Prof. Dr. Michael Dylan Cora

Trump yönetimini Türkiye ile ilişkilerde zor bir dönem beklemektedir. İki ülke arasında yaşanan problemlerin önemli bir bölümü Amerikan dış politikasındaki genel ve yapısal meselelerle ilgili olmakla beraber daha büyük bir bölümü son dönemde yaşanan gelişmelerle ilgilidir.

Genel ve yapısal problemler ABD’nin son dönemde müttefikleriyle ilişkili olarak gelişmiştir. Özellikle Obama döneminde Washington müttefikleri ile ilişkilerinde oldukça inişli çıkışlı bir dönem yaşamıştır. Müttefikler arasında ABD’nin dış politikasındaki zikzaklar ve söylem ile eylem arasında yaşanan fark ciddi bir güvensizlik ortamı yaşanmasına sebep olmuştur. Bu gelişmeler de elbette Amerika’nın eskisi kadar güvenilir bir ortak olmadığı ve özellikle güvenlik meselelerinde bölgesel aktörlerin daha etkin bir rol oynaması gerektiği düşüncesini yerleştirmiş bulunmaktadır. Bu genel kanı füze savunma sistemi ertelendiği için Polonya, toprak bütünlüğü konusundaki ABD taahhüdündeki problemler nedeniyle Japonya, İran’la nükleer anlaşma sebebiyle Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve İsrail gibi ABD’nin birçok geleneksel müttefikiyle ilişkilerinde görülmektedir.

Washington’ın müttefiklerini yüz üstü bıraktığı ya da tehlikeye attığı şeklindeki açıklamalar, ABD’nin müttefikleriyle olan ilişkilerini açıklamada sıklıkla kullanılan söylemler haline gelmiştir. ABD müttefikleri, Washington’ın bölge ülkelerinin yaşadığı sorunları anladığını ve kaygılarına saygı duyduğunu artık hissetmemektedir. Daha açık belirtmek gerekirse Başkan Obama’nın ifadeleri ve son zamanlarda yöneticilerinin yaptığı açıklamalar müttefiklerle ilişkilerde kayıtsızlığı, duyarlılığın olmadığını, bazı durumlarda ABD’nin müttefiklerinin kaygılarını paylaşmadığını göstermektedir. Müttefikleri bir yük ve “bedavacı” olarak tasvir eden yorumlar, ABD ile ilgili güvensizlik duygusunu derinleştirebilir ve yeni bir ittifak ve ortaklık ilişkisi modeli ortaya çıkmasına sebep olabilir.

ABD müttefikleri açısından yaşanan bu genel krizler ABD-Türkiye ilişkileri için de geçerlidir. Tıpkı diğer müttefiklerle ilişkilerinde olduğu gibi ABD’nin Türkiye’nin güvenlik kaygılarına karşı kayıtsız kalma durumu ve bunun yanında Türkiye’deki ciddi krizlere hızlı ve acil cevap vermede yaşanan başarısızlık ve 15 Temmuz’daki darbe girişimini idrak edememe ikili ilişkilerde ciddi sorunları da beraberinde getirmiştir. İki ülke arasındaki karşılıklı ilişkilerde özellikle Bush yıllarından bu yana dalgalanmalar olmasına rağmen Haziran 2013’te meydana gelen Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’nden sonra ilişkiler giderek kötüleşmiştir. Başkan Obama Beyaz Saray’a çıktığı zaman ABD-Türkiye ilişkileri en problemli dönemlerinden birini yaşamaktaydı. ABD’nin Irak’ı işgal kararı ve Türkiye Parlamentosunun ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a girmesini engelleyen 1 Mart tezkeresi ile başlayan kriz, çuval hadisesi ile en sorunlu dönemlerinden birine girmişti. İki ülkenin Bush yönetiminin son yıllarında ilişkileri düzeltmek için girişimde bulunmasına rağmen bu çabalar çok geç ve çok cılız kalmıştır.

Başkan Obama Türkiye ile ilişkileri öncelikli hale getiren bir gündemle görev süresine başladı. İlk dönemi boyunca Obama ile Erdoğan arasındaki yakın ilişki ve “model ortaklık” söylemi iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihin en iyi dönemlerindenbirinden geçtiğini göstermiştir. Fakat Obama başkanlığının ikinci döneminin başlamasıyla iki ülke bölgesel sorunlar üzerinde ciddi anlaşmazlıklar yaşamaya başlamıştır. Suriye’deki çatışmaya ilişkin uyuşmazlık ve 2013 yılında Mısır’daki darbe sonucunda yaşanan anlaşmazlık ikili ilişkilerdeki önemli ayrışma alanları olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra ise Kobani kriziyle birlikte Suriye konusunda gerginlik artmıştır. ABD’nin Türkiye’nin pozisyonuna yönelik eleştirileri, Türkiye’nin ise ABD’nin YPG’ye askeri destek sağlamasına ses yükseltmesi iki ülke ilişkilerinin tarihi açısından en büyük güven bunalımlarından birine sebep olmuştur. Türkiye tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen YPG’ye verilen askeri desteğin ortaya çıkarabileceği güvenlik riski Amerikan yönetimi tarafından yeterince dikkate alınmamıştır.

