yabancı dille eğitimin, yabancı dil öğrenilmesi yerine tercih edilmesi,
3- ‘Türkçe ile ilim yapılamaz’ iftirası,
4- ‘Sâdeleştirme’ görüntüsü içerisinde ‘tasfiye’ hareketleri ve 3-4 ayrı mânâyı, bâzen de ‘yoğun’ kelimesinde olduğu gibi birbirinden farklı 12 mânâyı ifâde eden kelimeler yerine tek bir kelime kullanılması ve Türkçemizin fakirleştirilmesi,
5- İnternet Türkçesi…
Çok müessif bir hâdisedir: Türkiye’mizde doçent olabilmek için yabancı dil imtihanı yapılır da, profesörlerin Türkçe bilip bilmediği ile hiç mi hiç ilgilenilmez. Onların yetiştirdiği talebelerin ekseriyeti de hâliyle Türkçenin inceliklerine husûsiyetlerine vâkıf olmadan üniversite diplomasına sâhip olurlar. Diğer taraftan Türkçe şuuruna sâhip olamamış insanlarımız, gazetecilerin, siyâsilerin, sanatkârların, radyo-televizyon spikerlerinin kullandığı bir kelimeyi câhil özentisi ile derhal benimsemektedirler.
14 Ağustos 1974 târihinde Rahmet-i Rahman’a uğurladığımız Nihat Sâmi Banarlı, karşı karşıya bulunduğumuz büyük tehlikeyi, yıllar öncesinden sezinlemiş olacak ki şöyle demişti: 
‘Şu fâni dünyâ saadetleri içinde hiçbir şey, azîz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir. 
Vatan çocuklarına bir milletin yarattığı ve yaşattığı dili; bütün güzellikleri, incelikleri, yücelikleri ve güzel sesleriyle öğretmek… 
Onları, böyle bir dilin sihirli ifâdelerine yükselterek; her an, daha çok duyan, düşünen, anlayan ve üreten insanlar olarak yetiştirmek… 
Dilin, böylesine tılsımlı vâsıta olduğunu bilmek ve bütün bunları, bilerek, severek yapmak… 
Burada cesaretle söyleyebilirim ki yeryüzünde nice insan, böyle büyük bir sanatın, böyle şerefli bir hizmetin vazifelisi olduğunu düşünmemiştir. Çünkü bilindiği ve zannedildiği gibi, bu güzel hizmet, yalnız dil ve edebiyat hocalarının vazifesi değildir. Muallimler, hangi dersin hocası olurlarsa olsunlar, Türk çocuklarına her şeyden çok Türkçeyi öğretecek, onlara, anadillerinin ses ve söz güzelliklerinden, ifâde ve mânâ zenginliklerinden güfteler ve besteler vereceklerdir. Öğretmen değil de anne ve baba iseniz, abla ve ağabey iseniz, bu sizin daha sevgili vazîfenizdir. Yavrularınıza, sözlerini halk dehâsının yarattığı ve bestesi yine halk sanatından yükselen ninniler söylemekten başlayarak, öğreteceğiniz en güzel şey, Türkçedir.
Aradaki fark, bunu bilmekte ve bunu Türkçenin bütün incelik ve güzelliklerini benimseyerek, zevkle ve ülkü ile yapmaktadır.
Çünkü diller, milletlerin en aziz, en tılsımlı, en kıymetli servetleridir. Çünkü dillerin bir ses güzelliği ile dalgalanıp bir duyurma, anlatma ve inandırma gücüne ulaşmaları, kısa zamanda olmamıştır.     
Çünkü yeryüzünde diller kadar millet ferdlerini birbirlerine bağlayan, onlara birbirlerini sevip anlamakta, hele sevgilerini dile getirmekte yardımcı olan başka kuvvet mevcud değildir.
Dilimiz, bir çıkmaz sokağı getirilip bırakılmıştır. İlânihâye orada kalamaz. Mutlaka kurtarılacaktır. Kurtaracak olanlar, ‘dersimiz Türkçe’ yerine ‘derdimiz Türkçe’ diyenler olacaktır.
Güzel Türkçemizi kaybettiğimiz takdirde, candan azîz vatanımız dâhil, kaybedilecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.  
İyi okumalar…     


Oğuz Çetinoğlu: Türkçemizin tahribâta mâruz kaldığı kanaatinde misiniz?  
D. Mehmet Doğan: Bu hususta şek ve şüphe yok...

