Abdullah İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’in: 

“Kadınlarınız sizden geceleyin mescide (gidip ibâdet için) izin istediklerinde, kendilerine izin veriniz” buyurduğunu (sened-i muttasıl ile-râvîlerin dayandıkları deliller kesintisiz olarak- rivâyet ediyor. 

(Bir önceki yazımızda bu hadis ve aynı meâlde başka hadisleri, Sahîh-i Müslim’de, Müslim’in rivâyeti olarak nakletmiştik. Tekrar gibi görülürse de dirâyet-i rivâyeti ve Buhârî’nin de, rivâyet etmiş olması bakımından tekrar da olsa naklini uygun buldum.) 

Buhârî’nin diğer tarîktan yine İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ rivâyetinde “Bi’l-Leyli İl’el-Mescidi,” (Geleyin Mescide,) kaydı yoktur. Öyle olunca (mutlak) gece olsun, gündüz olsun kendilerine izin vermek lâzım geleceği anlaşılırsa da mutlakın mukayyede hamli lâzım gelir kuralına binâen, diledikleri gibi kayıdsız, şartsız olamayacakları anlaşılmalıdır. 

(Ümmü’l-Mü’minîn) Âişe(-i Sıddîka) radiya’(llâhu anhâ’dan: 

Resûllah salla’llâhu aleyhi ve sellem, İşâ (yatsı namazını) (erken kıldırmak adetleri iken) bir gece geç vakte kadar bırakmışlardı. Bu (dediğim) İslâm henüz yayılmadan evveldi. (O gece) hücre-i Saâdet’lerinden (erken) çıkmadılar. Nihâyet Ömer (gelip: Yâ Resûlallah, buradaki) kadınlar, çocuklar (hep) uyuya kaldılar” dedi. Bunun üzerine (Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem dışarıya) çıkıp ehl-i Mescide: “Şimdi yeryüzünde sizden başka bu namaza intizar eden yoktur.” buyurdular. 

Buhârî’nin diğer bir tarîktan rivayetinde: “Yatsı namazı o zamanda Medine’den başka bir yerde kılınmazdı. (O zamanda Müslümanlar) yatsı namazını, şafağın kaybolmasından gecenin sülüs-i evveline kadar olan vakit içinde kılarlardı” denilmiştir ki, -gecenin birinci üçtebiri demektir.- Mebde-i İntişar-ı İslâm olan o tarihlerde böyle olması pek tabi’îdir. Zirâ o günlerde yatsı namazı olmadığından kat-u nazar İslâmiyet Medine-i Münevvere’nin haricinde yayılmamıştı. Vâkıa Mekke’de, ba’zı Müslümanlar vardı. Fakat onlar gizlice kıldıkları için cemaatle namaz yalnız Medine-i Tâhireye mahsus idi. 

(Ümmü’L-Mü’minîn) Ümmü Seleme radiyalla’llâhu anhâ’dan: 

Şöyle demiştir: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem (namazdan) selâm verdiğinde selâmını itmam (tamamlama) eder etmez, kadınlar (hemen) kalkar. (Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de) ayağa kalkmazdan evvel azıcık bekler dururdu.” 

Râvî’lerden, İbn-i Şihâb-ı Zührî’nin Buhârî’deki “Öyle zannediyorum ki, Allâhu âlem- Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’in bu bekleyiş ve tevâkkufları kadınlar, cemaatin namazdan çıkmış olanları kendilerine yetişmezden evvel savuşmuş bulunsunlar içindir,” sözünden anlaşılıyor ki, kadınların mescidden çıkmalarına vakit bırakmak için beklerlermiş. Hattâ Ümmü’L-Mü’minin Ümmü Seleme radiya’llâhu anhâ’nın, yine Buhârî’deki diğer rivayetine göre, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz mihrabı terk buyurmazdan evvel kadınlar çıkıp evlerine dahil olurlarmış. 

