Hadis rivâyet usûlünde, herhangi bir hadis Haber-i Vâhid (tek bir kişinin rivayetiyle gelmiş bile olsa, mâvak’a’ya uygun ise, yâni, bu hadis’te haber verilenler aynen vuku bulmuş ise, Haber-i Vâhid bile olsa bu hadis’e i’tibar olunur. 

Şakird’lerin Cevşen hususundaki iddia’ları Haber-i Vâlid ile bile vârid olmamıştır. Her ne kadar Cehl-i Mürekkeb ile, sadece İmam Zeyne’l-Abidîn’e isnad ettikleri halde “Tevâtüren rivâyet edilmiştir,” diyorlarsa da, Haber-i Vâhid ile bile sâbit değildir. 

Şakird’lerin iddiası: 

Hâşâ! Böyle bir şey aslâ vârid değildir; Güyâ, Cebrail aleyhisselâm gelmiş, Cevşen du’a’sını getirmiş ve Resûl-i Ekrem Efendimize, “Zırh’larını çıkar ve bu du’a’yı oku, sana kimse zarar veremeyecek,” demiş... 

Mâvak’a, (olanlar nedir?): 

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivayete göre şöyle demiştir: Uhud günü Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in başı yarıldı da Resûlüllah: Peygamber’ini yaralayan bir kavim nasıl necat bulur? diye Allahu Teâlâ’ya şikayet etti. 

Bunun üzerine: Habîbim! Onlara aid muamelden seni ilgilendiren bir cihet yoktur (emir ancak Allah’ındır) meâlindeki âyet nazil oldu. 

İbn-i Hişâm’ın Ebû Said-i Hudrî’den rivayetine göre, Resûlüllah’ın mübârek rebâiye dişini (ağzın sağında ve solunda, altlı ve üstlü dört diş vardır ki, bunlar ön dişlerle azı dişleri arasındadır. Bu dört dişe Arapların dilinde râbiye denilir. Resûl-i Ekrem’in Uhud günü bu dört râbiye’den sağ ve alt taraftaki dişleri kırılmıştı.) Utbe İbn-i Ebî Vakkâs attığı bir taşla kırmış ve alt dudağını yaralamıştı. Abdullah İbn-i Şihab da alnını yarmıştı. Abdullah İbn-i Kamie’nin bir kılıç darbesiyle de yanağının göz altındaki yumrucuğu olan elmacığı yaralanmış ve bu şiddetli darbe ile parçalanan miğfer’inin iki halkası elmacığına batmıştı. 

Übey İbn-i Halef’in de dahil olduğu bu şerîrler Resûlüllah’ı öldürmek üzere ahd ve ittifak etmişlerdi. İslâm askerinin bulunduğu en buhranlı bir sırada bunlar Resûlüllah’ın yanına kadar sokulmaya muvaffak olmuşlar ve çirkinliği-alçaklığı irtikâp etmişlerdir. Bunlardan Utbe İbn-i Ebî Vakkâs, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs’ın kardeşi ve Mekke müşriklerinin en azgınlarındandı. Bu şerir’in irtikâp ettiği bu cinayet üzerine Resûl-i Ekrem: “yılına erişmesin!” diye du’a buyurmuş ve hakîkaten senesi içinde gebermiştir. Bu şerirlerden, İbn-i Kâime de vahşî bir hayvan tarafından parçalanmıştır. Bunların tecâvüzü üzerine Übey İbn-i Halef de: 

- Vallâhi Muhammed’i öldüreceğim! diye hücûm etmesi üzerine Resûl-i Ekrem, İbn-i Samme’nin elinden okunu alarak: 

- Belki ben seni öldürürüm! diye oku kendisine tevcih buyurunca Übey kaçmaya başlamıştı. Resûl-i Ekrem: 

- Yalancı, nereye kaçıyorsun? diyerek oku yerleştirmiş ve zırhının yakasından vurmuştu. Übey İbn-i Halef aldığı bu ağır ara üzerine bir boğa gibi bağırarak hemen devrilmiş ve cinayet ortakları tarafından yüklenilip götürülmüştür. Bir-kaç gün sonra da ölmüştür. 

Buhârî’nin İbn-i Abbas’dan gelen bir rivayetinde, Resûl-i Ekrem’in bu vâkıa üzerine “Allah’ın intikamını Resûlüllah’ın Allah yolunda Übey İbn-i Halef hakkında şiddetli oldu. Yine Allah’ın intikamı Allah’ın Peygamber’inin yüzünü yaralayan kavim hakkında şiddetli oldu,” buyurmuştur. 

Abdullah İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan rivayete göre İbn-i Ömer (Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem (yaralanıp dişi kırılınca) sabah namazının son reka’tında rükû’dan başını kaldırıp “Allah kendisini öven kişinin övgüsünü işitti. Rabbi’miz! Övülme yalnız sen’in hakkındır,” dedikten sonra onun: Allah’ım filâna, filana, filana la’net! dediğini işitmiştir. Bunun üzerine Allahu Teâlâ “Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler –ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur- Yahud (Müslüman olsunlar da) tevbelerini kabûl etsin, ya da (ısrar ederlerse) onlara azap etsin diye (Allah Bedir’de size yardım etti. Çünkü onlar zalimdirler.” (Âl-i İmran 3/127, 128) 

Yukarıdaki hadis’te, filân, filân, filan diye kinaye sûretiyle zikrolunup Resûl-i Ekrem’in haklarında la’net ettiği üç kişinin Safvân İbn-i Ümeyye, Süheyl İbn-i Amr, Hâris İbn-i Hişâm (Ebu Cehl’in kardeşi) olduğu Buhârî’nin bu bâbındaki bir rivâyet tarikinde tasrîh edilmiştir. Bunların üç de Mekke’nin fethi günü İslâm ile Şerefyâb olmuşlar, İslam ile müşerref olduktan sonraki hayatları pek faziletli olarak devam etmiştir. 