Çetinoğlu:
Tahribatın sebebiyet vereceği menfî durumlar hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Doğan: Kekeme olduk; sadece konuşma kekemesi değil, yazımızda ve düşünmemizde de rekaket var. Zihnî melekelerimiz dumura uğradı. Yüzlerce yıl kullanılmış, anlam alanları teşekkül etmiş kelimeler terk edildi, yerine konulan kelimeler onların yerini tutamadı, bu sefer de batıdan kelime ithaline giriştik. Yüz yılı edebiyat ve düşünce açısından kaybettik. Yeni yeni kendimize geliyoruz.

Çetinoğlu:
Mâruz kaldığımız, kalacağımız zararların en aza indirilmesi için tavsiyeleriniz nelerdir?
Doğan: Öztürkçe, arı dil saplantısından kurtulup Türkçenin bütün kelimelerine sahip çıkmak şart. Yüzyıllar boyunca kullandığımız kelimelerin etnik kökenini araştırmamalı, onların dil ve ifade aracı olarak değerini esas almak şuur haline gelmeli.

Çetinoğlu:
Türkçemizi tahribâta mâruz bırakanların zihniyet itibâriyle târifini yapmanız, maksatlarını yorumlamanız mümkün mü?  
Doğan: Çok çeşitli sebeplerle dilimizle oynandı, bu oyunun içinde olanlar da bu yüzden çeşitli. Medeniyet dilimizi etnik dile tahvil etmek için yola çıkanlar aynı zamanda kelimelerin arka planındaki medeniyet geçmişimizi zihnimizden silmeyi hedeflediler. 20. yüzyılda sanki güçlü bir dil ve edebiyat varlığımız yokmuş gibi sıfırdan başlamaya zorladılar. Dil devrimini millî proje gibi sundular, fakat gaye olarak batı medeniyet dairesine girmeyi esas aldılar. Hatta 1930’larda Türkçenin de diğer Avrupa dilleri gibi Hind-Avrupa dil ailesinden olduğunu, Türklerin ırk olarak ari ırka mensup bulunduğunu iddia ettiler. Bugün bize acayip gelen akıldan, mantıktan ve ilimden uzak tezler ortaya attılar. Türkçeyi doğu dillerinin boyunduruğundan kurtardıklarını ilan ettiler fakat batı dillerinin istilasına sonuna kadar açtılar.

Çetinoğlu:
Türkçemizi batı dillerinin istilasından korumak kimlerin, hangi kurumların vazifesidir?
Doğan: Okuyan yazan herkesin vazifesidir. Türkçenin zengin kelime haznesinden seçilen kelimeleri kullanarak Türkçe düşünmek, konuşmak ve yazmak mümkündür. İhtiyaç olduğunda batı dillerinden kelimeler de bu kadro içinde yer alır. Fakat dilimizde karşılığı olan kelimeler ve kavramlar için böyle bir ödünçlemeye ihtiyaç yoktur.
Tabii ferden yapacaklarımız yanında, maarifin, yani öğretim kurumunun, üniversitelerin yapacağı işler vardır, basın ve yayın kuruluşlarının sorumlulukları vardır. Bir de Dil Kurumumuz olduğunu unutmayalım. Nedense en son o hatıra geliyor!

Çetinoğlu:
Bu kişi ve kurumlar vazifelerini yapabiliyorlar mı?  
Doğan: Türkiye’de neredeyse yarım asır bir yanlış dil şuuru üretildi, nihayet o yanlış şuurdan kurtuluyoruz. Fakat yerine koyacağımız doğrusu üzerinde bir mutabakatımız yok. Herkes kafasına estiği gibi hareket ediyor. Türkçenin ülkemiz ve bölgemiz için vazgeçilmezliği üzerinde düşünülmüyor. 

Çetinoğlu:
İnternet, ‘yeni nesil Türkçesi’ olarak adlandırılan acayip bir yazı dilinin oluşmasına sebebiyet verdi:  ‘burası asq yuvası diil beni duyuyomusun’  ‘o chımarıc adam’, ‘slm’, ‘bana alo yap’ ve benzeri cümleler yazılıyor. ‘Bu çarpıklıklar günün birinde sona erer…’ diye beklemeli miyiz, ‘Çâresi yok…’ Deyip katlanmalı mıyız?
Doğan: Teşekkül halinde bir alan üzerinde konuşuyoruz. Bazı aşırılıkların geçici olduğunu, bazılarının kolaycılıktan kaynaklandığını düşünebiliriz. Elbette her yerde dil hassasiyeti aramalıyız.

