BENİM DİGİN DİKRANUHİM: (1910 – 1993) 

Evet! 1910 yılında; Yeşilköy-İstanbul’da dünyaya gelen, Digin Dikranuhi, merhum Sayacı Hagop Usta’nın refikası, manevi evlâdım Bedros Allahverdi’nin annesi ve bendenizin manevi ablasıdır. 

Merhum Digin Dikranuhi Allahverdi, tek bir gün olsun kendisine ayırmamış, hayatı boyunca hep başkalarına hizmet ve yardım edebilmek için çırpınıp durmuş, sadece bundan zevk alarak ömür tüketmiştir. 

Tek kelime ile, o bu emsalsiz meziyetin duayenlerinden olarak, kalplerimizde yer etmiştir. Merhumeyi tanıdığım 1965’lerde; orta boylu, beyaz tenli, kır saçlı, güler yüzlü, hafif tombulca bir Hanımcıktı ki, benim hafızamda hep öyle kaldı. 

Hemen her Ermeni kadını gibi, gayet mahir bir aşçıydı. Nitekim; “Pirelli Firması” ortaklarından merhum, Akosman Bey’in özel aşçısı olarak emekliliğine kadar aynı işinde kalmış olması, O’nun aşçılık mesleğinde nasıl verimli olduğunun başlıca ispatıdır. Zira, merhum Akosman Bey, yemek hususunda titiz oldukları kadar, yemeğe de pek düşkün oldukları, yakınlarınca bilinmektedir. Ancak, günümüzdeki Ermeni kadınlarında bu meziyet büyük çapta kaybolup gitmiştir... 

Hiç unutmam ve zaten unutabilmeme de imkan yoktur. Zira hafızamda yer etmiş değil, adeta kazınmıştır. 1970’li yıllarda maddi açıdan son derece kıvrandığım günlerden birinde, halimi görerek beni teselli edebilmek, sıkıntımı bir nebze olsun dağıtabilmek maksadıyla gayet mükemmel bir sofra hazırlamış ve benim pek sevdiğim “midyeli pilavı” da eksik etmemişti ki, tadı hâlâ damağımdadır. Yanlış anlaşılmasın “Midye Salma” değil, “Midyeli Pilav”dan söz etmekteyim. 

Benim çalışma odama gelerek, bendeki küçük masada o muhteşem sofrasını kurup karşıma geçti ve şefkat dolu bir bakışla tebessüm ederek: (Baron Levon! Sen sanatçısın, bu yolu kendin seçmişsin. Bilirsin, sanatçılar pek kazanç sağlayamaz. Dur bakalım daha çok gençsin, gün doğmadan neler doğar.) diyerek beni teselli etmeye çalıştı ve bana (50 Lira) harçlık verebilmek için hayli ısrar etti ve sonunda bizim zengin olmamamız, yardımlaşamayız manasına gelmez. Zaten bir borç olarak veriyorum diyerek maddi yardımını kabule mecbur kıldı. Ancak, sevinç ve hüzün karışımı bir hissiyatla her ikimiz de ağlaşmıştık, lâkin bana lütfettiği ziyafet de gerçekten değmişti. 

Evet Digin Dikranuhi böylesine candan ve cefakar bir insandı. Ancak, onun saf ve mütevazı görünümüne aldananlar, onu sömürmeye kalkarlar ve bilmezlerdi ki, Digin Dikranuhi, iç güdüsü son derece güçlü olan bir yaradılıştaydı ve böylece muhatabının nasıl duygular taşıdığını rahatlıkla anlar ve fakat hiç mi hiç yüze gelmeden her ne isteniyorsa, verirdi ki, yakın akrabaları dahi onun bu hasletinden hayli faydalanmış ve kendi maddi durumları beklediklerinden ziyade gelişince de, ondan uzaklaşmışlardı. 

Evet, insanoğlu bu derece alçalabilecek kadar, seviye düşüklüğü gösterebilmektedir... 

Evet! 1993 yılında Hakkın Rahmetine kavuşan Digin Dikranuhi işte böylesine nadide bir değerdi. 

Hz.Allah gani, gani rahmet eylesin huzur içinde yatsın. 

