Türk Varlık Fonu’nun (TVF) sahip olduğumuz refahı gelecek kuşaklarla paylaşmak gibi bir hedefi olmasa da , büyük ölçekli altyapı yatırımları için kaynak oluşturma, para ve finansal piyasalara yönelik ekonomik terörle mücadele gibi çok önemli görevleri ve işlevleri olacaktır. Böylesine önemli ve saygı duyulması gereken amaçlarla kurulan ve Türkiye’nin en değerli varlıklarını bünyesinde barındıran TFV’nun, yapacağı uygulamalarda, kafalarda soru işaretleri oluşturmaması gerekir. O nedenle hükümet, Türk Varlık Fonu’nun kuruluşu ve işleyişine ilişkin kaygıları ve eleştirileri çok ciddiye almalı ve “Varlık fonu mu, darlık fonu mu?” sorgulamasını inandırıcı bir şekilde yanıtlamalıdır. 

Türk Varlık Fonu uygulaması yeni bir uygulama değil. Geçmişte, bütçe dışı kaynak bulma arayışlarında yaşadığımız pişmanlıkları yeniden yaşamamak için, TVF uygulamalarının şeffaf ve denetlenebilirliği konusunda çok duyarlı olmak zorundayız. 

Bu noktada, altını çize çize dikkat çekmek isteriz; bünyesinde geleceğin yakıtı olan bor ve toryum madenlerinin tapusunu barındıran Eti Bank’ın TVF portföyüne alınması çok sakıncalı bir uygulamadır. Eti Bank’ın portföyü karşılık gösterilerek alınacak bir kredinin geri ödemesinde yaşanacak bir terslik, ülkemizin geleceğini karartacak bir sonuç üretebilir. 

M. KEMAL SALLI

Osmanlı döneminde de çoklu hazine sistemi arayışlarının hüsranla sonuçlanması nedeniyle, THY, BOTAŞ, Eti Bank, Halk Bank, Ziraat Bankası, Borsa İstanbul, PTT gibi “Türkiye’nin kaşıkçı elmasları”nın Türk Varlık Fonu (TVF) çatısı altında toplanmasına ve denetimine ilişkin çok yönlü değerlendirmeler yapılıyor,kaygılar dile getiriliyor. 

Mahfi Hoca (Eğilmez) Türk Varlık Fonu (TVF) Yasası Ağustos ayında Meclis’ten geçerek gündemimize düştüğünde, bu oluşumu şöyle özetlemişti:

“Bir varlık fonu kurulmasının genel olarak iki temel amacı vardır: (1) Ülke ekonomisinin, konjonktürel etkilerden kurtarılarak istikrarlı biçimde işlemesini sağlamak. (2) Gelecek kuşaklara refah aktarabilmek. 

Varlık fonlarının kuruluş yeri olarak iki farklı uygulama söz konusudur: (1) Varlık Fonları, Merkez Bankası nezdinde kurulabilmektedir. Merkez Bankaları, rezervlerini değerlendirirken benzer işlemler yaptıkları için belirli bir deneyime sahiptirler. Ayrıca Merkez Bankalarının bağımsız yapısı bu tür fonların yönetimini siyasal etkilerden uzak yürütebileceği izlenimi vermekte, dolayısıyla kamuoyu nezdinde güven yaratmaktadır. (2) Varlık fonları, ayrı bir şirket ya da idare olarak kurulabilmektedir. Bu tür bir kuruluşun, kendisini kanıtlayana kadar güven sorunuyla ve eleştirilerle karşılaşması olasılığı yüksektir.”

Merkez Bankası dışında kurulan Türk Varlık Fonu’nun (TVF) bazı büyük kamu kuruluşlarını portföyüne katmasıyla yeniden gündemimize girdi. Türk Varlık Fonu, kitaplarda tanımı yapılan ve bugünkü refah seviyesini gelecek kuşaklarla paylaşmak amacıyla kurulan fonlardan ( Sovereing Wealth Funds) değil, ama bir yönüyle o fonlarla yakından ilişkili. Çünkü, refahı gelecek kuşaklarla paylaşmak amacıyla kurulan fonlar, Türk Varlık Fonu gibi kaynak sağlamak amacıyla kurulan fonlara yatırım yaparken, Fithc ve S&P gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının “yatırım yapılabilir” notunu dikkate alıyorlar. (TVF’nun hayata geçirildiği şu günlerde kredi kuruluşlarının notumuzu neden kırdıkları anlaşılıyor..)

