Evet sevgili,
      Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
      Kim? Uzanmak isterdi serçe parmaklarına,
      Mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa
      Tanıklık etmiş olmasaydı eğer…
                                                                      Can Yücel
Hepimizi geçmişe götüren, bizlere unutulmaz hatıralarımızı anımsatan, ancak mazide kalan unutulmaz kokular vardır…
Bazen geçmişin yadigarı hatıraları anımsatacak kokularla karşılaştığımız, çok Nadir yaşanan ,ancak son derece Nadide olan anlar yaşarız…
Bazen ise işte bu o kokuydu dediğimiz, o kısacık anın büyüsüyle, hafızamızın dehlizlerinde tatlı bir meltem estirir o dakikalar…
Özlemle doldurur insanın iç alemini kokular… 
Sevdiklerimizi, en çokta özlediklerimizi çıkarırız o kokularla mazinin derinliklerinden…
Kim bilir neredeyizdir? Kimsecikler bilmez. 
Belki çocukluk günlerinde Anneanne evinde gece yatısına kaldığımız bir geceye götürmüştür o tanıdık koku bizi. Yatağa serilen sakız beyazı çarşaflardan gelen o mis gibi beyaz sabun kokusu ile Anneanne mizin sıcak, şefkatli, sınırsız sevgi dolu kalbinin, Pamuk beyazı saçlarının kokusunun yokluğunun özlemine… 
Belki de ilkokula giderken Annemizin sabahları bizim için hazırladığı beslenme kutumuzun içindeki iki mandalinanın kokusudur o özlenen koku. Yanmış kızarmış ekmek kokusu tüten bir seksenli yıllar mutfağında Annemizin her sabah tekrarladığı, sabah telaşına eşlik eden söylenmeleri, vatkalı elbisesi, o yılların modası perma denen kıvırcık saçlı hali gelir aklımıza… Mandalina kokan beslenme kutusunu özleriz… Hatta permalı saçları, vatkalı elbiseleri, rengarenk mandal tokaların rüküşlüğünü, bile. 
Belki de kavruk bir yaz günü sıcağında; Elimizdeki bozuk paralarla, dondurma almak için koşturduğumuz mahalle Pastanesinin o ferahlatan serinliğine karışmış Vanilya kokusudur anımsanan koku. Üç, beş mahalle arkadaşısınızdır. Tüm gün sokakta oynamaktan enseleriniz kararmıştır. Dondurmalar bahçe duvarına oturulup yenilir…
 O Pastaneye ilk önce kim varacak? diye yarıştığınız, koştuğunuz günlerden birinde ekmek fırının kırmızı kamyoneti çarpmıştır Hüseyin’e… Vanilya kokusu tüten pastanenin önüne bir daha hiç koşamamıştır Hüseyin…. Annesi bir daha hiç konuşmamıştır hiç birinizle.. Salçalı ekmek yapmamış, susayınca su vermemiş, günden arta kalan kekleri melamin tabağa koyup dağıtmamıştır kapı önünde…
 Hep kızmış, kaç kez uyarmıştır oysa ki her yarışa başladığınızda size… Hüseyin alay edersiniz koşmayınca diye yine takılmıştır peşinize…
Belki de yedi yaşında küçük bir oğlan çocuğunun sünnet düğününde korkuyla hem Sünnetçiyi hem de heyecanla Hokkabazı beklediği düğün salonunun sıcağında içtiği serin limonatanın kokusudur o koku…
Dedemizin teneke Vita yağı kutularında hevesle övünerek büyüttüğü kırmızı sardunyalarıyla bezenmiş avlunun akşamüstü saatlerinde yıkanan, ıslak taş zemininin kokusu..
Belki üniversiteli bir delikanlının taşrada yaşadığı Baba ocağına son gelişindeki yaza aittir o koku.. Anasının hazırladığı bir sabah kahvaltısında köy evinin içini saran mis gibi tereyağlı mıhlama, sıcacık mısır ekmeği demli çay kokulu bir daha asla aynı tadı alarak yiyemediği son anne eli değmiş kahvaltının kokusudur özlenen o koku…
Belki de İlk sevdamızla Büyükada’ya gitmişizdir. Mahcup, utangaç, heyecanlı, hevesli, delikanlılık çağlarında ilk el ele tutuştuğumuz sevdamızın saçlarına dokunup ilk busesini aldığımız gün onun sürdüğü ve adını hiçbir zaman öğrenemediğimiz o yasemin çiçeği kokulu parfümün hafızamıza mıhlanmış utangaç, masum kokusu…
Lise sıralarında aşkımızı bir türlü ifade edip açılamadığımız, içten içe aşk ızdırabı çektiğimiz karşılıksız sevdamızın bir sıra balık sırtı örgü yaptığı saçlarından esen elmalı bir şampuanın kokusu…
Eski bir kitap kokusu, ahşap kokusu, belki ıslak çimen kokusu… Hepsi biraz özlem, biraz mutluluk ile dolu hüzünlü vedalardan arta kalan …
Hatıraların ve Anıların birer kokusu var işte… Tıpkı hiçbir insanın aynı kokmaması gibi. Tıpkı herkesin evinin kokusunun birbirinden farklı olması gibi. Parmak izi gibi bir şey kokular ve Hatıralar. Kişiye özel İmza, belki de bir nevi mühür …
Kokular ve hissettirdikleri her şey hafızamızda kilitli .Bizden başka kimseyi konuk edemeyiz o anın hazzına. Sadece biz hissederiz ve işte bu “o anın kokusuydu” deriz.. 
Bazen sadece derin bir iç çekeriz, bazen gözlerimiz buğulanır sitem ederiz, bazen ince den belli belirsiz muzip bir tebessüm ederiz, bazen anılara kırgın bir selam veririz, bazen, işte biz insanoğlu bazen, böyle anlarda neler, neler düşünür ve bazen keşke, bazen iyi ki, bazen ise çok özlemişim der ve o kıymetli hatıralara, özlenenlere, sevilenlere biraz tebessüm belki birkaç damla göz yaşı ile selam verir geçer gideriz…