MUHTARLARIN DUAYENİ, MUHTAR ŞABAN ACAR BEY

En az Yeşilköy adının konduğu tarih kadar eski, Yeşilköylü Muhtar Şaban Acar Bey; gerçekten de Yeşilköy Muhtarlarının duayeni lakabına hak kazınmış bir kadim Muhtardı. 

Yeşilköy’ün Müslim, Gayrı Müslim bütün sakinlerinin saygı ve sevgisini kazanmış olan bu asırlık çınar, hakiki manada bir İstanbul Beyefendisi idi. Tren İstasyonu’nun hemen girişinde küçük “Tütüncü dükkânında; “Sigara, Gazete ve meşrubat’ın yanı sıra”, Muhtarlık görevini de bu mekânından yapardı. 2003 yılında Muhtarlığı devrettiği yeni Muhtara yardım ederek, “Muhtar yardımcılığı” görevi ifa etmekle; günümüzün tembellerine ibret levhası teşkil etmekteydi. 

BALIKÇI GÜZEL ONNİK – “Kum-Kapulu” 

Mehrum “Güzel Onnik”, Yeşilköy Balıkçı Sahili’nin renkli simalarından olmasına rağmen, aslen Kum-Kapu Balıkçı ekolündendir. 

Lâkabı: “Güzel Onnik, Süslü Onnik, Sahilin Gülü Onnik” gibi yakıştırmalarla bezenmiş olmasına rağmen; güzellik veya yakışıklılık açısından hiç mi hiç nasiplenememiştir. 

Hırsı her an burnunda, hemen bir çok denizcinin olduğu gibi, yüzü hayli esmerleşmiş, yüzünün tam merkezine oturmuş olan dolma burnu ise, fizyonomisindeki aksesuarı tamamlamış olmaktaydı. 

Balıkçı Onnik, su katılmamış bir somurtkan ve tam manada aksi bir huyu olmasına rağmen; kendisini bu haliyle sevdirebilmiş ender şahıslardandı. 

Kıçtan takma motorlu bir balıkçı kayağı, iki adet de bottan biraz büyük mesire sandalı vardı. Bu iki sandalını her yaz kiraya vererek, açıktan üç-beş kazanabilmeye çalışırdı. 

Yeşilköy Balıkçılarının başlıca zevki Güzel Onnik’i kızdırabilmekti ki, bir seferinde öylesine dalına basmışlar ki; kendileriyle birlikte bütün Yeşilköy sakinlerinin adeta künyeleri okunmuş... Böylesi anlarda, Güzel Onnik’in o haşmetli dolma burnu öylesine kızarırdı ki, kapkaranlık yüzüne adeta renk gelirdi... 

Bu enteresan Balıkçı, uygun bulduğu günlerde mahalle aralarında da “olta-balığı” satar, oradan da nasip almaya çalışırdı ki, bu çavela balığı gururla dolaştırırdı ve onun bu hali de gerçekten görmeye değerdi. Zira semt kadınları, onu kızdırmktan bayağı zevk alır; üstüne, üstüne gidercesine; almak istedikleri balığın fiyatını sorduktan sonra, “Ermeni şivesiyle”: 

(-: Zo Onnik Açkıt çıkorna... As kinin Uskumru gıllı mi, Levrek mi veroorsun!) 

Onnik: (-: Biloorsun Kuyrik: Ben sana balık satarsam, denizdeki bütün balıklar bana küserler!) 

Yukarıda numunesini sunduğumuz seremoni öylece sürer gider. Lâkin çaveladaki bütün balıklar da satılırdı. Hem de Onnik’in istediği fiyata. Zira, bizim bu yakışıklı(!) Balıkçıyı hemen herkes severdi. Sattığı balıklar ise, bizzat tuttuğu gerçek “Olta Balıkları” idi. 

Sattığı balıklara hiçbir zaman fahiş fiyat istemez, hemen herkesin Marmara’nın nefis balıklarından tadabilmesini sağlamaya çalışırdı. Ve zaten “II. Cihan Harbi yıllarıydı. Para ise Aslanın ağzında değil, midesinde idi...”

YEŞİLKÖY’ÜN MEŞHUR FAYTONLARI

<FAYTONCU TANİK DAYI VE FAYTONCU ELMAS>

Takriben 1970’lere kadar, Yeşilköy’ün adeta simgesi olan Faytonlar, 2003’lerde tecridi şekilde Yeşilköy’ün gündelik hayatından çekilmeye başlamıştı. Günümüzde ise (17 Mayıs 2015 Pazar) tek tük görülebilmektedir o da daha ziyade Yeşil-Yurt cenahında. 