Neseî rivayetinde ise daha ziyade tafsîl vardır. Bu rivayette: “Kadınlar selâm verdiklerinde hemen kalkarlar, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem ve birlikte namaz kılmış olan erkekler duracakları kadar dururlar, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem kalktığı vakitte erkekler kalkarlardı.” denildiğine bakılırsa kalkıp savuşmak için erkeklerin imamı beklemeleri sünnet olduğu da anlaşılıyor. 

Bu hadis-i Şerif’lerden Ahd-i Celîl-i Risâlette (Haz.Peygamber’imizin Risâlet-i Celîlesi zamanında) gece ile gündüz farkı açıkça zikredilmeksizin kadınların cemaatlere devam edip geri (arka) saflarda durdukları ma’lûm olur. 

Ebû Said-i Hudrî radiya’llâhu anh’den: 

Şöyle demiştir: (Bir def’a) kadınlar “Yâ Resulallah! (sözlerinizi dinlemek için) erkeklerden bize meydan kalmıyor. Kendiliğinden bize bir gün tahsis et.” dediler. (Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem) onlara (mîad olarak) bir gün ta’yîn etti. Kadınlar muayyen günde Huzur-u Risâlet-Penâhî’ye geldiler. O da kendilerine va’az etti, (ba’zı şeyleri) emretti. Buyurduğu sözler meyânında: “İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, evlâdından üç tânesini (âhirete kendinden) evvel yollasın da cehenneme karşı onun için bir siper peydâ olmasın.” sözü vardı. İçlerinden biri: “İki tânesi de (öyle değil mi?)” dedi. (Cevaben): “İki tânesi de (öyledir.)” buyurdu. Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den vârid olan diğer rivâyette (Mukayyed olarak) Sinn-i Bülûğa varmamış üç evlâd.” denilmiştir.    

Ebû Said (Sa’d İbn-i Mâlik İbn-i Sinan)-i Hudrî radiya’llâhu anhümâ’dan: Şöyle demiştir: Bir Kurban ya Ramazan bayramında Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, yanımıza namazgâh’a çıktı. Kadınların yanından geçti. Ve (onlara): “Kadınlar sadaka veriniz. Zirâ bana Cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz.” buyurdu. (kadınlar): “Yâ Resulallah, neden?” diye sordular. “Çünkü siz (ötekine, berikine) çokça la’net eder, Zevcelerinize karşı küfran-ı ni’met gösterirsiniz. (Ne acibdir ki, kendinizi zapteden tam akıllı ve dininde) hâzimli (dininde kuvvetli-dini muhkem) kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiç bir kimsenin çelebildiğini görmedim.” buyurdu. “Aklımızın dinimizin eksikliği nedir? Yâ Resulallah!” dediler. “Kadının şehâdeti, erkeğin şehadetinden yarısı değil midir?” diye sordu. “Evet” dediler. İşte bu aklın eksikliğinden, hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi?” buyurdular. “Evet” dediler. “İşte bu da dinin eksikliğinden.” cevabını verdi... 

Bu hadis’ten müfhem Câlib-i Dikkat iki husus hakkında: 

1) “Bana Cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz. 

Demek ki, sövme, la’net, Küfran-ı Ni’met gibi cürümler, Cehennem azabını mûcib büyük günahlardandır. İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ’dan: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bana Cehennem gösterildi bir de gördüm ki, ehl-i Cehennem’in ekserisi kadınlardır. Onlar küfrederler.” (Bunun üzerine) “(Yâ Resûlallah!,) Allah’a mı küfrederler?” diye soruldu. (Cevaben) buyurdu ki: Onlar kocalarına (karşı) küfran ederler. İhsâna (karşı) küfran ederler. Birisine, dünyâ, dünya oldukça ihsan etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen) bir şey görse “Ben senden hiç bir hayır görmedim,” der... 

