Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi Dekanı, Arap Dili ve Belagati (*) Öğretim üyesi Prof. Dr. AHMET TURAN ARSLAN ile DİL ÜZERİNE SOHBET

‘TÜRKÇEYİ YABANCI KELİMELERİN İSTİLASINDAN KORUYAMIYORUZ.’

     Oğuz Çetinoğlu: Türkçede meydana gelen bu değişimler bir organizmanın tabii gelişimi olarak değerlendirilebilir mi, yoksa dil bilginleri dışında kalan kişilerin müdahaleleri söz konusu mudur?
     Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan: Eğer Türkçedeki bu değişimler, beliren bir ihtiyacın tabii neticesi ise ve organizmadaki gelişme gibi olursa, milletin çoğunluğu tarafından benimsenir ve kullanılır.  Öyle değil de dış baskılarla, birilerinin öğütlemesiyle, birilerinin hoşuna gideyim düşüncesiyle geliştirilirse ve hatta zorlamalarla kabul ettirilmeye çalışılırsa, , Türkçenin bünyesi, organizması, onu zamanla dışarı atar. Zararlı unsurların; vücuda giren mikroplar gibi, bilgisayarımıza giren virüsler gibi bünyeden atılması gerekir. Fakat teklif edilen kelime, hakikaten bir milletin ihtiyacıysa, ihtiyaç olan kelime, kabul görür, benimsenir ve yaşar.
     Çetinoğlu:  Zorlamadan kastınız, radyo ve televizyonlarda, gazete ve dergilerde ısrarla kullanılması, zorla kabul ettirilmeye çalışılması mı?
     Prof. Arslan:  Evet. Mesela, resmî makamlar tarafından ısrarla kullanılması. Âmiri o kelimeyi kullanınca, memuru da mecbûren kullanıyor. Uzun müddet yalnızca resmî yazışmalarda kullanılıyor. Bir müddet sonra da özenti meraklıları kullanmaya başlıyor.    
     Çetinoğlu:  Bir problemimiz de internet Türkçesi.
     Prof. Arslan: Evet! Kelimeler tam yazılmıyor, kısaltılıyor. ‘Evet’, ‘peki’, ‘olur’ gibi pek çok kelimenin yerine, ‘okey’ diye yazılıyor. Onu bile uzun bulup, ‘ok’ şeklinde yazanlar var.  Sözüm ona pratik olma uğruna, Türkçe tahrip ediliyor. Zamanla bu tahriplerin alanı genişliyor. Son derece zararlı bir uygulama… zaman zaman kısaltıyor gençler, herkes kendine göre kısaltma yapıyor.
     Çetinoğlu: ‘Selam ’ şeklinde yazılıyor, ‘bay bay’ veya daha da kısaltarak ‘bay ’ deniliyor. Hâlbuki o iki kelimenin yerine söylenecek çok mükemmel kelimeler var bizde…
     Prof. Arslan: Evet. ‘Selam’ yerine ‘Slm’ yazıyor bazıları da, ‘Selamünaleyküm’ yerine.  ‘Sa’ yazıyor. Kısaltma kastıyla; eğer doğru anlaşılıyorsa, zararı yok denilebilir. Tabii ki, kısaltmalar yapılabilir. Fakat Türkçeye zarar verecek kısaltmalardan kaçınmak gerekir. Her şey ‘pratik olma’ şartına bağlanmamalı. Mükemmeli bulma ve ona ulaşma yolu tercih edilmeli. Teknik imkânlardan yararlanmaya sonuna kadar açığım. Türk milletinin gençleri, herkesten önde olmalılar, onu istiyorum. Çünkü benim inandığım din diyor ki; iki günü eşit olan aldanmıştır, ziyandadır. Yani bizim gencimizin bugünü dününden muhakkak ileride olmalı, her alanda ve de herkesten daha ileri olmalı. Sadece kendisiyle yarışmamalı, başka milletlerin gençleriyle yarışmalı, teknikte başka milletlerin gençlerinden daima önde olmalı. Bu yarış, yalnızca tekniği kullanmak ile sınırlı kalmamalı. Mevcut teknikleri geliştirmeli, yeni teknikler icat etmeli.  
     Çetinoğlu: Bulunduğunuz ülkelerde ana dili bozucu hareketlere rastlanıyor mu?