Türk Varlık Fonu (TVF) Yasası Ağustos ayında Meclis’ten geçmişti, ama amacı, işleyiş şekli ve kapsama alanı tartışmaya açılmadığından, olası sonuçları da karanlıkta kalmıştı. Yapılanması belli olup portföy oluşturmaya başlamasıyla birlikte Türk Varlık Fonu’na ilişkin eleştiriler de  yoğunlaşmaya başladı. Kuruluş amacından olası sonuçlarına uzanan eleştiriler, “Varlık Fonu mu, darlık fonu mu?” gibi ciddi bir sorgulamayı da beraberinde getirdi. 

Kitaplarda tanımı yapılan varlık fonlarının, petrol zengini ülkeler gibi, olağanüstü bütçe ve gelir fazlası olan ülkelerin, bugün sahip oldukları refahı gelecek kuşaklarla paylaşmak amacıyla kurdukları vurgulanıyor. Buna bağlı olarak da, haklı olarak Türk Varlık Fonu’nun yapılanması, denetlenmesi ve amacı ciddi olarak sorgulanıyor. Bizim petrol ülkeleri gibi bütçe fazlamız yok, ama bütçe açığımızın Gayri Safi Milli Hasıla’mızın %1’i civarında olması, küresel çapta saygınlığı olan bir varlık fonu oluşturmamız açısından önemli bir avantajdır. 90 yılık ekonomi birikimimizin sağladığı bu avantajı çok doğru olarak değerlendirmemiz gerekir. İçinde bulunduğumuz konjonktürde yeni bir Balta Limanı deneyimine, yeni bir özelleştirme darbesine tahammülümüz yok. 

BÜTÇEDEN VARLIK FONU’NA

Türk Varlık Fonu’na ilişkin kaygı ve sorgulamalar şu noktada kesişiyor: Amacı bugünkü refahı gelecek nesillerle paylaşmak olan varlık fonu uygulaması, bizde bir başka işleyecek; Türk Varlık Fonu, bütçe dışında rahat harcama yapmayı, büyük ölçekli altyapı harcamaları yapmak için, iç ve dış borçlanmayla kaynak oluşturacak.

Cumhuriyet hükümetleri, büyük ölçekli altyapı yatırımları için, önceleri bütçeden yararlanıyordu. Özal döneminde, bütçe kaynakları yetersiz kalması nedeniyle, yap-işlet-devret modeline geçildi. Erbakan’ın koalisyon hükümeti ortağı olduğu 1996 – 97 yıllarında, oluşturulan Kamu Kaynak Havuzu’na başvuruldu. Şimdilerde de, büyük kamu varlıklarından oluşan Türk Varlık Fonu, portföyündeki “kaşıkçı elmaslarını”   karşılık göstererek, büyük ölçekli yatırımlar için kaynak oluşturacak. 

Eleştirilerin/uyarıların düğüm noktası şu; büyük altyapı yatırımları kısa sürede kendini amorti edebilen yatırımlar değildir. Köprü geçiş garantileri, şehir hastaneleri kiraları gibi kamu yatırımlarından özel kesime taahhüt edilen koşullu yükümlülüklerin oluşturacağı sıkıntıların ekonomiye getireceği yükler taşınamaz boyutta olabilir; aman dikkat!

 Ülkemizin bir petrol ülkesi kadar verimli ve zengin doğal gelir kaynakları olmadığından yola çıkılarak, Türk Varlık Fonu’nun klasik tanıma uygun bir fon olmadığı ve “varlık fonu değil, varlık rehin fonu” olduğu savunuluyor. Varlık Fonu’nun portföyünde çok kıymetli kamu varlıklarımız olacağından, kaynak bulma adına ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak ucu açık anlaşmalardan özellikle kaçınmak gerekiyor. Sonu hüsranla biten bir özelleştirme deneyimi daha yaşamak istemiyoruz. 

Varlık Fonu’nun en çok irdelenen, eleştirilen bir yönü de, Ocak ayında, OHAL çerçevesinde hükümete verilen Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yetkisinin ve fona alınacak varlıklara ilişkin ek tanımların çok geniş olmasıdır. . 

Türk Varlık Fonu’na (TVF) ilişkin hukukçuların da eleştirileri vardı. Meclis tarafından verilmeyen, OHAL ile ilgisi olmayan bir yetki, KHK üzerinden hükümetçe yasaya eklemleniyor ve buna dayanılarak çok önemli kamu şirketleri ve bankalarının hisseleri Varlık Fonu’na devrediliyordu. Bu karmaşık yetkilendirmenin yakın bir gelecekte hukuksal tartışmalara yol açması kaçınılmaz olacaktı. Çünkü, Türk Varlık Fonu’nun yapılanmasında da işleyişinde de hukuk açısından tedirginlik oluşturan durumlar vardı. Fonu yönetenlerin de, denetçilerin de başbakan tarafından atanacak olması, Meclis dışında Sayıştay denetiminin olmaması en önemli eleştiri konusu..

