2013 yılında 663 sayılı KHK ile birlikte yürürlüğe giren yabancı hekimler ile ilgili bir KHK gündemdeydi. Bu KHK ile birlikte hekimlerin dil yeterliliklerinin sorgulanıp sorgulanmadığı, aldıkları eğitimin Türkiye için yeterli olup, olmadığı bilinmiyordu. Türk vatandaşı olmadıkları için hangi konularda ne kadar sorumlu olacağı da bu durumda kestirebileceğimiz bir şey değilken, ne hasta mahremiyeti ne de yanlış teşhisler için aradaki iletişimsizliğin sorumluları elbette meçhul olacaktı. 

2014 yılında ise Türkiye’nin yirmi bin uzman, on bin pratisyen hekim açığı olduğunu vurgulayan dönemin Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, düzenlemedeki Türkçe bilme zorunluluğunu eleştirerek bu durumun tercüman ile aşılabileceğini belirtmişti. Hatta sözlerini de şöyle süslemişti; “Gelişmiş ülke hekimlerinden çok talep yok. Düşünebiliyor musunuz, 35 yaşında doçent olmuş, belli bir marka değeri olan hekime diyoruz ki; “Türkçe bilmeniz gerekli!” Oysa, yanına iyi bir tercüman ver. Çünkü bize onun mesleği, bilgi birikimi, icrası lazım!” Hmm, enteresan!

 Bugünlere gelecek olursak da başka bir bilanço çıkıyor tabii! Sağlık Bakanlığı’nın sitesinde yayınlanan 182’nci Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemlerinde Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi’ni imzalayan hekim listesini incelediğimizde, atama bekleyen yüz binlerce Türk hekim varken, ülkelerinde meslekleriyle ilgili sicilleri nasıl olduğunu bilmediğimiz ithal hekimlerin ellerine teslim edildiğimizi anlamıyorum. Benim gibi düşünen pek çok insan mevcut. Bunlardan biri de CHP Ankara Milletvekili Murat Emir. Geçtiğimiz günlerde gerekçe gösterilmeden ataması yapılmayan hekimleri ve son dönemde yaygınlaşan yabancı hekim atamalarını Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya sormuştu.

Önergesinin gerekçesinde ise hekim ihtiyacına vurgu yapmış, en erken 2024 yılında kapanacak hekim açığına, Sağlık Bakanlığının yabancı hekim çalıştırma düzenlemesi yaparak çözüm bulduğunu hatırlatarak; hekim açığına rağmen Sağlık Bakanlığının son atamada bin beş yüzün üzerinde hekimin atamasını yapmadığını, bunun yerine yabancı hekimleri atadığını iddia etmişti.  Havada asılı kalmasının sebebi doğru bir eleştiri olmasıydı. Çünkü birileri ısrarla burayı göçmenler ülkesi yapmaya çalışıyor. 

Bu ülkenin vatandaşları olan bizler ise bu durumun manasızlığını düşünüp, duruyoruz. Türkiye’de KPSS üçüncüsü yapılan bir mülakat ile elendi. Öğretmenler atama yapılmadığı için intihar etti. Bu pespaye kararların hiçbir açıdan doğruluğu yok. Bu ülkenin vatandaşını, öğretmenini, doktorunu ziyan ediyor; parlak beyinlerin her birini çürütüyorlar. Bizler sessiz kalarak bunların gerçekleşmesine ve bu beyin cinayetlere ortak oluyoruz!

Daha da açalım; devlet eliyle açılmış ve devlet izni olan cemaat dershanelerine gittikleri için halen tebligat bekleyen hekim adayları var. Bu ülkenin vatandaşlarından toplanmakta olan vergilerle kurulan üniversiteler, ebeveynlerin güçlükle okuttuğu hekimlerin atamalarının yapılmaması vicdan yoksunlarının yapabileceği bir şeydir. Güçbelâ okutulan bu insanlar, haybeye sebepler uğruna yok sayılıyorlar. Aksi halde neden bu ülkenin suyunu içmiş, aşını yemiş, havasını solumuş insanlarımız dururken ithal hekim atamalarını konuşalım?

Artık şu Arap seviciliğinden kurtulmalıyız. Ve on beş, on altı yıl önceki eğitim sistemine dönebilseydik belki de eğitimle ilgili çoğu sorun çözülecek, kadrolar nepotizmle kurulmayacaktı. Fakat bir felaketin içerisinde hissetsek de umudumuzu yitirmememiz gerekiyor. Ülkede şu anda altmışı devletin olmak üzere seksen iki Tıp Fakültesi olduğunu öğrendim. Edirne’den Kars’a kadar fakültesi açılmış, ama buna rağmen ithal hekim peşine koşuyorsak, bir sorun var. Çünkü sağlıkta reform yapmak böyle bir şey değil!