HÂFIZ AHMED PAŞA

Prof. Dr. AHMET ŞİMŞİRGİL

Sadrâzam Hâfız Ahmed Paşa, Bağdad seferinden dönerken İstanbul’da âsîler ve sipahi zorbaları ayaklanarak kellesini Pâdişâhtan istemeye başlamışlardı. Vezir Bayram Paşa kendisine bir mektupla olaylardan bahsederek İstanbul’a gelmemesini bildirdi. Hâfız Ahmed Paşa yolda iken Bayram Paşa’nın gönderdiği adamla karşılaştı ve vaziyeti anladı, fakat gülerek; ‘Var bizden paşa hazretlerine selâm söyle. Zuhur edecek kazâ-i mübremi rüyamda gördüm. Ölmekten gam çekmem’ diyerek, Bayram Paşa’nın adamını geri gönderdi. Kendisi de sür’atle İstanbul’a geldi.

Bu sırada sarayda Hâfız Paşa’ya düşmanlığı olan Topal Recep Paşa’nın tahrikleri ile fitne giderek büyüyordu.

Pâdişâh Dördüncü Murâd Han, isyânın önüne geçebilmek için bâbüsseâde önüne tahtını kurdurarak oturdu ve âsî elebaşılarından dört kişiyi huzuruna çağırdı. Sultan bunlara uzun uzun bu hâllerinin din ve devlete münâsib olmadığını anlattı. Ancak bu zorbalar da; ‘Cümle askerin cevâbı; pâdişâhım, devletine fenalık edenleri elbette vermeniz gerekir; yoksa biz işimizi biliriz’ diyerek edepsizce laflar ettiler.

Bu sırada abdest alıp Bâbüsseâde önüne gelen Hâfız Ahmed Paşa, bunların pâdişâh sözünü dinlemediklerini görünce;

Pâdişâhım! Hezâr (bin) Hâfız gibi kulun yoluna fedâdır. Ancak recâm budur ki, beni sen katletmeyip bu zâlimler haksız yere kanımı döküp beni şehîd etsinler ve lütfedip cesedimi Üsküdar’da defnettiresin ve yetimlerime lutf ve inayetini recâ ederim’ diye yer öptükten sonra Besmele çekip; ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm, İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ diyerek âsî güruhunun içerisine daldı.

Hâfız Ahmed Paşa, meydana girince yer yer sipahiler önüne çıkıp hücum ettiler. Önde gelen sipahi, hamle edeyim diye yanaşınca, Hâfız Paşa, sipâhînin ağzına öyle bir Osmanlı tokadı vurdu ki, herif yere serilip başından destan yuvarlandı. O zaman ellerinde hançerlerle hep birden Hâfız Ahmed Paşa’nın üzerine çullandılar. Başına, göğsüne ve vücûdunun her bir yerine hançerlerle vurdular. O Vezîr-i zîşânı ki (saîd olarak yaşayan şehîd olarak ölür) Pâdişâh’ın gözü önünde on yedi yara ile kana bulayıp şehîd ettiler.

Hâfız Paşa’nın soğukkanlı hareketini ve âsîlerin arasına atıldığını ve fecî surette şehîd edildiğini gören Sultan Murâd, mendilini yüzüne tutarak ağladı. Bu fecî manzaraya karşı artık durmaya tahammülü kalmadığından;

Bre Allah’tan korkmaz, Peygamberden utanmaz, şer’e ve pâdişâha itaat etmezler! Hak teâlâ kudret verirse sizden intikam almak nasıl olur görürsünüz’ diyerek içeri gitti. Hâfız Ahmed Paşa’yı vasiyeti üzerine Üsküdar’da Karaca Ahmed mezarlığına defnettiler.

HÂFIZ AHMED PAŞA:

Sultan Dördüncü Murad Han dönemi sadrazamlarından şâir ve hânende Hâfız Ahmed Paşa, İstanbul’da 6 Aralık 1632 târihinde yeniçeriler tarafından katledildi. Doğumu: Filibe, 1557.  