Çetinoğlu:
Batı dillerindeki kelimelerin istilasına mâruz kalmış bir Türkçenin devletimize ve milletimize vereceği muhtemel zararlar nelerdir?
Doğan: Batı dillerinden her iktibas yeni iktibasları davet ediyor. Cümle yapısını etkileyecek bir ithal kelime bolluğu ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu öztürkçe kopuşu kadar, belki ondan da daha tehlikeli bir gidiştir. Medeniyet iddiasında olan bir toplum, medeniyet dilini inşaya mecburdur. Bu da köklerini bilmek ve o kökler üzerinde yükselmekle olur.

Çetinoğlu:
Türkçeyi doğru ve güzel konuşup yazmanın, konuşup yazana sağlayacağı faydalar nelerdir?     
Doğan: En başta anlaşma kolaylığı. Birbirimizi daha iyi anlarız. Dilin, edebiyatın tadına varırız. Bugünün edebiyatından dünün edebiyatına açılmamız kolay olur.

Çetinoğlu:
Devrik cümle hakkında neler söylemek istersiniz?   
Doğan: Yerinde kullanılırsa, devrik cümle de güzel olabilir. Fakat devrik cümleyi standart sözdizimi haline getirmek cinayet olur.   

Çetinoğlu:
Türk dilinin kelime envanterini çıkarmak, anaokullarından itibâren üniversitelere kadar bütün öğretim-eğitim kademelerinde, devlet dâirelerinde ve devletin kontrolü altında bulunan kuruluşlarda, bu envanterdeki kelimelerle konuşmayı ve yazmayı kanunî müeyyidelerle temin etmek gibi bir sistem düşünülebilir mi?
Doğan: Kültürel alanın kanunla tanzimini doğru bulmayanlardanım. Bu zorlama ile değil, kendiliğinden ve şuur sahiplerinin çabalarıyla olmalıdır.  

Çetinoğlu:
Dilimize yerleşen, halkın malı olmuş, Türkçeleşmiş hatta tâbir yerinde ise ‘Türkleşmiş’ kelimelerin, Arapça ve Farsçadan geliyor diye atılması, yerine İngilizce ve Fransızca kelimelerin konulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?  
Doğan: İslâm dünyasının üç büyük medeniyet dili var: Arapça, Farsça ve Türkçe. Bu üç dil arasında alışveriş olağandır. Farsça bir sözlükte çok sayıda Arapça kelimeler bulunabilir. Ardından Türkçe kelimeler gelir. Arapça sözlüklerde de Farsça ve Türkçe kelimeler binleri bulur. Bu diller arasındaki alışveriş güçlü bir medeniyet ortaya çıkarmıştır. Biz Arapça ve Farsça kelimelere dahi kendi kelimelerimiz gibi hükmetmişizdir. Hatta İstanbul’da anlam kazandırılan arapça ve farsça kelimeler bu dillerin coğrafyalarında da o anlamlarıyla kullanılır olmuştur. Bu itibarla zaruret olmadıkça batı dillerinden kelime iktibasını gerekli görmem.

Çetinoğlu:
Yalnızca yabancı asıllı olması, bir kelimenin dilden atılması için yeterli sebep midir? Kelime tasfiyesi nasıl ve ne şartlarda gerekli olur?
Doğan: Kelimelerden etnik menşe sormak hatanın büyüğüdür. Eski Türkçeden intikal etmiş nice kelimeler var ki ya Soğdça, ya Sanskrit dilinden, Çinceden veya Moğolcadandır. Kelime tasfiyesi değil, sadeleşme esas olmalıdır. Başlangıçta böyle düşünülmüş, sonra iş çığırından çıkmıştır.