Bunlar arasında Süheyl İbn-i Amr ki, Kureyş’in eşrafından ve efendilerinden idi. Hudeybiye Muahedesini akde me’mur olan Kureyş hey’etinin reisiydi. Gerek bunlar gerekse Kureyş ordusunda Uhud’da harp etmekte olanlardan ekserisi, ileride İslâm Câmiasındaki şerefli yerlerini alacaklarından bu âyette “Habibim! Müşriklere aid hükm-ü Cezâ seni ilgilendirmez. O, münhasıran bana aiddir! diye te’lîn etmekten tahzîr buyurmuştur. 

RESÛLÜLLAH’IN MÜBÂREK DİŞLERİNİN VE YARALARININ İLK TEDÂVİSİ: 

İlk tedâvî suretini de Buhârî, Sehl İbn-i Sa’d (radiya’llahu anh)den şöyle rivayet ediyor.

- Bir kere Sehl İbn-i Sa’d’dan Resûlüllah’ın şehid edilen dişi ve yarası sorulduğunda: Vallâhi ben Resûlüllah’ın yarasını kimin yıkadığını, kimin su döktüğünü, ne ile tedâvî edildiğini çok iyi bilirim! diyerek şöyle izâh etmiştir: Resûlüllah’ın kızı Fatıma (radiya’llahu anhâ) yıkadı. Ali İbn-i Ebî Talip de kalkanıyla su döktü. Fâtıma yıkamakla kanın ziyâdeleştiğini görünce hemen bir hasır parçası alıp, yaktı. Ve onun temiz külünü bastı. Bu suretle kan kesildi, akmadı... 

İslâm kadınlarının yaralıları tedâvisi, şehid’lerin harp sahası dışını nakilleri, kırbalarla su taşıması gibi ordunun geri hizmetlerini ifa etmeleri (lojistik faaliyetler içerisinde olmaları) Uhud harbinde başlayarak devam etmiştir. Buhârî’nin bu hususa dâir de pek çok rivâyeti vardır. 

“Muhammed ancak bir Peygamber’dir. Ondan önce de Peygamber’ler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, gerisin geriye (eski şirke) mi düşeceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfâtlandıracaktır.” (Âl-i İmran 3/144) 

(Yukarıda çok geniş bir şekilde anlatıldığı gibi Uhud Harbi’nde, Abdullah İbn-i Kamîa adında bir müşrik’in attığı bir taş ile mübârek dişleri kırılmış, yüzü alnı yaralanmıştı. Bu alçak müşrik’in, “Muhammed’i öldürdüm,” dediğini duyan bir başkasının “Muhammed öldürüldü!” diye bağırması üzerine ne yazık, Müslümanlar arasında bir panik oluşmuş, Allah’ın Resûlü “Ben buradayım! Öldürülmedim, buraya geliniz!” diye nida buyurmasına rağmen, İslâm ordusu bir an için bozguna uğramış, Resûlüllah’ın etrafından kaçışmışlar, bu telâş ile Medine’ye kadar firar edenler olmuştu. 

Muharebe Meydanında ancak, 30 kadar yiğit kalmış, etrafında ise, yedisi, Mühâcirlerden, yedisi Ensar’dan olmak üzere, 14 kişi etrafında sâbit-i Kadem olarak vücud’larını Mübârek vücud’larına siper etmişlerdi. Bu kahramanlar, yiğit Mücâhidler şunlardı: 

Mühâcir’lerden: Ebû Bekir, Ali, Abdurrahman İbn-i Avf, Sa’d İbn-i Vakkâs, Talha İbn-i Abdullah, Ubeyde İbn-i el-Cerrâh ve Zübeyr İbn-i Avvâm rıdvânu’llâhi aleyhim Ecmeîn... 

Ensâr’dan: Cenâb İbn-i el-Münzîr, Ebû Dücâne, Asım İbn-i Sâbit, Harp İbn-i Samme, Sehl İbn-i Huneyf, Üseyd İbn-i Hudayr ve Sa’d İbn-i Muaz rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn.. 

Bu arada ifade edelim ki, Uhud Harbinde Resûlüllah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin üzerinde iki zırh bulunuyordu. Ancak, Mübârek yüzlerini kapatan zırh’ta bir açıklık vardı ve hâin, zâlim, müşrik Abdullah İbn-i Kamîe’nin attığı taş ne yazık o boşluktan-açıktan Allah’ın Resûlü’nün dişini şehid etti ve yüzünün yaralanmasına sebep olmuştu. 

Şakird’ler Cevşen’e olağanüstü ma’na’lar yüklemeden, “Bu du’a’yı, Allah’ın isimlerinden ve sıfatlarından Üstadımız tertip etmiştir,” deseler herhangi bir problem yoktur.