Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispat eden delillerden biri de, Allah’ın bir olduğunu ifade eden, yani Allah’ı birlemek demek olan Tevhid’dir.

Evet, Hz. Muhammed Tevhid bayrağını tüm mertebeleriyle, kâinatın en üst tepesine dikmiştir.

Âlemin nazarlarına karşı, makamlarıyla beraber Tevhid’e dellallık edip Tevhid’e çağıran Hz. Muhammed’dir.

Nebilerin veciz ve özlü bir şekilde bıraktıkları gerçekleri, ayrıntılarıyla beyan edip açıklayan ancak ve ancak Hz. Muhammed’dir.

Bundan dolayı Tevhid’in hakikat ve kuvveti nisbetinde, Hz. Peygamber’in peygamberliği hak ve hakikattir.

Ayrıca, şehadet kelimesinin iki cümlesi birbirinden ayrılmaz.

Birbirini ispat eder / kanıtlar. Birbirini tazammun eder / birbirini içerir.

Yani biribirisiz olamazlar. Hz. Muhammed’in Peygamberliği Tevhid’le yanyana getirilmiştir.

Madem Hz. Peygamber nebilerin sonuncusudur; öyleyse bütün nebilerin vârisidir.

Elbette maddî - mânevî bütün ulaşım ve erişim yollarının başındadır.

O’nun en büyük caddesinden / O’nun en selâmetli yolundan, yani gösterdiği Kur’an yolundan başka; hakikat, necat ve kurtuluşa çıkan ve çıkaracak olan bir başka yol yoktur. Ve zaten olamaz da.

Umum / bütün marifet ehlinin / âlimlerin ve araştırıcı bilginlerin imamları / önderleri Şiraz’lı Sadi gibi derler ki:

“Muhammed’i örnek almadan, bir kimsenin selâmet ve safâ yolunu bulması imkânsızdır.”

Hem “Bütün yollar kapalıdır. Ancak Hz. Muhammed’in yolu açıktır.” demişler.

Fakat bazen oluyor ki, Hz. Muhammed’in caddesinde yani Kur’an yolunda gittikleri hâlde, bilmiyorlar ki, gittikleri yol; Hz. Muhammed’in yoludur. Yani, O’nun yolu üzeredirler.

Nitekim “Bütün dinlere üstün kılmak üzere, Resûlünü / Elçisini hidayet / doğru yol ve hak din üzere gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.” (Fetih: 28)

Evet, Hz. Muhammed; Risalet / Peygamberlik göğünün güneşi, belki güneşler güneşidir.

Çünkü, Hz. Muhammed tevhidin konuşan bir delili ve kanıtıdır. Hz. Peygamber’in zatı ise, risalet / elçilik ve velâyet / velilik kanatlarıyla mücehhez ve donanımlıdır. Yani tevatürle birbirlerinden alarak nakledilegelen, kendinden önceki bütün nebilerin haberleri şahsında cem olmuştur. Ve ondan sonraki bütün velilerin, safiyet ve takva sahibi âlimlerin söz birliği edercesine tevatür vesilesiyle edindikleri bilgi ve ilimleri tazammun edecek / içerecek mânevî bir kuvveti; Hz. Muhammed, kendi zamanında tek başına edinmekle; bütün hayatında tüm gücüyle vahdaniyeti / Allah’ın birliğini gösterip ilân etmiş. İslâm dünyası gibi geniş, parlak, nuranî / nurlu bir pencereyi Allah’ı tanımaya vesile ve sebep olsun diye açmıştır.

Nitekim, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylanî gibi milyonlarca araştırıcı İslâm âlim ve bilginleri; Hz. Muhammed’in araladığı o pencereden bakıyor, başkalarına da baktırıyorlar.

Kaldı ki, Kur’an ayetleri birbirini tefsir ettiği / açıkladığı gibi, bu âlem kitabının da bir kısmı diğer bir kısmını izah ediyor / açıklıyor. Meselâ, maddiyat âlemi, Cenab-ı Hakk’ın nimet nurlarını cezbedip çekmek için, hakiki bir ihtiyaç ile şemse / güneşe muhtaç olduğu gibi, mâneviyat / mânâ âlemi de İlâhî rahmetin nur ve ışıklarını almak için, Peygamberlik güneşine muhtaçtır.

Bundan dolayı çok kerîm Peygamber’in peygamberliği; güneşin kat’iyet ve açık ifadesi derecesinde kat’î / kesin, vâzıh ve açıktır.

Hem hiç mümkün müdür ki, Kur’an’ın sûreleriyle kâinata ve asırlara seslenen, ders veren, dellâllık eden ve insanın şerefini ve kıymetini ve vazifesini gösteren Hz. Muhammed; Allah’ın en seçkin mahlûku, en mükemmel elçisi, en büyük resulü olmasın?

Şüphesiz, “Eşhedü en lâ ilahe illallah.” / “Allahtan başka hiçbir ilah bulunmadığına şahitlik ederim.” hakikati, bütün hüccet ve delilleriyle “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah.” / “Hz. Muhammed’in, Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik ederim.” hakikatini ispat eder.