Maliye Bakanı Naci Ağbal, Sayıştay denetimi dışında tutulan TVF’nun başbakanın atayacağı elemanlar tarafından, Meclis’te de Kit Komisyonu tarafından, ayrıca uluslar arası standartlara sahip bağımsız kuruluşlar tarafından denetleneceğini belirtiyor. Fakat bu denetlemelerde Sayıştay ile uluslar arası denetim kuruluşlarının bakış açıları çok farklı olacaktır. “Sayıştay denetimi, hem Meclis hem kamuoyu vicdanı, hem de kamu varlıklarının kullanılması ve korunması açısından önemlidir.” 

VARLIK FONU UYGULAMALARI

Devlet refah fonu uygulamaları pek çok ülkede yapılıyor. Bu fonlar, refahı geleceğe taşıyarak, gelecek kuşaklarla paylaşmayı amaçlaması açısından saygı duyulması gereken uygulamalardır. Fakat, bir ülkenin geleceğini ilgilendiren çok büyük, kapsama alanı çok geniş bu tür uygulamaların devamlılığını sağlamak, şeffaflığı ve denetlenebilirliği ile doğru orantılıdır. 

Kuruluş amacı bugün sahip olunan refah seviyesinin gelecek kuşaklarla paylaşılması olan varlık fonları, öncelikle, böyle bir paylaşıma razı olan milletin malıdır. O nedenle, hem devlet refah fonlarının hem de Türk Varlık Fonu gibi kaynak oluşturmayı hedefleyen kuruluşların millet adına denetlenmesi çok önemli bir ayrıntıdır. 

VARLIK FONLARI VE TVF

Türkiye Varlık Fonu (TVF), yukarıda kuruluş amaçlarını anlatmaya çalıştığımız devlet refah fonları gibi, herhangi bir emtiaya ya da bir gelir fazlalığına dayanmamaktadır. Ülkemizin petrol, doğalgaz gibi Allah vergisi bir zenginliği pazarlayarak elde ettiği gelirlerle oluşturduğu bir bütçe fazlası olmadığı gibi, cari fazlası ya da fazla veren bir kamu emeklilik sistemi de yoktur. Türkiye, bütçe açığı ve cari açık veren, kamu emeklilik sisteminin açığını da bütçeden karşılayan bir sisteme sahiptir. Türkiye’nin, kitaplarda tanımı yapılan bir devlet refah fonu kurmak için gerekli olan bir gelir fazlası yoktur.  

Anlaşıldığına göre Türk Varlık Fonu (TVF),  kendisine devredilecek varlıklarla oluşturacağı portföyünü karşılık göstererek yurtiçinden ve yurtdışından kaynak sağlayacak ve bu kaynakları, özellikle, büyük ölçekli altyapıların hayata geçirilmesinde kullanacak. 

Varlık Fonu’nun, borçlanma ya da kaynak bulma uygulamalarında çok dikkatli olması, “Varlık fonu mu, darlık fonu mu?” sorgulamasına fırsat vermemesi için, “dara düşmüş bir ülke” görüntüsü vermekten kaçınması gerekir. Böyle bir görüntü varlık fonu uygulamasının ruhuyla çok ters düşer. 

Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin açıklamalarından TVF’nun Merkez Bankası, Hazine ve Özelleştirme İdaresi işlevlerini de üstleneceği anlaşılıyor. Bu durum, “yasalarda olmayan yetki” olarak değerlendiriliyor ve mali piyasalarda karmaşaya neden olmasından kaygı duyuluyor. 

THY, BOTAŞ, Eti Bank, Halk Bank, Ziraat Bankası gibi Türkiye’nin çok önemli kamusal değerlerini çatısı altında toplayarak yola çıkan TVF, dünya çapında, saygılığı ile anılacak bir fon oluşturmayı hedefliyor. Portföyünün zenginliği TVF’nu kısa zamanında hedefine ulaştırabilir. 

ÖZELLEŞTİRME GİBİ PİŞMANLIKLAR YAŞAMAMAK İÇİN…

Yalnız.. TVF uygulamalarının bu ülkeye pişmanlıklar  yaşatmaması için çok dikkatli olmamız gerekiyor. Önemli olan, bu değerleri karşılığı kısa sürede alınabilecek altyapı yatırımlarında değerlendirmektir. TVF, 1980’lerde küresel çapta estirilen özelleştirme rüzgarlarına kaptırdığı değerlerin arkasından yaşadığı kahredici pişmanlıkları yeniden yaşamamalıdır. “Babalar gibi satarım” dedik ve yabancıların “Kaşıkçı elması” olarak niteledikleri kamusal değerlerimizi, “devlet bakkallık yapmaz” kandırmacasıyla elden çıkardık. Yalnız Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler değil, İngiltere gibi gelişmiş ülkeler de özelleştirme denilen yalan rüzgarına kapılmanın pişmanlıklarını yaşamakta.. Bir işletmenin verimli ve dolayısıyla kazançlı olabilmesi için özel sektör tarafından işletilmesi gerektiğinin bir “yalan rüzgarı” olduğu, kurumların verimlilik sorununun bir sahip sorunu değil, yönetim ve ülkenin ekonomi politikasıyla ilişkili bir sorun olduğu anlaşılmıştır. 