2) Kadınların eksik akıllı, eksik dinli olmaları hususu: 

Cins’in küllü hakkında, (hepsine birden) verilen hükmün, o kül efradından her ferd için sadık olması lâzım gelmez. Nitekim, akıl ve din bakımından erkeklere taş çıkarır nîce kadınlar vardır. Hüküm ağlabe (çoğunla) binâendir. Noksan-ı Dine gelince, amel iman’dan cüz’dür ve iman ziyâde ve noksân kabûl eder, diyenler ki, Mu’tezile bu görüştedir. Bu Kelâm-ı Nebevî’yi zâhirine hamledip te’vile hâcet görmezler. İbâdeti eksik olanların dinleri de eksiktir,” derler. Oysa ki, ehl-i Sünnet’e göre, zât-ı İman-İslâm ve dinde ziyâdelik ve noksanlık sözkonusu değildir. Ziyâdelik ve noksanlık sıfâta râcidir. 

Bu Hadis-i Şerif’ten, bayram günü kadınların herkesle beraber şehir dışındaki namazgâha çıkması’nın câiz olduğuna istidlâl edilirse de, ulemâ bu mes’ele’de hayli ihtilâf etmişlerdir. Ebû Bekr, Ali, İbn-i Ömer gibi zevât-ı âliyye, bayram namazına çıkmayı kadınlar için bir hak olarak tanımışlar, Urve İbn-i ez-Zübeyr, Kasım İbn-i Muhammed İbn-i Ebî Bekr, Yahyâ İbn-i Said-i Ensârî, İmam-ı Mâlik gibi Tâbi’în ve İmam Ebû Yusuf gibi bir takım te’be-i Tâbiîn de menleri tarafına gitmişlerdir. Ebû Hanife ise bir def’a, tecviz, bir def’a da, men’etmiştir. Tecviz edenlerin delilleri meyânında bu hadis-i Şerif ile Buhârî’nin rivayet ettiği, Ümmü Atıyye hadisine nazaran Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem, genç hattâ hayızlı kadınların bile bayram namazgâhına, fakat diğer bir hadis’ten ma’lûm olan kayda binâen, süslenmemek, koku sürmemek şartıyla çıkmalarına müsaade buyurmuşlardır. Maksad-ı âlî, Müslümanların saflarını muazzam ve çok göstermekti. 

(Sened-i Muttasîl ile) rivayet olunuyor ki, İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhümâ’ya birinin: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte (bayram namazgâhına) çıkışta (hiç) bulundun mu?” demesi üzerine, İbn-i Abbas şu cevabı vermiştir: “Evet”, (bulundum.) ona olan yakınlığım da olmasaydı orada bulunmayacaktım.” Râvî der ki; Yaşımın küçüklüğünden dolayı (bulunmayacaktım) demek istedi. Yine İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ der ki; Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem) Küseyyir İbn-i es-Salt İbn-i Ma’dî Kerb-i Kindî) hânesinin hizasındaki sütunun yanına geldi. Sonra (orada) hutbe irâd buyurdu. Sonra kadınlar(ın bulunduğu taraf)a gelip onlara va’z ve tezkirde bulundu ve sadaka vermelerini fermân buyurdu. Bunun üzerine kadınlar(ın her biri) elini üzerindeki (yüzük ve sâire gibi) halkalara (yâhud da boynuna) uzatıp (ziynetini) Bilâl radiya’llâhu anh’in eteğine atmaya başladı. Sonra, Bilâl ile birlikte Hâne-i Saâdet’lerine teşrif ettiler. 

Hadis’te geçen hurûcun (çıkışın), Medine haricine çıkış olduğu Buhârî’nin diğer bir yoldan “Kitabü’L-İydeyn” de (iki bayram kitabı) yine İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhüma’dan rivayet ettiği hadis’te: Şüphesiz, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem, Ramazan Bayramı günü iki rek’at namaz kıldı-kıldırdı. Ne öncesinde ve ne de sonrasında namaz kıldırdı... 