Bir müezzinin oğlu idi.  Sultan Birinci Ahmed Han döneminde saraya alındı, Enderun’da yetişti. 1608’de Kaptan-ı Deryâlığa, 1609’da Şam, 1622’de Diyarbakır Beylerbeyiliği’ne, 1625’te sadrâzamlığa ve İran serdarlığına  tâyin edildi.  8 ay süren Bağdat kuşatmasında başarılı olamayınca 1626’da sadrâzamlıktan azledildi. İstanbul’a döndüğünde Sultan Dördüncü Murad Han’ın kız kardeşi ile evlendi, ikinci defâ sadrâzamlığa tâyin edildi. Topal Recep Paşa’nın gizlice desteklediği sipâhi ayaklanması sırasında öldürüldü.   

VATAN SEVGİSİ

FAZLI KÖKSAL 

Biz Türkler, vatan sevgisini, Tanrıkut Mete'den bu yana çok çok iyi biliriz...

Vatan sevgisin öğreneceksek;

Mete Han'dan Büyük Önder Atatürk'e kadar, Türk Târihinin yiğit Başbuğlarından öğreniriz...

Destanlarımızdan öğreniriz. (Göç, Türeyiş, Yaratılış, Şu, Bozkurt, Alper Tunga, Manas...)

Binlerce yıldır, Çinlisinden, Rus'una, Arabından Yunan'ına, Farsından İngiliz'ine karşı yürüttüğümüz savaşlarımızdan ve o savaşların isimsiz kahramanlarından öğreniriz... Veya o savaşların efsaneleşmiş kahramanlarından, Kür-şad'dan, Battal Gazi'den, Ulubatlı Hasan'dan, Genç Osman'dan, Nene Hatun'dan, Seyit Onbaşı'dan, Sütçü İmam'dan, Albay Reşat Çiğiltepe'den, Cengiz Topel'den, Ömer Halisdemir'den öğreniriz...

Şairlerimizden öğreniriz. Mesela; Namık Kemal'in "Vatan Şarkısı", Mehmet Âkif'in "Çanakkale Şehit'leri", Ziya Gökalp'in "Vatan", Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken", "Orhan Şâik Gökyay'ın "Bu Vatan Kimin", Necip Fâzıl'ın "Sakarya", Fâzıl Hüsnü Dağlarca'nın "Vatan Türküsü", Ârif Nihat Asya'nın "Bayrak", Atsız'ın "Topal Asker", Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun "Fetih Marşı", Dilâver Cebeci'nin "Türkiye’m"i gibi buram buram vatan sevgisi kokan binlerce şiirden...

Romanlardan öğreniriz; Hâlide Edip Adıvar'ın, Atsız'ın, Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun, Enver Behnan Şapolyo'nun, Hasan İzzettin Dinamo'nun, Bahaettin Özkişi'nin, Tarık Buğra'nın, Attila İlhan'ın, Emine Işınsu'nun, Turgut Özakman'ın romanlarından öğreniriz...

Ömer Seyfettin'in hikâyelerinden öğreniriz; Ferman'dan, Topuz'dan, Vire'den, Başını Vermeyen Şehit'ten, Diyet'ten, Forsa'dan ve de Pembe İncili Kaftan'dan öğreniriz...

Dedemizden, ninemizden dinlediğimiz ninnilerden, masallardan, kahramanlık hikâyelerinden öğreniriz...

Târih yazıcılarımızdan öğreniriz; İsmail Hakkı Uzunçarşılı'dan, Zeki Velidi Togan'dan, Ömer Lütfü Barkan'dan, Hüseyin Nihal Atsız'dan, Yılmaz Öztuna'dan, Halil İnalcık'tan, Sina Akşin'den, İlber Ortaylı'dan...

Tomris Hâtun’dan,  Altun Can Hâtun’dan, Râziye Sultan’dan,  Dilşad Hatun’dan, Nene Hatun’dan, Kara Fatma’dan, Nezahat Onbaşı’dan, Şerife Bacı’dan yâni târihte iz bırakmış kahraman Türk Kadınlarından öğreniriz…

"Ne Mutlu Türküm Diyene"nin anlamını kavrayınca öğreniriz...

