Kendimize aynadan bakarız. Ama kendimize hep içimizden bakar, görmemiz gerekeni göremeyiz. 

Hele de gençken… Neredeyse sürekli gözler aynadadır. Taranılır, süslenilir. Ama tekrarlayalım, dışdan değil içten bakılır. İçten bakınca dış görülür. Gerçek kendimiz, içimiz, vicdan, gönül görülmez. Gerçek bizi görmek için dıştan bakabilmeliyiz. 

Kendi dışına çıkıp bakmayı becermek zordur... Sanki beden Silivri cezaevi, çıkıp dışından bakamayız bir türlü... Tutsak kalırız bedende. 

Tutsaklık hissi dışa hayranlığı daha da artırır. Dıştan baktıkların, yani diğer insanlar özgür ve erişilmezdir sanki… İçten baktığımız kendimiz ise bir o kadar değersiz kalırız. Kendi cevherimiz yokmuş zanneder ve dış güzelliğimizi artırmaya çalışırız. 

Her insanın içinde yardımlaşma, sevme, vicdan, ahlâk ve daha birçok güzellik vardır. Tek yapmamız gereken bunları biraz daha beslemek, sulamak büyütmektir. Seyredilmeye değer hep dışarısı değildir. Hele birde dışından baktığımız kişi ile hiç tanışmadıysak, televizyondan, gazeteden tanıyorsak işin içine gizemde girer ve o kişi daha da ulaşılmaz olur. Gönüllerin popstarı olur artık o…

Gözden ırak kalan gönülden de ırak düşer. Gerçek kendimizi göremezsek, gönül o boşluğu başka yerde elbet bulur.  

Kendi gönlünden ırak düşme oranı ile başkasına değer verme oranı birlikte hareket eder. Kendi gönlünden ne kadar uzaksan, başkalarını ilahlaştırman o kadar kolay olur.

Yani gönlüne uzaklık oranın, başkasını abartma yüzden ile ters çalışır.

Göz aynadan kendine bakmıştır ama içeriden bakmıştır. Gerçek kendini görmeni mümkün kılmaz. Bunun için bir koltuğa oturup, kendi içimizden çıkmalı ve kendimize dışarıdan bakmalıyız. 

Ancak bu bakış sayesinde kendi kıymet ve değerimizi görebiliriz. Bu bizi geliştirir. Bu gelişim bencilleşme bakışını engeller. İç güzelliğimize su serpilir. Güzelliğimiz beslenir, büyür ve dışarılara taşar. Herkese fayda sağlar.  

Antik Mısır halkının firavunlar çıkarmasının sebebi de budur… Kendilerini küçük gördüler. Kendi içlerinde hapis kaldılar. Kendilerine dışarıdan bakamadılar, cevherlerini keşfedemediler ve firavunları kendilerinden büyük gördüler, ilahlaştırdılar, putlaştırdılar.

İstatistikler maalesef bugün de cevherlerin görülmediğini gösteriyor. Hatta kendimize “hiç” muamelesi yaptığımızı gösteriyor. 

Kendimizi, içimizde hapis bırakınca suç kendiliğinden oluşuyor. Hapishanelerimizin metre karesi her geçen gün biraz daha büyüyor. Suç işleme yüzdeleri artıyor. Hatta çocuklarımızda bile…

TÜİK istatistikleri gösteriyor ki son bir yılda güvenlik birimine gelen veya getirilen çocuk sayısı %10 artmış. 2016 yılında 333.435 çocuk güvenlik birimlerine getirilmiş. Bu çocukların %20’si adli birimlere sevk edilmiş.

Beğendiğimiz kişiler gibi olmaya çalışırken kurallara karşı gelmişiz. 

Sonra da “Avrupa’nın en büyük adliyesine sahibiz” diye övünmüşüz. Cezaevlerinde kapasitesinin üzerinde tutuklu var. Yetmediği ve yeni tutuklular geldiğinden gerekli-gereksiz aflar çıkıyor. Özgür kalan bazı suçlular, çocuk tecavüzcüleri vicdanları acıtıyor.

Küresel toplumlarda dizilerin, yarışmaların temel amacı bu!.. İnsanı kendinden uzaklaştırmak. İnsana gelişimi için vakit bırakmamak. Başkalarına özendirmek. Kişiyi başkası gibi olma isteğine sokmak. Kendine dışarıdan bakabilmeyi engellemek… 

Kendinin farkına varabilenler, kendi iç güzelliğini, başkalarına vermiş olduğu desteği dışarıdan görebilenler, kendi ile daha fazla ilgileniyor. Kendi güzelliğini görebilince dünyayı da güzelleştiriyor. 

“Daha fazla ne yapabilirim?” sorusunun peşine düşüyor. Otomatik olarak kendini geliştiriyor. Böylece yaradılışın amacına hizmet ediyor.

Varamayanlar ise kendi ilâhlarını yaratıyor. Ondan medet umuyor. Onu ailesinden ve herşeyden daha çok seviyor. Maalesef tapınmaya kadar gidenleri duyuyoruz. O olmazsa yaşayamayacağını düşünenler çıkıyor. Yani “kula kulluk” denilen durum oluşuyor. Bilmeden şirk koşuluyor. 

Diyeceğim o ki kendi dışımıza çıkalım, kabuğumuzu kıralım, kendimize bir de dışarıdan bakalım…

Çünkü görülüyor ki postmodern hayatımızda bir kendimiz eksiğiz…