Abdu’llah İbn-i Amri’bni’L-As radiya’llâhu anhümâ’dan: 

Şöyle demiştir; (Vedâ Hacc’ında) Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’den işittim, buyurdu ki: Allâhu Teâlâ ilmi kullar (ının sudûr)ından nez’(yâni silmek suretiyle) değil, (ervâh-ı) ulemâyı kabzetmek suretiyle kabzedecektir. Nihâyet hiçbir âlim kalmayınca halk kendilerine cahil bir takım kimseleri reis edinirler. Bunlara (öte-beri) sorulur. Onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem kendileri dalâlete düşerler, hem halkı idlâl ederler.” (Tecrid-i Sarih Tercümesi Sahife 98 Hadis No: 86) 

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den: 

Şöyle demiştir; Resulu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: İlmin ref’olunması (kaldırılması) cehlin kökleşmesi, şarabın içilmesi, zinânın çoğalması kıyâmet alâmetlerindendir.” 

(İlmin kaldırılması, cehlin kökleşmesi kıyâmet alâmetlerinden sayılınca ilmî bir mes’eleyi bilenlerin onu meydana çıkarması iktiza eder. Buhârî, Râbia b.Ebî Abdi’r-Rahman’ın: “Kendisinde herhangi bir ilim bulunan kimse’nin kendini zâyi etmesi (yâni ilmini ketmesi (gizlemesi) lâyık değildir.” dediğini naklettiği gibi Ebû Zerr-i Gifârî radiya’llâhu anh’in de ensesini göstererek- (Beni öldürmek için) kılıcı şuraya koysanız. Ben de Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’den işitmiş olacağım bir sözü siz işinizi tamamlayıncaya kadar infaz edileceğimi yâni idam edileceğimi bilsem yine infaz ederim,” dediğini rivâyet ediyor. 

Ebû Bekr b.Hazme şöyle yazmış: Bak, Hadis-i Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’den ne bulursan yaz. Zira ben ilmin münderis olmasından ve ulamânın göçüp gitmesinden korkar oldum esnây-ı zabtda Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’in sözünden başkası kabul edilmesin. Bir de (ulâmaya söyleyiniz) ilmi ifşa etsinler, yâni meydana koyup, gizlemesinler, herkese söylesinler. Kezâlik alimler (muayyen yerlere) oturarak ders versinler ki bilmeyenlere öğretilmiş olsun. Zirâ ilim gizli bir şey haline getirilmedikçe yok olmaz.” 

Kıyâmet alâmetlerinden olarak yeryüzünden ilmin kaldırıldığı, alimlerin öldüğü, ilimlerini izhâr edemedikleri, başkalarına aktaramadıkları devir, şüphesiz, Asr’ımızdır. 

03.Mart 1924 tarihinde, Tevhid-i Tedrisât Kanunu ile medrese’ler kapatılınca başta, Medrese Müderris’leri, ders-iâmlar olmak üzere, me’zûniyet’lerine bir-iki sene kalmış alimler, ölmediler ama, rejimin şerrinden korkarak, memleket’lerine döndüler, kitap’larını toprağa gömdüler, ilimlerini gizlediler, kendi çocuklarına, torunlarına bile, İslâmî İlim’leri tedris etmediler. Böylece kendilerini fiîlen öldürdüler, ademe mahkûm ettiler, kendileriyle birlikte, Dinî-İslâmî ilimler de ortadan kalkmış oldu. 

Bu devrin husûsiyeti dolaysiyle, diğer asır’lardan farklı olarak, devrin, Sahibizamanı, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazret’lerine, ihdâ, irşâd ve tecdîd vazifesinin yanında, Zâhirî, Dinî-İslâmî ilim’lerin tedrîs vazifesi de, Meşhed-i Â’zam ve Divânü’s-Sâlihîn toplantılarında Ricâl-i Ma’niveyye tarafından kendisini tahmîl buyrulmuştur.  

Ricâl-i Ma’niveyye tarafından kendisine vazife tahmîl buyrulan, Efendi Hazret’leri bu ulvî vazife’yi severek ve sevinerek kabûl etmiş ifâ edeceği bu ulvî hizmeti müstakillen kendi güç ve iradesine bağlamamış, “İnşâ Allah! Ben de ders okuturum,” demek suretiyle, Allahu Teâlâ’nın iradesine ve nusretine dayandırmıştır. 

Ulvî Tedris vazifesini hakkıyla ifâ için, medrese’lerin kapatıldığı 1924’den sonra hemen tedris için faaliyete başlamış, imkânsızlık içinde her çâreye başvurmuştur. Bu yıllarda, tedrisatın önünde iki büyük mânia vardı; okutacak talebe, tâlib-i İlim yoktu, rejimin ağır ta’kibi altında bulunduğu için ders okutmaya zemin müsâid değildi. 

