Müslümanların; İslâm’ın sosyal ve toplum hayatındaki saadet ve mutluluklarının anahtarı; şer’î / dinsel meşverettir. Dinin gösterdiği çerçevede, Kur’an’ın kat’î ve kesin kaide, buyruk ve kurallarının dışında kalan her hususta yapacakları, yapmaları gereken meşverettir. Toplanıp bir araya gelerek edep, erkân dairesinde, saygı çerçevesinde birbirleri ile mes’ele ve problemlerini düşünüp taşınmaları, konuşup görüşmeleridir.

Çünkü “Ve emrühüm şûrâ beynehüm.” / “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” (Şûrâ, 38) âyeti kerîmesi şûrâyı; toplanıp aralarında mes’elelerini görüşüp konuşmayı, müşterek / ortaklaşa, topluca karara varmalarını esas ve asıl olarak emrediyor.

İnsanların yaptıkları, söyledikleri hemen hemen herşey tarihte kayıtlıdır. Doğrular, yanlışlar, ibret alıp almadıkları, uğradıkları mağlubiyet ve yenilgiler, kazandıkları zaferler ve yengiler; hepsi hepsi Tarih Dede’nin kayıtlarında mahfuz ve hıfzedilmiş hâlde mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Ve bugüne kadar bu kayıt altına almalar devam etmiş ve yarınlar için de bu kayıtlara devam edilecektir. Ve zaten edilmektedir.

Yani tarih en büyük bir başvuru kaynağıdır. Ayırım yapmadan müspet menfî, lehte aleyhte, yanlış doğru her kaynağı; “Huz ma safa, da’ ma keder.” / “Her şeyin doğru, iyi ve güzel tarafını al. Yanlış, bozuk, kötü ve çirkin yanını bırak.” Meal ve anlamındaki hükmü doğrultusunda gözden geçirmek; Tarih Dede’yle güzel bir meşverettir. Ona danışmak, onun fikrini sormak ve almaktır.

Ayrıca “Ulu sözü dinlemeyen; uluya kalır.” ata sözümüz bizleri ikaz edip uyarmakta, meşveret ve danışmanın, bir bilene sormanın; ehemmiyet ve önemini bize hatırlatmaktadır. Çünkü:

Önünde bir nur parlar up uzun
Tarih olduğu müddetçe kılavuzun (Muhsin Bozkurt)

Zaten milletler tarih boyunca birbirleriyle fikir alışverişinde bulunmuşlar. Bir bakıma bunu Tarih Dede’ye başvurarak gerçekleştirmişlerdir.

Böylece TELÂHUK - U EFKÂR / FİKİRLERİN BİRLEŞMESİ sağlanmış. İnsanlık bu ilmî / bilimsel meşveret / danışma sayesinde; zaman kaybetmeden, yekdiğerinin buluş, biliş ve yapışlarından yararlanarak; her biri, medeniyet duvarının yükselmesi için birer tuğla koymak suretiyle; istenen sonuca az zamanda, daha kolay ulaşmayı bilmişlerdir.

Demek ki, bugün ulaşılan çağdaş terakkî / bilim ve teknikteki baş döndürücü yükseliş; tarihle meşveretin, tarihe danışmanın bir semeresi, bir meyvası ve bir sonucudur. Zaten:

“Çıkar âsâr-ı rahmet ihtilâf-ı rey-i ümmetten.”

Yani rahmet eserleri, farklı fikirlerin karşı karşıya gelmesinden çıkar. Aynı sahada çalışan değişik fikir erbabının; aynı konudaki fikir alışverişinde bulunmalarından çıkar.

Demek ki, her asır ve zamanın insanları; tarih vasıta ve aracılığı ile birbiriyle meşveret etmişler, bilgi alışverişinde bulunmuşlar. Tüm insanlığın ilim ve fende yükselişinin temellerini, meşveretle / el birliği ile atmasını bilmişlerdir. Bu bakımdan nev’imizle -hangi milletten olursa olsun- yani bizim gibi insan olan; icat ve buluş sahibi insanlarla; ne kadar iftihar etsek, övünsek ve gurur duysak azdır. Öyleyse bugün bizlere düşen vazife ve görev; o hakikî şurayı yapmak, içeride ve dışarıda meşveret denen bilgi alışverişinde bulunarak eksiklerimizi gidermek, daha ilerilere bizleri götürecek bilgi, buluş ve manevî enerjilerden kendimizi mahrum ve yoksun bırakmamaktır.

Unutmayalım ki, Koca Asya kıt’ası bu çeşit meşveret ve şurayı ihmal ettiği için, Batı’dan geri kalmıştır. Fakat şimdi uyanmış, ilim ve fende dünya ile gereken ilmî, bilimsel ve teknik meşveret ve danışmayı yapmakta. Bilgi alışverişinde bulunmakta. Karşılıklı bilgi akışı olmakta. Böylece, dışa kapalılıktan kurtulmuş. Hattâ bilgi alışverişinde bulundukları Batı’yı geçmek üzere olup, kendine güven veren bir anlayış içindedir. Dünyanın son demlerinde, dünyayı maddî-mânevî bir rahatlatmanın eşiğine getirecek durumdadır. Bunda aziz, mübarek ve asîl Türk milletinin de büyük dahli ve rolü olacağı muhakkaktır.