Okullardan kaldırılan andımızı okumaya devam ederek öğreniriz…

Atamızın Gençliğe Hitabesinden öğreniriz...

İstiklal Marşımızdan öğreniriz...

Dalgalanan Al bayrağımızdan öğreniriz...

Vatanını terk eden Suriyelilerin çocuklarının gözlerinde görsek görsek; vatanına karşı görevini yapmamanın suçluluğunu, başka bir vatanda sığıntı olarak yaşamanın ezikliğini, kardeş kardeşe düşmenin pişmanlığını görürüz.

Vatan sevgisini, bir gözden öğreneceksek, şehit çocuklarının gözlerinden sicim gibi akan gözyaşlarından öğreniriz...

Cahit Külebi'nin dediği gibi;

"Biz biliriz bizim işlerimizi

İşimiz kimseden sorulmamıştır.

Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle

Başımız bir kere eğilmemiştir."

24.09.2018

EZELÎ VE EBEDÎ DERT: AHLAKLI İNSAN KITLIĞI

SATI ÇIRPAN*

Sûiistimal ve sui ahlâk coşkun bir sel gibi, hiç bir hâil önünde durmıyarak memleketin her tarafını istilâ etti... Balkan muharebesinde uğradığımız felâketler, fırkaların çokluğuna hamledilmişti. Şimdi uğradığımız felâketler de fırkaların yokluğuna isnad olunuyor. Bence fırkaların yok olmasından da, çok olmasından da daha ehemmiyetli bir nokta vardır ki, o da fırkaların ahlâksız olmasıdır; kendi mensuplarına mahsus bir ahlâk ve hukuk teşekkül ettirememesi, umûma mahsus ahlâk ve kanunun üstüne çıkamamasıdır. Fırkalar bu esasa riâyet etmedikçe, bir de olsa yüz de olsa memlekete zarar ve felâketten başka bir şey getiremezler.

Bir memlekette yalnız bir fırkanın bulunmasının fenalığı asıl şundan dolayıdır ki, böyle bir fırkanın (ahlâklı) kalması imkânsızdır. Muarızsız ve muhalifsiz kalan her siyasî kuvvet er geç su-i istimal etmeğe ve edilmeğe mahkûmdur.

Vakit Gazetesi, 1 Teşrin-i Sâni 1918 /  1Kasım 1918

LÛGATÇE:

sûiistimal: Kötüye kullanmak.  

sûiahlâk: Kötü ahlâk   

hâil: Engel, mânia    

fırka: Siyâsî parti.

hamletmek: Yakıştırmak, sebep göstermek, yorumlamak,  isnat etmek 

isnad: Bir suçu, kusuru veya kabahati, başka birinin üzerine atma, yükleme, iftira. 

teşekkül ettirmek: Şekillendirme, vücuda getirme, oluşturma.    

muârızsız: Muhalifi, karşı çıkanı, tenkid edeni olmayan. 

*Satı: Satı Çırpan (Satı Kadın) olarak bilinir. İlk Kadın Milletvekillerindendir. T.B.M.M.’nin 5. Döneminde bulundu. Satı Kadın 1890'da Kazan'da doğdu. O dönemde, Ankara’nın bir köyü olan Kazan’da muhtardı. Millî Savaşta malûl olmuş bir askerin eşiydi. Beş çocuğu vardı, geçimini çiftçilikle sağlıyordu.  

PAKRADUNİLER 

Ermeni Gibi Görünen Gizli Yahudiler

Pakraduniler, Anadolu’nun İslâm diyârı hâline gelmesi ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten vazgeçip Ermeni kültürünü benimsediler. 1915 olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçtiler. Fakat Yahudi zihniyetini nesilden nesile gizlice devam ettiren bir topluluktur. Fanatik Ermeni aleyhtarlığıyla Türk milliyetçiliğini ve Turancılığı savunmak, her fırsatta İslam’a saldırarak, sosyalist ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alametifarikasıdır. Ama sadece solcu değil, sağcı partilere; hatta Millî Görüş’e de sızanlar vardır.