Bu noktada, altını çize çize dikkat çekmek isteriz; bünyesinde geleceğin yakıtı olan bor ve toryum madenlerinin tapusunu barındıran Eti Bank’ın TVF portföyüne alınması çok sakıncalı bir uygulamadır. Eti Bank’ın portföyü karşılık gösterilerek alınacak bir kredinin geri ödemesinde yaşanacak bir terslik, ülkemizin geleceğini karartacak bir sonuç üretebilir. Türk Varlık Fonu portföyünde Eti Bank’ın çok özel bir statüye sahip kılınması hayati önemdedir. 

VARLIK FONU UYGULAMASI YENİ DEĞİL

“Tek ve merkezi hazine uygulamasından sapma” yönüyle değerlendirildiğinde, Türk Varlık Fonu uygulaması yeni bir uygulama değil. III. Selim döneminde (1793)  kurulan İrad-ı Cedid Hazinesi’nden Erbakan’ın 1996 – 97 yıllarında koalisyon hükümeti sırasında oluşturduğu Kamu Kaynak Havuzu’na uzanan süreçte, Tersane Hazinesi,  Zahire Hazinesi, Mukataat Hazinesi, Mansure Hazinesi, Redif Hazinesi, Darphane Hazinesi ve Maliye Hazinesi gibi pek çok uygulama yapmışız. Fakat hazine çoğaltma denemeleri Osmanlı’yı rahatlatmamış, mali disiplini alt üst etmiş. Uzmanlar, önemli rolü olduğunu savunurlar. 1839’da, Osmanlı’yı borç batağına sürükleyen Balta Limanı Anlaşması’yla tek ve merkezi hazine sistemine geri dönülmüştü. 

1980'lerde, bütçe dışı fonların yarattığı çoklu hazine sistemine yeniden geri dönüldü, ama bu denemelerde de beklenen yarar elde edilemedi. Çoklu hazine sisteminin, merkezi hazinenin gelirlerinin dağılması, gider önceliklerinin kaybolması, belirli gelirlerin belirli giderlere ayrılması gibi sonuçlar üretmesi nedeniyle, kamu yönetiminde mali disiplin kaybolmaktadır. 1994 ve 2001 ekonomik krizlerinin yaşanmasında bu fonların olumsuz katkısı unutulmamalıdır. 2000’li yıllarda yapılan yapısal reformlar, bu çoklu mali yapının giderilmesini hedefliyordu.  

Türkiye’nin, ekonomi politikasının bütçe bütünlüğünü kaybettiği, bütçe, Türk Varlık Fonu ve yatırımlardan oluşan koşullu yükümlülüklerle üç kamusal kanala bölündüğü, şeffaflık ve denetimden uzaklaştığı izlenimini acilen kırmak zorundadır. TVF’nun dünya çapında bir saygınlık kazanması ve gerekli kaynakları sağlayabilmesi açısından bu çok önemli bir ayrıntıdır. 

Türk Varlık Fonu’nun sahip olduğumuz refahı gelecek kuşaklarla paylaşmak gibi bir hedefi olmasa da , büyük ölçekli altyapı yatırımları için kaynak oluşturma gibi çok önemli bir görevi ve işlevi olacaktır. Böylesine önemli ve saygı duyulması gereken amaçlarla kurulan TFV’nun, hiçbir yönüyle kafalarda soru işaretleri oluşturmaması gerekir. O nedenle hükümet, Türk Varlık Fonu’nun kuruluşu ve işleyişine ilişkin kaygıları ve eleştirileri çok ciddiye almalı ve “Varlık fonu mu, darlık fonu mu?” sorgulamasını inandırıcı bir şekilde yanıtlamalıdır. 

Türk Varlık Fonu uygulaması yeni bir uygulama değil. Geçmişte, bütçe dışı kaynak bulma arayışlarında yaşadığımız pişmanlıkları yeniden yaşamamak için, TVF uygulamalarının şeffaf ve denetlenebilirliği konusunda çok duyarlı olmak zorundayız. 

Türk Varlık Fonu’nun ülkemiz açısından hayırlı olmasını diliyoruz