ABD PYD’ye olan uyarılarının örgütün Suriye’deki hırslarını ve Türkiye’ye karşı potansiyel saldırılarını durdurma konusunda yeterli olacağını öne sürmeye devam etmiştir. Bu süreçte YPG’nin ana kolu olan PKK bir yandan Türkiye’de saldırılarını artırırken YPG de sınır boyunca Kuzey Suriye’de nüfus mühendisliği çalışmasını hızlandırmıştır. Dahası Türkiye’nin krizin başından bu yana kırmızı çizgi olarak kabul ettiği bölgede Fırat Nehri’nin batısına da geçecek bir yayılma ABD’nin desteklediği YPG birlikleri tarafından gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Özellikle Fırat Kalkanı Harekatı sonrasında YPG güçlerinin Türk birliklerini hedef alan saldırıları mevcut durumdaki iki ciddi sorunu ortaya çıkarmıştır. Birincisi YPG’nin Türk unsurlarına saldırmayacağı konusundaki düşünce ortadan kalkmıştır. İkincisi de Biden’ın Ankara’da YPG’ye yaptığı uyarıya rağmen örgütün Fırat’ın doğusuna çekilmemesi ABD’nin verdiği güvenceler konusunda da ciddi soru işaretlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunlarla birlikte PKK’nın son zamanlarda Türkiye’ye karşı giriştiği saldırılarda ortaya çıkan Kuzey Suriye bağlantısı orta vadede ABD ile Türkiye ilişkileri için ciddi bir sorun yaratacak duruma gelebilir.

ABD’nin Kuzey Suriye’de YPG’ye aşırı bağımlılığının yanında ABD-Türkiye ilişkileri son beş yılda Suriye’nin geleceğine ilişkin anlaşmazlıklar yüzünden de defalarca gerilmiştir. Suriye’deki protesto gösterilerinin başında hem Ankara hem de Washington meseleye öncelikle diplomatik bir çözüm bulmaya çalışmıştı. Ancak bu çabaların sonuç vermemesi üzerine iki ülke hemen hemen aynı zaman diliminde Esed rejimine karşı bir pozisyon almıştı. Ancak özellikle 2012 yılından itibaren iki ülke arasında Suriye konusunda yaşanan fikir ayrılıkları kimyasal silah saldırılarından sonra daha fazla derinleşmiştir. ABD hükümetinin Suriye politikasında gösterdiği kararsızlık Türkiye ile birlikte bölgede diğer müttefiklerin de kafasını karıştırmış ve ABD ile ilişkilerde karşılıklı güvenin ciddi bir şekilde sarsılmasına sebep olmuştur. Bu dönemde mülteciler için güvenli bölge ve muhalefet güçleri için eğit-donat programı gibi Türkiye’nin birçok önerisi ABD tarafından yeterince dikkate alınmamıştır.

DEAŞ’ın ortaya çıkmasıyla birlikte bu konuda izlenecek taktik ve operasyonlar konusunda ciddi soru işaretleri doğmuştur. Son aylarda özellikle Halep’te yaşanan insani trajediye oldukça kayıtsız kalan ABD yönetimi Suriye meselesinde muhtemel iş birliği imkanları konusunda ciddi bir kafa karışıklığının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu süreçte son olarak ikili ilişkileri derinden etkileyen başka bir faktör 15 Temmuz darbe girişimidir. Özellikle darbe sırasında gelen mesajların tonu ve seçilen kelimeler Türk halkında ABD’nin “bekle ve gör” politikasını uyguladığı algısını oluşturmuştur. Başkan Obama’nın kalkışmayı takiben Türk mevkidaşını aramak için dört gün beklemesi ve ilk siyasi ziyaretin Başkan Yardımcısı Biden tarafından darbe girişiminden 40 gün sonra gerçekleştirilmesi bu durumu daha da zor bir yola sokmuştur. Darbe sonrasında ise FETÖ lideri Gülen’in Türkiye’ye iadesi konusunda iki ülke arasında yaşanan anlaşmazlık ilişkilerin daha ciddi bir şekilde etkilenmesine sebep olmuştur.