Sosyolog, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Hocamızın ‘Türk Toplumunun Kültürel Dinamikleri’ isimli, 16,7 X 24 santim ölçülerinde 558 sayfalık eseri, Konya’da faaliyet gösteren Çizgi Kitabevi tarafından yayınlandı.
Türkdoğan Hoca, eserinin yazılış sebebini, ‘Önsöz’ başlıklı giriş bölümünde şöyle açıklıyor:
‘Günümüz sosyoloji alanında yürütülen araştırmaların önemli bir kesimi teorik nitelikte öğreti sistemlerine yer vermekte, kendi toplum sorunlarımızın dinamik alanları önemli oranda boşlukta kalmaktadır. Oysa Türk toplumunun târihî bir kimliği vardır ve üç kıtada yüzlerce yıl hâkimiyet kurmuştur. Kültürel değerler sistemi vardır. Bu sebeple ‘Türk Toplumunun Kültürel Dinamikleri’ konulu bu eser, görüleceği üzere, ülkemizin jeo-politik yapısına yönelik iç ve dış odaklı güncel olayların tehdit edici boyutlarını belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Bu dinamikler nereden kaynaklanmaktadır, stratejik hedefleri nedir? Türk toplumu, ne tür savunma mekanizmalarını kullanarak ayakta kalmaya çalışmalıdır? Bütün bu meseleler, akılcı ve ilmî yaklaşımlarla çözümlenmediği sürece, ülkemizin târihî boyunca mâruz kaldığı felaketlerden kurtulması da mümkün değildir.
Günümüz Türk toplumu, Avrupa Birliği ve 'Büyük Ortadoğu Projesi’ süreci içinde önemli sosyal olaylara gebedir. 'Büyük Ortadoğu Projesi', Judeo - Hristiyan ittifakının güçlü etkisi altındadır. Saddam sonrası Irak, üçlü bir yapılaşmaya dönüşmüştür. Bir yanda Irak Şiîzmi, öte yanda Sünnî kutuplaşma ve nihayet Kürt-Türkmen ayrışımı... Ancak gözlenen bu tablo, karmaşık olmakla birlikte, yeni bir oluşumun da başlangıcını hazırlamaktadır. Özellikle, Barzani'nin Bağımsız Kuzey Kürdistan Devleti kurma tezi, şu anda yerleşik bir yapılaşmaya dönüşmemekle beraber, PKK'nın uzantısı Kürdistan teorisi ve yan kuruluşları KCK gibi Kürt kökenli örgütlerin türemesine yol açmaktadır. Ortadoğu topografyası yakın bir gelecekte Büyük Kürdistan nostaljisine gebe gibi görünmektedir. Ülkemiz geleceğe yönelik bu oluşumlar karşısında kendi kabuğuna çekilmiş, bağımsızlığını korumanın duyarlılığı içindedir. PKK ütopyası da, güneydoğu Anadolu bölgesini bu oluşumun bir aşaması olarak düşünmektedir.
……
Türk toplum yapısı gerçek manâda bir dizi potansiyel olayın baskısı altındadır. Bunları siyasî arenanın da ötesinde ilmî yöntem ve araştırma teknikleriyle çözümlemek durumundayız. Aksi takdirde, tarihî toplum dinamiklerinin siyasallaşma süreci ile problemler yaratabileceği bir ortama sürüklenebilir.’ (s: 11-15)
Sosyoloji ilmi, sosyal ilişkilerin yapısını, sebeplerini ve tesirlerini araştıran ilimdir. Târihî geçmişi batı geleneğinde Eski Yunan’a kadar götürülür. Gelişmesini ise 18. ve 19. yüzyıllarda ahlak felsefesinin alt disiplini olarak sağladı. Sosyoloji ilminin târih sosyolojisinden devlet sosyolojisine, hukuktan siyâsete değişik ve hemen her sahâda alt dalları vardır. Türkiye’de sosyoloji ilmi ile ilk alakadar olan kişi, 1876-1924 yılları arasında yaşayan Ziya Gökalp’tir. Sosyoloji ilminde çok sayıda ilim adamımız bulunmasına rağmen, gerek sosyal olayların tahlilinde gerekse devlet yönetiminde kendilerinden yeterli ölçüde istifâde edilmediği bilinen bir gerçektir. Sosyologlarımız, gözlemlerini ve tespitlerini ilmî makaleler ve tebliğler hâlinde toplumumuzun istifâdesine sunmaktadırlar. Ne ölçüde faydalanıldığı hususunda derin şüpheler vardır. Türkiye’nin Kürt ve Ermeni meselelerinin çözümü için teşkil edilen heyetlerde sosyologların bulanmayışı dikkat çekmektedir.
Orhan Türkdoğan Hoca, devleti yönetenlerin ilminden faydalanmadıkları; Pord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu (1901-1974), Prof. Dr. Mehmet Eröz (1930-1986) ve Prof. Dr. Erol Güngör (1938-1983) gibi değerlerimizden biridir.  İsimleri verilen ve diğer sosyoloji ilmi uzmanları, yalnızca öğrenci yetiştirmekle ve kitap yazmakla yetinmek mecbûriyetinde bırakılmışlardır. Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda bile sosyologlardan faydalanılamamış olması, pek çok sahâda çözüm bekleyen problemlerimizin neden bu kadar çok olduğu sorusunun en doğru cevabı olsa gerek.