Çetinoğlu:
Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı olarak üretilen veya batı dillerinden alınan kelimeler, kısa zamanda ayrık otu gibi, salgın hastalık gibi Türkçemizi kuşatıyor. Sebepleri ve çâreleri hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz?  
Doğan: Maalesef bir dönemde uydurulan bazı kelimeler Türkçe açısından kusurlu olmalarına rağmen devlet zorlamasıyla kullanılır oldu. Bunların bir kısmı zamanla dile yerleşti. Bir kısmı ise yaygın olarak kullanılmıyor. Öncelikle bunlardan vazgeçmemiz gerekir. Dilimizin kaidelerine ve ruhuna uygun olan bazıları ise artık dilimiz malı olmuştur.
Çetinoğlu:
Türkçemizin yozlaşmasını, fakirleşmesini önleme konusunda, sorularla sınırlı kaldığınız için belirtemediğiniz düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Doğan: Teşekkür ederim. Yeni bir bahis açmak, sözü uzatmak olur. 

Hâl-i pür melal: Bir şeyin can sıkıcı, dertli ve biraz da utanılması gereken durumunu ifade etmek, gözler önüne sermek için kullanılan bir deyimdir.


D. MEHMET DOĞAN:
1947 yılında, Ankara’nın Kalecik ilçesinde doğdu.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan 1972 yılında mezun oldu.
1972-1974 yıllarında Türk Tarih Kurumu Yeni Türkiye Araştırma Merkezi’nde, 1974-1975 yıllarında Dergâh Yayınları’nda, 1977-1978 yıllarında TRT Kurumu’nda çalıştı.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluş çalışmalarını yürüttü ve Birlik Yayınları’nı kurdu. 1980’de Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi’nde sözleşmeli film yapımcısı ve senaryo yazarı olarak çalışmaya başladı. Film Denetleme Kurulu üyeliği yaptı. Zaman Gazetesi’nin yayın kurulunda yer aldı ve bu gazetede 1986-1987 yıllarında ‘Kimlik’ başlığı altında günlük, 1991-1992 yıllarında Yörünge Dergisi'nde haftalık yazılar yazdı. 1991-1993 yıllarında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yazarlık dersleri verdi. 1994-1996 yıllarında Vakit (Akit) gazetesinde günlük yazılar yazdı ve aynı yıllarda Birlik Medya A.Ş.’nin Genel Müdürlüğü’nü yaptı. TBMM tarafından Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliğine seçildi. Bu görevi 1996’dan 2005 yılına kadar devam etti.
Hareket, Türk Edebiyatı, Mavera, İslâm, İlim ve Sanat, İzlenim ve Nehir dergilerinde yazdı. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ve Türk Aile Ansiklopedisi’nin yayınını yönetti. Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı ve Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın kurucularından olan Doğan, 1978-1996 yılları arasında Türkiye Yazarlar Birliği’nin genel başkanlığını yaptı. Hâlen Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı’dır ve Derin Tarih Dergisi’nde yazmaktadır. 
Yayınlanmış Eserleri;
Batılılaşma İhaneti: (1975, 35. Baskı), Tarih ve Toplum - Toplum Yapımızın Tarihi Oluşumu: (1977), Büyük Türkçe Sözlük: (1981, 25. Baskı), Dil Kültür Yabancılaşma: (1984, 5. Baskı), Okullar İçin Büyük Türkçe Sözlük: (1984), Halka Karşı Demokrasi: (1988), Camideki Şair - Mehmed Âkif: (1989, 5. Baskı), İlk Sözlük: (1989), Türkiye'de Darbeler, Müdahaleler ve Siyasî Sistem: (1990), Bir Savaş Sonrası İdeolojisi: Kemalizm: (1992), Kültürel Savaş ve Savaş Kültürü: (1992), İletişim veya Dehşet Çağı: (1993), Temel Büyük Türkçe Sözlük: (1994), Kitaplık Kılavuzu: (1996), Türkistan - Türkiye Gergefinde İran: (1996), Turkendülüsiye-Hilâl Operasyonu: (1998, 2. Baskı), Bir Lügat Bulamadım: (2001, 2. Baskı), Yüzyılın Soykırımı: (2004, 3. Baskı), Mağlubiyet ideolojisinin Sonu: (2007, 3. Baskı), Devlet Sözlük Yazar mı?: (2007), İslâm Şairi-İstiklâl Şairi Mehmed Akif: (2. Baskı, 2008), Son Darbe Ergenekon: (2010),  Türk Kimliğinin Coğrafyaları: (2010),  Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş: (2013),  Ömrüm Ankara - Bir Ankara Şehrengizi: (2014), Kelimelerin Seyir Defteri: (2015).