     Prof. Arslan: Çok değil. Cep telefonuna; Arapça’da ‘mahmûl’, ‘cevval’ ve ‘mobil’ diyenler var. Bir makale tercüme etmiştim, dillerin yaşaması ve Arapça için de bir şey söylüyordu. ‘Arapça, 15. hicri asırda yeniden beynelmilel bir dil mi oluyor, milletlerarası bir dil mi oluyor?’ gibi bir başlığı vardı. Emeviler ve Abbasiler devrinde, devlet dairelerinde Arapça kullanılıyormuş. Daha önce; Süryanice, Rumca, Latince, Farsça kullanılıyormuş. Bugünkü Araplar da batı kültürünün etkisindeler. O tercüme ettiğim makalede diyordu ki, ‘Diller de o milletin siyasî, idarî durumuna göre zayıflar, gelişir, kelime atar.’ Mesela Osmanlı Devleti zamanında batılılar, İtalya’da papazlar gençlere kızıyorlarmış; kelam kitaplarını okuyorlarmış, Arapça öğreniyorlarmış, Osmanlı zamanında Türkçe öğrenmeye özenti varmış. O dönemin papazları; ‘Bu Arapça kitapları, kelam kitaplarını nereden buluyorsunuz, neden okuyorsunuz?’ diye gençlere kızıyorlarmış.
     Osmanlı güçlüyken, devlet güçlüyken dil de güçlüydü. Araplar, batılılardan herkes Türkçe öğrenmeye çalışıyordu, Osmanlı zayıflayınca kültür de zayıfladı. Avrupa’nın kültürü, tekniği güç kazanınca, Araplar da Avrupa’ya yöneldiler. Hatta geçenlerde, bir Arap ülkesinden bir arkadaş geldi; ‘Dekan, fakülte bünyesinde Arapça konuşmayı yasakladı’ dedi. Bu kadar garip. Orada da özenti var. Mesela Mekke’de bile, İngilizce konuşursanız daha fazla itibar ediyorlar; Arapça konuşursanız, hele yabancı Arapçasıyla konuşursanız, itibar etmiyorlar.
     Çetinoğlu: Yabancı dille eğitim konusundaki görüşlerinizi alabilir miyim?
     Prof. Arslan: Benim fakültem de Arapçayla öğretim yapan bir fakülte. Sebebi de şu: İslami ilimler olduğu için. Yabancı dille öğretim yapılsın; ama yabancı dille öğretim yaparken, yabancı dille öğrenim gören genç, bizim gencimiz kendi kültürümüzden, Türk kültüründen, Türkçeden uzaklaşmamalı diye düşünüyorum. O yüzden burada hocalarıma tavsiye ediyorum; dersi Arapça anlatın. Kastım da, bunu Arapça anlatırken, Arapçayı Türkiye’de öğretelim ve Arapçayı kullanılır bir dil olarak öğrenelim. Yani dünya artık küçülmüş vaziyette. Arapçayı senelerdir Türkiye’de okuttuk. Fakat doğru dürüst bir Arapça makale yazmakta güçlük çekeriz. Realite bu. Yani gerçeklere gözümüzü kapatmaya gerek yok, doğru da değildir. Bir ilim adamı olarak, gerçek neyse, aleyhimize de olsa görebilmeliyiz, söyleyebilmeliyiz. Bir problem varsa, ona çözüm bulabilmeliyiz.
     Doğrusu, ben burada senelerdir Arapça hocalığı yapıyorum. Arapçayı öğretiyorum, gramerini öğretiyorum. Fakat öğrenciler, Arapça konuşmakta başarılı değil. Arapça yazı yazamıyor, bir Arap gelse konuşamıyor, bir Arapça konferansa katılsa, orada soru soramıyor, sorulan soruya cevap veremiyor.  Bu devirde bir kişinin Arapça bildiğini söyleyebilmek için söz konusu kişinin Arapça metni okuması, anlaması, yazabilmesi gerekir.  Fikrini Arapça olarak anlatabilmesi gerekir. İşte üç sene önce kurduğum İslami İlimler Fakültesinde bu gerçekleşti çok şükür. Öğrencilerimiz, Arapça olarak anlatılan dersleri anlayabiliyor; sorulara Arapça olarak cevap verebiliyor; özetle Arapça ile konuşmaktan artık korkmuyorlar.
     Çetinoğlu: Fakültenizde hangi dersler okutuluyor?
     Prof. Arslan: İlahiyat fakültelerimizde mevcut olan bütün dersler burada da var.
     Çetinoğlu: Kültür dersi olarak tarih var mı?
     Prof. Arslan: Var, tabii diğer fakültelerde zorunlu olan Türk Dili ve İnkılap Tarihi bizde de var.
     Çetinoğlu: Tarih dersini Arapça mı okutuyorsunuz?