Prof. Dr. Abraham Galante, ‘Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı’ adlı kitabında,  bu topluluk için; ‘Varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun sonlarından, 20’nci yüzyıla kadar devam ettirmiş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir’ bilgisini veriyor. Pakraduniler, Selçukluların hâkimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini cemaat içinde devam ettiriyor. Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını teşkil eden Birinci Zeytun İsyanı’nın arkasında Fransa ve Vatikan’ın bulunduğunu, isyan düzenleyicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyordu.  

Abraham Galante:Avram Galanti’ olarak da bilinir. 4 Ocak 1873 târihinde Bodrum’da doğdu. Rodos Rüşdiyesi ve İzmir Sultani İdadisi'nden mezun oldu. Rodos'ta öğretmenlik ve adalardaki Yahudi ve Türk okullarında maarif müfettişliği yaptı. Daha sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı ve cemiyetin aktif ve ileri gelen elemanlarından biri oldu. 1915 ile 1933 yılları arasında Darülfünun'da eğitimci ve profesör olarak çalıştı. Soyadı Kanunu çıkınca 'Bodrumlu’ soyadını aldı. Yabancı dille eğitime, Lâtin alfabesesinin kabul edilmesine harf ve dil devrimlerine karşı çıktığı için üniversite kadrosundan ihraç edildi. 1944-1946 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi listesinden T.B.M.M. 7. Dönem Niğde milletvekilliği yaptı. Türkiye Musevilerinin Türkleşmesi gerektiğini söyledi ve ısrarla tavsiye etti.  8 Ağustos 1961 târihinde İstanbul’da öldü. 

Juda İmparatorluğu:  Yehuda’ veya ‘Yahudi’ İmparatorluğu olarak da bilinir. M. Ö.  7. Yüzyılda, Mûsevî Juda tarafından günümüzdeki Mısır topraklarında kuruldu, 6. Yüzyılda Babilliler tarafından târih sahnesinden silindi. 

Levon Panos Dabağyan: Ermeni asıllı Türk vatandaşıdır. Kendisini ‘Türk Milliyetçisi’ olarak kabul ettirmiştir. 11 Kasım 1933 târihinde İstanbul’un Yenikapı semtinde doğdu. 7 Mayıs 2017 târihinde İstanbul'da öldü. Kitap hâlinde yayınlanmış eserleri: Bilinmeyen İkinci Abdülhâmid Han, Paylaşılamayan Belde: Konstantiniyye, Türkiye Ermenileri Târihi, Geçmişten Günümüze Osmanlı Ermenileri, Sanat Dünyamızda Osmanlı Ermenileri, Başbuğ Türkeş ve Milliyetçilik, Türk Cihan Hâkimiyetine Açılan Yol, İstanbul’da Gündelik Hayat, Ermeni Tehciri, Ermeni Meselesi ve 1915 Kaosu, Zaman Tünelinde Şehnr-i İstanbul’un Seyir Defteri.  

Daha geniş bilgi edinmek isteyenler aşağıdaki adresten faydalanabilirler: 

https://www.turkishnews.com/tr/content/2013/07/07/ermeni-goruntulu-gizli-yahudiler-pakraduniler/

İBRETLİK… 

Önce Eski Fransa Başkanı Chirac’ın 2008’deki bir konuşmasıyla başlayalım. Şöyle demiş: “Afrika olmasaydı, Fransa 3. dünya ülkesi olurdu”. Bu konuşmanın sebebi Fransa’nın Afrika’daki eski sömürgelerine bağımsızlıklarını(!) verirken imzalattığı 11 maddelik koloni kanunları. Fransa, eski sömürgesi olan 14 Afrika ülkesinden koloni vergisi adıyla hâlâ (evet hâlâ) yüklü miktarda vergi alıyor.