Bunun başlıca iki sebebi vardır: Birincisi Yeşilköy’ün bir şehir kasabasına dönüşmesi. İkincisi ise; Fayton kültürümüzün tamamen kayıplara karışmış olmasından doğmuştur. 

Yeşil-Köy’ün gerçek manada bir şehir köyü olduğu yıllarda, köy sakinlerine gelecek olan misafirler, tren istasyonundan çıkar çıkmaz, hemen karşısında müşteri bekleyen faytonlardan birisine gider: “Ahmed Bey’e veya Artin Efendiyi’ye çek” demesiyle kendisinin adını verdiği zatın evine götermeleri bir olurdu. 

Bu durum hemen her Köy sakini için geçerli idi. Yani böylesine istisnai bir durum için ille de meşhur bir kimse olmanız söz konusu değildi. Zira burası nihayet bir köydü ve hemen her köyde olduğu gibi sakinleri birbirlerine tanırlardı. Hele Faytoncular ise meslekleri icabı bütün köyü bir bütün olarak bilirdi. 

Fayton sefası açısından bakılacak olursa; “Marmara’nın Adaları’ndan hiçbir farkı yoktu denebilir. Yeşilköy’de nihayeti bir sahil semti idi. Dolayısıyla burada da “Marmara Denizi”nin nefis iyot kokusunu teneffüs edebilirdiniz. Yeşilköy’ün Faytonları ise, gayet fiyakalı yepyeni pırıl, pırıl arabalardı. Ancak, “Faytoncu Tanik Dayı”nın Faytonları bir başka güzeldi. Tanik Dayı’nın Faytonları ve atları, gerçekten zevkle temaşa edilebilecek seviyede özelliklere haizdi. Mesela: Atları, yarış atlarının bir benzeri nefis hayvanlardı. Faytonları ise; sancak-iskele, olarak her iki tarafı ışıklandıran nefis pirinç fenerleri, kadife döşemesi ve hasır işlemeli arabaları, gerçekten meslektaşlarını kıskandıracak seviyede özelliklere haizdi. Faytoncu Tanik Dayı’nın Fayton sürücüleri, seyisleri ve aynı zamanda hayvancılık da yaptığı için çobanlarının toplamı (15-20) yi bulmaktaydı ve onların her nevi bakımını yapmakta Tanik Dayı’ya düşmekteydi. 

Personelinin her ihtiyacını alasıyla karşılar ve onlardan da gayet olumlu hizmet beklerdi ki, personeli de ziyadesiyle vermekteydi. Yani, Tanik Dayı her ne ekmişse, onu biçmekteydi. 

FAYTONCU ELMAS – “Kum-Kapulu” 

Kum-Kapu’nun meşhur Meyhanecilerinden merhum, namı değer Çamur Şevket’in garsonlarından ve Kum-Kapu’nun meşhur İşkembeci Biraderlerin en büyüğü ve ayrıca, 50’li yılların ortalarında Kum-Kapu Tren İstasyonuna yakın mesafede bulunan (YÖN Meyhanesi) sahibi meşhur Elmas, 1957’lerde Yeşilköy’e gelerek, Meyhanecilik mesleğini bu mahalde yapmayı düşünerek, Yeşilköy’ün meşhur “Fener Gazinosu”nun Şef-Garsonluğu ile işe koyuldu ve Gazino kapanıncaya kadar Şef Garson sıfatıyla işine devam etti. 

Daha sonra bir Fayton arabası satın alarak Faytonculuğa başladı ve 1997’lere kadar bu meslekte isim yapacak derecede Faytonculuğu sürdürdü ki; diğer işlerinde nasıl ihtimam göstermişse, Faytonculuğu da aynı ihtimamı gördü ve gayet nefis Faytonu ile isim yaptı. 

Faytonculukta son bulunca bu sefer “MİGROS”un karşı sırasında kendine has bir tarzda: Belediye Otobüsleri Durağı kenarında: İETT Otobüsü biletleri ile kağıt mendil satmaya başladı. Kum-Kapu’dan tanıdığım bu enteresan insanı son olarak, 2003 senesinde görebilmiştim.