‘Türk Toplumunun Kültürel Dinamikleri’ isimli eser, yalnızca tespitler ve tenkitlerden ibâret değil. Akılcı çözümler de teklif ediyor:
‘Ülkemiz açısından bütün reform programlarının sosyoloji biliminin çerçevesi altında ele almak zarureti vardır. Bu sebeple, sosyal problemlerin öncelikle tespit edilmesi için uzmanlık kadrolarının tesisi gerekmektedir. Bu problemler arasında, özellikle eğitim ve vergi reformu, işsizlik, iç göçler, gecekondulaşma, sağlıksız şehirleşme, bölgeler arası dengesizlikler, tarım, toprak reformu, beslenme, yoksulluk, kaçakçılık, sanayileşme ve mesken problemleri ön planda gelmektedir. Bunların düzenlenmesi için öncelikle toplum yapımızın gerçeklerine dönmemiz gerekmektedir. Hiçbir kalkınma modeli, kendi millî değerlerimize, tarihî oluşumumuza, değerler sistemimize ve kültürel yapımıza ters düşmemelidir. Bu süreçte, başka ülkelerin deneylerinden yararlanmak mümkündür fakat onları aynen kopya etmek, taklit etmek ve toplum sistemimize aşılamaya çalışmak, kendi kültür değerlerimizi, kendi insanımızın yeteneklerini inkâr etmek demektir. Bu sebeple, her türlü reform kanunları, kalkınma projeleri millî değerlerimizden, tarihî geçmişimizden fışkırmalıdır.
İnsan topluluklarının da bir iç dinamiği olduğu, kendine has işleyiş ilkeleri bulunduğu gerçeği unutulmamalıdır... Bir insana bir başka insandan yapılan organ nakli olumlu sonuçlar vermezken, çok karmaşık yapılara sâhip bulunan reform kanunları da uygulanırken ne kadar dikkatli olmamız gerektiği aşikârdır...
Kısacası, sosyal yapı ile alakalı çözüm yöntemleri ararken, sâdece ve sâdece ön plana reform kanunlarını çıkarmak, sosyal sistemi düzenlemeye kalkışmak çıkar yol değildir. Hiçbir sosyal gerçek, alıntı veya yenilik mekanizmaları gerçek yapısına oturmaz. Bu hususa hukukla alakalı kurumların ve parlamenter kuruluşların hassas olmaları gerekir. Sosyal reform teşebbüslerinin alt yapısı tanınmadan, kültürel norm ve değerleri göz önüne alınmadan değişim sürecine yenilik kimliği kazandırma abesle iştigal demektir...’ (s: 450)
Ülkemizin ve milletimizin yönetimine tâlip olmayı düşünenler, daha düşüncelerini tatbik mevkiine koymadan Orhan Türkdoğan Hoca’nın bu kitabını okumalılar. Yönetim koltuğuna oturduktan sonra okumaya vakitleri olmaz veya kitaptaki bilgilere ihtiyaçları olmadığı kanaatine sâhip olurlar.
Bu tavsiyeye uyulmasına vesile olur ümidiyle, Hoca’nın ikaz özelliği taşıyan sözlerini de sunalım:
'Büyük Ortadoğu Projesi' desteğini de arkasına alarak Kuzey Irak'ta kurulan bir Kürt devleti karşısında, aslî unsuru -Türklüğü- dışlayan görüşlerin tamamı günümüzde, ‘teslimiyetçi’ yaklaşımların bir ürünü konumundadır... Küreselleşme, Avrupa Birliği sevdalılarının oluşturduğu çok kültürlülük ve federasyon yapılaşmaları, millî-devlet sistemimize yönelik bir sabotajdır. Şuurlu siyasî partilerin, münevver grupların, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının -devleti içeride ve dışarıda korumakla yükümlü güçlerin- ülkemizi bir mozaiğe, bir amalgamasyon* biçimine döndürme çabalarına, Türkiye Cumhuriyeti'nin jeo-politik konumunu da göz önüne alarak, sâhip çıkmaları gerekir. Aksi takdirde... Yarın çok geç olabilir. (s: 531)
*amalgamasyon: Çeşitli unsurların bir araya getirilerek yeni bir karışım, yeni bir unsur meydana getirilmesi. 
ÇİZGİ KİTABEVİ: 
Sahib-i Ata Mahallesi, Mimar Muzaffer Caddesi Nu: 41, Helvacıoğlu Apartmanı Dâire: 1 Meram, Konya.
Telefon: 0.332-353 62 65  Belgegeçer: 0.332-353 10 22 e-posta: [email protected] www.cizgikitabevi.com  