     Prof. Arslan: İslam tarihi olduğu için Arapça okutuyoruz. Atatürk ilke ve inkılâpları dersini Türkçe veriyoruz, Türk dili ve edebiyatını Türkçe veriyoruz, Osmanlıca Türkçesini Türkçe veriyoruz, Onun dışında tefsiri, hadisi, fıkıh, din eğitimi, din psikolojisi, din sosyolojisi, din felsefesi, İslam felsefesi, felsefeye giriş gibi dersleri Arapça veriyoruz. Fakat diyorum ki; ‘Türkiye’deki literatürü, mesela ilahiyat fakültelerinde okunan Türkçe literatürü de arkadaşlarımıza verelim, ödev verelim, ‘Şu kitabı Türkçeden okuyacaksınız’ diyelim.’ Çünkü bu insanımız Türkiye’de hizmet verecek. Camide konuşurken, vaaz verirken, hutbe okurken veya dini bir konuşma yaparken, meramını Türkçe ifâde etmeli. Türkçe konuşurken zorlanmamalı. Türkçe ifâde edemediği için, Arapçaya yönelmemeli.  Hatta doğru bir Türkçeyle, güzel bir Türkçeyle konuşmalılar. Türkçeyi doğru ve düzgün konuşamayacak kadar, Türk kültürüne yabancılaşacak kadar Arapçaya bağlanıp kalmamalı..
     Sık sık karşılaşıyoruz: Yurtdışında okumuş veyahut da Türkiye’de İngilizce veya yabancı dille eğitim yapan fakültelerden mezun olan bâzı kimseler,  televizyonda konuşurken, bazı kavramların Türkçesini hatırlayamıyor, İngilizcesini söylüyor.  
     Çetinoğlu: Zaman içerisinde o kelime, özentili dinleyicinin diline yerleşiyor…
     Prof. Arslan: ‘Konsensüs’  diyor mesela. ‘Anlaşmak’, ‘mutabık kalmak’ ‘Uyum sağlamak’ ‘fikir birliğine varmak’, ‘ittifak etmek’ diyemiyor. Böylece bu kavramların unutulmasına sebebiyet veriyor. Dilimizi fakirleştiriyor.
     Beni kahreden, ‘Konsensüs’ dersem, bilgili, aydın ve üstün adam olduğumu göstermiş olurum’  düşüncesidir. Ne alâkası var kardeşim! Onun Türkçe karşılığı neyse onu söyleyin. Bu varken yabancı bir kelime kullanmak, eğer kasıt yoksa gaflettir ve bilgisizliktir, yabancı dilin esiri olmaktır. İnsan yabancı dili öğrenmeli, konuşmalı. Fakat ana dilinden de uzaklaşmamalı.
     Bize Araplar da geliyor. Fakültemizde okumak istiyorlar. Ben onlarla Arapça konuşmalıyım, 20 sene kadar önce, ‘Arapça bir dergi çıkaralım’ demiştim de ‘Onlar Türkçe öğrensin’ diyerek itiraz edilmişti.  
     Kardeşim, İngilizce dergi çıkarıyor musunuz; çıkarıyorsunuz. “Amerikalı, gel, sen de Türkçe öğren” diyor muyuz; demiyoruz, Söz konusu Araplar ve Arapça olunca, farklı düşünüyor, farklı davranıyoruz.
     Çetinoğlu: Shakspeare’den söz etmiştiniz. 400 yıl önce yaşayan Shakspeare’i normal bir İngiliz vatandaşı anlayabiliyor da, 40-50 sene önce yaşayan Mehmet Âkif’i, Yahya Kemal Beyatlı’yı lise mezunu yahut üniversite öğrencisi anlayamıyor. Bu dil değişimi dolayısıyla karşılaştığımız tehlikeler, uğradığımız zararlar nedir, sebep ve sonuçlarını değerlendirir misiniz?  
     Prof. Arslan:  Telgrafın telleri, telefonun telleri kopunca, telefonumuz çekmediğinde konuşamayız, anlaşamayız. Yeni yetişen nesiller, kültürümüzden, tarihimizden haberdar olamazlar. Dedelerinin, babalarının mesajını alamazlar. Geçmişte kullanılan tâbirleri, deyimleri doğru telaffuz edemeyiz. Gülünç duruma düşeriz.
     Çetinoğlu: Türk Dil Kurumu’nun; Türkçenin yabancı kelimelerin istilasına mâruz kalması sebebiyle bozulmasını önleme konusunda etkili olamadığı kanaatinde misiniz?
     Prof. Arslan: Etkili olabilselerdi, bu konuları konuşmak ihtiyacını hissetmezdik.
     Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Hocam!
     Prof. Arslan: Ben teşekkür ederim.