- Kendisine mâlik olup kendini oyuna kaptırmayacak yaşa gelmiş-Temyîz kâbiliyetine sahip, çocukların, bayram, Cum’a, terâvih ve sâir meşâhid-i İbâdette hazır bulunmalarının meşrû olduğu, kezâlik, kadınların bayram namazlarında hazır bulunmaları halinde, imam’ın onlara va’z ve tezkirde bulunması ve sadaka’yı emretmesi, bayram namazının sahrâ’da kılınmasının müstehap olduğu gibi hutbe’nin namazdan sonra okunmasının iktiza ettiği anlaşılır. 

H Â Ş İ Y E :  

1) Abdullah İbn-i Abbas, Hicret-i Seniyye-i Nebeviyye’den üç sene önce Benû Hâşim, (Hâşimoğulları) ve Benü’L-Muttalib (Muttaliboğulları) Resûlullah salla’llahû aleyhi ve sellem ile birlikte Şi’b-i Ebû Tâlib’de (kabile ve oymağında) muhâsara altında oldukları sırada doğduğuna göre, Resûl-i Ekrem âlem-i Ukba’ya intikâl buyurduklarında, 13 yaşındaydı. Hicretten 5 sene önce doğduğunu iddia edenler de vardır. Ashab-ı Kirâm arasında, hadis ve fıkıh ilminde meşhûr olmuş 4 Abdullah vardır; bunlara, Abadile-i Erbe’a (dört Abdullah’lar) denilir. 

Abâdile, “Abd’in,” değil, “Abdullah,” kelimesinin çoğuludur. Bunlar: Hepsi de, Kureyş Kabilesine mensup, Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Zübeyr ve Abdullah İbn-i Amr İbn-i As (rıdvânu’llâhi aleyhim Ecme’în)... Genç yaşlarına, hattâ, çocukluk yaşlarına rağmen, Sevgili Peygamber’imizden pek çok hadis rivâyet etmeleri, akıllı ve zekî olmaları, neseben ve sıhriyyeten, Peygamber’imizin yakın akrabası olmaları sebebiyle, Hâne-i Saâdet’e rahatlıkla girip-çıkmalarına, pek çok sefer’de, Peygamber’imizin bineğine, arkasına veya önünde oturarak Peygamber’imizden ayrılmamalarına bağlanır. Bunları çocukluk yaşlarında, Peygamber’imizin hizmetine giren, Enes İbn-i Mâlik’i de ilâve edebiliriz. 

2) Küseyyir İbn-i es-Salt İbn-i Ma’di Kerb-i Kindî. Kindî’dir. Ve ailesi Kureyş’in torunlarındandır. Başta Benû Cumah’ın halifelerinden oldukları halde, bilâhare Abbâs radiya’llâhu anh’in halifelerinden olmuşlardır. Amca’ları, elçi olarak Huzûr-i âlî-i Risâlet-Penâhî’ye gelip iman ettikten sonra, Yemen’e dönüp ve orada irtidât (din’den döndükleri) etmiş oldukları için, katledilmiştir. Daha sonra kendisi ve biraderleri Züyeyd ve Abdü’r-Rahman ile birlikte Medine’ye hicret ettiler. Küseyyir, Asr-ı Saâdet’de doğmuş olup epeyce hadis rivâyeti vardır. İsmi (Kalîl) iken (Küseyyir)’e tebdîl edilmiştir. Tebdil edenin Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem olduğunu söyleyenler varsa da, sahîh kavle göre, Haz.Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz böyle tesmiye etmiştir. 

Küseyyir’in Sahâbî mi, Tâbiî mi, olduğu şüphelidir. Kendisi Medine-i Münevvere dışında, bayram Musallâ’sına kerpiç’ten minber bina etmiştir ki, burada mevzu-i bahs olan “alem,” bu olmak gerekir. Hânesi de Musaâ’nın kıblesindeymiş...