ORHAN TÜRKDOĞAN:


1926 yılında Malatya'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini bu ilde tamamladı. 1955 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe ve Sosyoloji bölümünden mezun oldu. 1955-1959 yılları arasında Malatya Lisesi felsefe öğretmenliğinde bulundu. 1959 yılında Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji asistanlığına tâyin edildi. 1962 yılında doktor, 1967'de doçent, 1971 yılında da profesörlük unvanını aldı.
1962-1964 yıllarında ABD'nin Nebraska ve Missouri üniversitelerinde ‘yenliğin yayılması’, ‘sağlık-hastalık sistemi’ (medical sociology) ve ‘etnik gruplar’ üzerindeki araştırmalarına devam etti.  1971 yılında, Alman Devleti'nin dâvetlisi olarak, Hohenheim Üniversitesi'nde birinci kuşak Türk işçileri üzerinde araştırmalar yaptı. Yine, 1980'de Alman Devleti'nin isteği üzerine, aynı üniversitede, ikinci kuşak Türk işçilerinin sosyal uyumsuzluk ve kültürel entegrasyon gibi temel problemlerini inceledi.
1980 yılında terör ve şiddet olayları ile ilgili olarak, kaynak araştırmaları için İskoçya St. Andrews Üniversitesi'nde görev aldı ve yerel terör örgütlerinin stratejilerini inceleyerek, ülkemiz terör ve şiddet olaylarının sosyal ve antropolojik yönleriyle bağlantılı bir araştırma yaptı.
1985-1995 yıllarında, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nin kuruluşu ve oluşumunda on yıl çalıştı. 1995-2004 döneminde, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü İşletme Fakültesi'nde hocalık yapıp emekli oldu. 
Türkdoğan, 1959 yılından itibâren ülkemizde yaşayan Rus kökenli Molakanlar (yörenin deyimi ile Malakanlar), Estonlar, Kozaklar, Polonezler, Süryaniler gibi dış etnik gruplar yanında, yerel Kürt ve Zaza halkları üzerindeki sahâ araştırmaları yaptı. Ülkemizde yaşayan bütün yerli-yabancı etnik grupların sosyal varlık alanlarını, ülkemizde ilk defa inceledi ve 1995 yılında ‘Etnik Sosyoloji’ adı ile yayınladı. Ayrıca; 17 il ve 45 ocakta yaşayan Alevî-Bektaşî grupları ile Doğu-Güneydoğu yörelerinde yaşayan 21 kadar kabile ve aşiretleri aralarında yaşayarak inceledi. Bu eseri 1995 ve 1997 yılların da Türk kamuoyuna sundu. Bu eseri, Atatürk Üniversitesi 15, Millî Eğitim Bakanlığı 3, Turizm ve Kültür Bakanlığı 1 defa, ABD ise ‘Molokans in Turkey’ adlı bir eserini İngilizce olarak yayınladı. Ayrıca, L'Installation Das Immigrant Kazaks Dans Un Bourg, Descent Afflnity and Ritual Relations in Eastern Turkey ve The Development of Turkish Social Anthropology gibi yabancı dergilerde yayınlanmış ilmî makaleleri de mevcuttur.
Prof. Dr. Türkdoğan, 2008 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi onur ödülüne layık görülmüştür. Yukarıda ismi geçenler dışında 30 adet kitabı yayınlanmıştır.


DERKENAR:


İSKENDERİYE KÜTÜPHÂNESİ

 
İskenderiye Kütüphânesi, MÖ 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye şehrinde Ptolemaios hânedanı tarafından kurulmuştur. ‘İskenderiye Müzesi’ olarak bilinen araştırma enstitüsünün bir bölümü olarak inşa edildi. İnsanlık tarihinde meydana getirilmiş mühim eserlerden biridir. Eski kaynaklar, burada 150.000 cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder.