Bu 14 Afrika ülkesinden Fransa’nın kasasına yılda yaklaşık 500 milyar dolar para giriyor. Sâdece bununla sınırlı değil, çok daha fazlası var. 14 ülke, yurtdışındaki paralarının % 85’ini Fransa Merkez Bankası’na yatırmak mecburiyetinde. Yıl içinde ihtiyaç duyarsa % 15’ini ancak alabilirler. Daha fazlasına ihtiyaç varsa, % 65’e kadar olanını Fransız Merkez Bankası’nın faiziyle ancak alabiliyor. (kendi parası için faiz ödüyor)

Koloni yasaları gereği ülkede çıkan madenleri ilk olarak Fransa’ya teklif etmek mecbûriyetindeler. Fransa istemezse başka ülkeler satabilirler. Ülkedeki bütün ticârî ve askerî alımlarda, ihâlelerde Fransız firmalara öncelik tanımak mecbûriyetindeler.  Bunları kabul etmeyen devlet başkanları ya öldürüldü veya darbeyle uzaklaştırıldı. Afrika’daki darbelerin %61’i bu 14 ülkede oldu.

Chirac ne demişti tekrar hatırlayalım: “Afrika olmasaydı, Fransa 3. dünya ülkesi olurdu…”

Fransa’nın önceden sömürgesi olan Benin, Burkina Faso, Gine, Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Senegal, Togo, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo, Ekvator Ginesi ve Gabon, Fransa’ya hâlâ sömürge vergisi ödeyen ülkeler.

Evet aktardığımız bilgilerde görüldüğü gibi Fransa anlatıldığı gibi “medeniyetin beşiği” değil sömürgeciliğin, hırsızlığın ve haksızlığın başıdır. Şimdi ki parlak medeniyetleri başkalarının gözyaşları üzerinde kurulmuş medeniyettir. 

(Lokman Öztürk gönderdi. Yazarı bilinmiyor. )

BAHADIR

AHMET MAHİR PEKŞEN

Görmez misin milleti, umut sende, göz sende,

Herkes bir şey söyledi, kürsü sende, söz sende,

Ufukta güneş dursun zamana bir düğüm at,

İşte senin altında Fatih'te gördüğüm at,

Kalemini hazırla, kılıcı çekme kından,

Gönülleri fethetmek gaye bu son akından...

Nefer mi istiyorsun, sahralar kadar dolu,

DuÂda evliyÂlar, secdede Anadolu.

Anadolu tetikte, Anadolu ayakta,

Diriler kahkahada, ölüler ağlamakta...

DENİLİRSE İNANMA, "DAHA DUR, AZ DAHA DUR"...

KAYBEDECEK ANIN YOK, ZAMAN HIZLI BAHADIR...

Şimdi dünya avcunda, nefes alsan duyan var,

Yazık!... Batan gemide yan gelip uyuyan var.

Uzay gemilerini fezada yürüt artık,

Sana dar bu hudutlar, hedefi büyüt artık.

Her damla yaş bir dua, her dua binbir füze,

Beklenen hesaplaşma, geldik işte yüzyüze...

Yarın belki yok yiğit, sanki bu an son andır,

Zaferi umuyorsan hem inan, hem inandır.

Biz ki; çağlara mühür vuran nesillerdeniz,

İstanbul'da sur söyler, Çanakkale'de deniz.

NE MADALYA, NE ÜNVAN, HESAP SIRF ALLAH'ADIR.

SIRTINA DÜNYA KONSA ŞİKÂYET YOK BAHADIR...

Anlayacaksın beni târihi düşününce,

Dâvân kadar büyüksün, hedefin kadar yüce,

Borcun var bu Türk yurduna, hem kan hem de ter borcu,

Bahadır, belki yarın bu toprak ister borcu.

Şükür gerek bedenin her bir âzâsı için.

Doğrul be BAHADIR'ım, Allah rızâsı için.

KARANLIĞI TÜKETTİK,YÖNÜMÜZ SABAHADIR.

BİR KEMENT AT GÜNEŞE, ÇABUK GETİR BAHADIR.