LÜGATÇE:


(*)belâgat: 1-Sözün etkili, güzel ve hitap edilen kimseye, içinde bulunulan duruma uygun düşecek şekilde söylenmesi; fasih ve hâle uygun söz söyleme. 2-Etkili, güzel ve yerinde söz söyleme yeteneği: (Kalemini belâgatle ve üstün bir bilgi ile yürüttü. / Kâtip Çelebi’den) (Feda şu anlaşılmayan / Sürûdu-na / Benim bütün fasâhatim/Belagatim / Olanca şâiriy-yetim / Tevfik Fikret’ten). 3-(Edebiyat) Düzgün ve yerinde söz söyleme yollarını gösteren ilim, retorik: (Fenn-i belagat maânî, beyan, bedî namlanyle üç kısma ayrılır. Muallim Naci’den). 4. (Mecaz)  Bir şeyin kendi özelliğini veya bir gerçeği sâdece varlığı ve durumu ile anlatması, hal diliyle anlatma, sözsüz ifâde etme gücü: ‘Ölümün belagatı’, ‘Rakamların belagatı’

Belâgat-furuş: Belâgat taslayan, güzel söz söyleme iddiasında olan.
Belâgat-perdaz: Güzel ve düzgün söz söyleyen.
Belâgatli: (Sıfat). İfâdesi etkili, güzel ve yerinde olan, beliğ. (Tarih, belâgatli bir hatiptir ve apaçık konuşan bir dildir. Kâtip Çelebi’den).

MİSALLİ BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK: İlhan Ayverdi. Kubbealtı Neşriyat. İstanbul, Birinci Baskı, Ocak 2010  


Prof. Dr. AHMET TURAN ARSLAN


1949  yılında  Sivas’da  doğdu.  İstanbul  Yüksek  İslâm Enstitüsü’nden 1975’te mezun oldu.

İstanbul Sefaköy Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 1977’de mezun olduğu İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Arap Dili ve Edebiyatı asistanı oldu. 1981’de öğretim görevliliğine atandı. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün, Marmara Üniversitesi’ne bağlı İlâhiyat Fakültesi’ne dönüşmesinden sonra, 1983 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ‘İmam Birgivî ve Arapça Tedrisatındaki Yeri’ adlı araştırması ile ‘Doktor’ unvanına hak kazandı. 1984 yılında ‘Yardımcı Doçent’ oldu. 06.11.1984 tarihinde Arap Dili ve Belağati Anabilim Dalı (o zamanki adı Arap Dili Bilim Dalı) Başkanlığına tâyin edildi ve bu görevi 23.08.1993 tarihine kadar aralıksız devam etti. 1993 yılında Arap Dili ve Belağati Anabilim Dalı’nda ‘Doçent’ oldu. 1993-1995 yılları arasında Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı.

2010 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden emekli oldu. Hâlen Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi kurucu dekan olarak görev yapmaktadır. .
Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak yayımlanmış 50 civarında makaleden başka millî ve milletlerarası muhtelif sempozyum, konferans, panel, açık oturum ve radyo-TV programlarına katılan Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) ve Türkiye İlim, Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) ve Dünya İslâmi Edebiyat Birliği gibi meslekî ku- ruluşların üyesi olup evli ve beş çocuk babasıdır.

Kitap olarak yayınlanmış serlerinden bazıları:
*Hadislerle Ahlâkî Davranışlar (Müşterek), *Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (Hasan İbrahim Hasan’dan müşterek tercüme. Üç cildin tercümesine iştirak etti), *İmam Gazâlî ve İman-Küfür Sınırı (İmam Gazâlî’nin Faysalü’t-tefrika beyne’l-İslâmî ve’z-zendeka adlı eserinin Süleyman Dünya tarafından yapılan neşrinin tercümesi), *İmam Birgivî Hayatı, Eserleri ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, *Hallu’l- Me‘âkıd, (Şemseddin Sivasi’nin, Kavâ‘idü’l-i‘râb’a yazdığı şerhin tahkiki), *Son Devir Osmanlı Âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi Hayatı-Şahsiyeti Eserleri, *ez-Zühru ve’l-udde fî şerhi’l- Bürde, (Muhammed Ali b. Allân’ın Kasîde-i Bürde’ye yazdığı şerhin inceleme ve notlarla neşri).