İskenderiye şehri MÖ 332 yılında, Makedonyalı Büyük İskender tarafından kuruldu. O’nun ölümüyle imparatorluğun dağılışı sonunda kumandanlarından Lagus’un oğlu Ptolemaios 1. Soter'in eline geçti. O da Mısır’da krallığını ilan etti. Mısır’da 300 yıl devam eden bu hânedanın ilk hükümdarı olup, 323 yılında 24 yaşında itibâren 24 yıl hüküm sürmüştür. Savaşı sevmeyen Ptolemaios, hiçbir zaman ülkesinin sınırlarını genişletmek hevesine kapılmadı. Bilim ve edebiyata düşkünlüğüyle, Mısırlılar'ın gelenek ve göreneklerini, dinlerini benimseyerek halkın sevgisini kazandı. Eski kanunları, dini törenleri muhâfaza etmekle kalmayıp, eski Mısır hükümdarlarının lakabı olan Firavun unvanını aldı ve onları taklit ederek öz kız kardeşiyle evlendi.

Bu yeni devletin merkezi İskenderiye şehriydi. Yeni firavun burayı baştanbaşa onarıp, genişleterek o devrin en meşhur şehri haline getirdi. Burada meydana getirdiği en önemli eser ise müze ve buna bağlı olan Kütüphâne idi. Kurulması için saray civarında ve güzel bir yer seçildi. Müzede o devirde bilinen bütün ülkelerdeki hayvan ve bitkilerin bir örneği vardı. Ayrıca botanik bahçesi ve bir rasathâne bulunuyordu. Otopsi yoluyla insan vücudunun incelenmesi için bir anatomi salonu açılmıştı. Bu bilim sitesinde fizik, kimya, tıp, astronomi, matematik, felsefe, edebiyat ve fizyoloji bilgileri için evler yapılmıştı.

Kütüphânede büyük bir çalışan kadrosu da görev yapıyordu. Eserlerin papirüslere yazılarak rulo şeklinde saklandığı belirtilmektedir. Kral tarafından desteklenen bu kütüphâne yayınevi işlevini de görüyordu. Bu kütüphâne büyük bilim insanlarına da ev sahipliği yapmıştır. Matematik bilgini Öklides, mekanik bilimci Arkhimedes, tıp bilimci Herofilos, gök bilimci Eratosthenes, Batlamyus gibi isimler bu kütüphânede çalışmışlardır.

Müzenin en önemli bölümü kütüphânesiydi. Kütüphânenin müdürü, bulabileceği her yazılı eseri alma yetkisine sahipti. Mısır’a giren her kitabın buraya götürülmesi mecbûriyeti vardı. Kitabın burada bir nüshası çıkarılıp sâhibine verilir, kitabın aslı ise kütüphânede kalırdı. Bir taraftan da yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp, getirirlerdi. Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkûm durumda olan eserler emin bir yerde toplanmış oldu.

Kütüphânenin, çıkan çeşitli fanatik görüşler sebebiyle, antik Pagan tapınakları ve yapıların imhası sırasında Hıristiyanlar tarafından yakıldığı iddia edilmektedir.

Bu görüşe göre 391 yılında Bizans'ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın eski din mensuplarına ait Osiris tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hrıstiyanlara verdi. Burada yapılacak kilisenin temel kazıları sırasında üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıktı. Hristiyanlar bunu bir alay konusu yaptılar. Bu olay şehirde kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırdı ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıktı. İki taraf çarpıştı, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirildi. İskenderiye Kütüphânesi’nin olduğu bölge yerle bir edildi. İmparator 1. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hâlâ neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphânesi’nin eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürdü. İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emretti. İskenderiye Kütüphânesi’ndeki bütün eserler şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırıldı ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok oldu.

Daha önceleri bu kütüphânenin şehrin Müslümanlar tarafından alınmasından kısa bir süre sonra ikinci İslam Halifesi Hz. Ömer’in (ra) emriyle Mısır Fâtihi Amr İbnül-As tarafından yakılarak yok edildiği ileri sürülmüştür. Bernard Lewis konu hakkındaki makalesinde, kütüphânenin Müslümanlar tarafından yok edildiği hikâyesinin doğruluğunu, Alfred J. Butler, Victor Chauvin, Paul Casanova ve Eugenio Griffin gibi Batılı ilim adamlarının reddettiğini yazmaktadır.

Kütüphânenin Sezar tarafından, İskenderiye'yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü de çeşitli tarihî eserlerde yer almaktadır. Kütüphânenin varlığını 4. yüzyıla kadar devam etirdiği bilinmektedir. Sezar'ın kuşatmasında sadece bir bölümünün zarar görmüş veya yıkılmış olduğu da düşünülmektedir.

Yakılan İskenderiye Kütüphânesinin bulunduğu alanda Yeni İskenderiye Kütüphânesi yapılmış ve 2002 yılında hizmete açılmıştır. Eski kütüphâneye benzer büyüklükte inşa edilse de bilginin dünyaya yayılmasına hizmet eden bu kültürel miras, yok olan el yazmaları sebebiyle maalesef asla eski İskenderiye Kütüphânesi’nin yerini alamayacaktır.