İlk yıllarda, avukat, tâcir, me’mur, işçi, buldukları şahıslara onların iş durumlarına göre müsâid oldukları zamanlarda, gece-gündüz, ders okuttu. Ta’kip sıklaştırılıp-sıkılaştırıldığında, İstanbul’da tedrisât imkânı bulamayınca Trakya’da, Çatalca-Kabakça Çiftliğinde tren istasyonunda, kiraladığı iki vagondan birisinde kömür, diğerinde saman doluydu. Güyâ, kömür ve saman ticareti yapıyordu. Gündüzleri buraya yakın mağaralarda ders okuttuğu talebe, yanında çalışan işçilermiş gibi, sabahları vagon’ları boşaltıyorlar, akşam’ları aynı kömür ve samanı yüklüyorlardı. Her gün, istasyona bir vagon kömür, bir vagon saman geldiği görüntüsü veriliyordu. Mürşid-i Kâmil ve Müceddid, 1940’lı yıllar boyunca, “Saklambaç Oynar gibi,” İstanbul’un, muhtelif semt’lerinde, camii sundurmalarında, camii pencerelerinin mermer zemin’lerinde bulabildiği talebe’ye ders okuttu. 

14.Mayıs 1950’de, Demokrat Parti iktidara geldikten sonra, rejimin-devletin baskısı olanca şiddetiyle devam etmiş olmasına rağmen, kısmî yumuşama ve müsâmaha neticesinde, İstanbul, Üsküdar-Çamlıca’da, hamiyetperver ba’zı işadam’larının tahsis ettiği köşk’lerde ve bağ evlerinde, nisbeten daha kalabalık talebe’ye ders okuttu. 1954 Yılı’nın yaz aylarında, Çamlıca, Çilehâne’de, Tekâmül’e alınan ve Rahle-i Tedrisinde bulunan 25 kişiden ikisi hâriç, onlar da, müftülük-vâiz’lik imtihanını kazandıkları halde, rahatsızlıkları dolaysiyle müftülük-vâiz’lik yapamadılar, diğer 23 kişinin tamamı, müftü, vâiz olarak, yıllarca, Ümmet-i Muhammed’e hizmet verdiler ve fiîlen de Tedrisât Sistemi’nin içinde bulundular. 

Anadolu’nun ba’zı bölge’lerinde, Tekâmül seviyesine gelmiş talebe adedi’nin artması üzerine, İstanbul’a Tekâmül’e alınmaları zarûreti doğunca, o vakitler’de, İstanbul’un taşra’larından, Rami-Topçularda, çivil ve demir çekme fabrikası bulunan, Merhûm, Mehmed Üretmen’e, Efendi Hazretleri, “Mehmed Bey, sizin fabrika ile Topçular Camiî’nin arasında bulunan boş arsa’nın üstünü ve yanlarını, sac ve teneke ile kapatalım, fabrika’da, 500-600 kişiye her gün yemek hazırlıyorsunuz, aşçı’lara söyleyin, yemek pişirdikleri kazan’lara ikişer kova su ilâve etsinler, talebe’nin yemeği de hazır, demektir,” buyurur. Topçular Camiî ile fabrika arasındaki arsa’nın üzeri ve yanları, sac ve teneke ile kaplanır, talebe’nin yatıp-kalktığı, yemeklerini yediği, dershâne ve mescid olarak kullanılan bir mekân haline getiriliyor. Burada, Müceddid’in ilk talebe’sinden, Merhûm, Mustafa Çırpanlı Hoca’mız talebeye ders okutuyor, Müceddid de, her gün veya gün aşırı, 71 yaşında ve diyabetten aşırı derece’de muztarîp olmasına rağmen, dört-beş vâsıta değiştirerek gidip-geliyordu. 

Müceddid, hakkında kurulan bir tertip üzerine, 1957 yılının yaz aylarında, Kütahya Hapishânesi’nde, 59 gün mevkûf kalmıştı. Tahliye edildiğinde, aşırı diyâbetten muztarîp, hapishâne şart’larından bîtâp düşmüş olmasına rağmen, hemen İstanbul’a dönmüyor, İzmir’e geçiyor, İzmir, Manisa ve Ege Bölgesinde bulunan İmam-ı Rabbânî Evlâdını teşcî ediyor, gayretlendiriyor, cesâretlendiriyor. Kütahya-İzmir dönüşü, İstanbul’da, kendisini, “Geçmiş olsun,” için ziyâret eden hey’etten ba’zılarıın, “Efendim, çok yoruldunuz, üstelik, rahatsızsınız. Bir müddet istirahat buyursanız,” dediklerinde; “Hayır! Daha çok çalışmamız, daha çok ders okutmamız lâzım. Yola devam eden bir kamyon-otobüs, arızalansa veya teker’lerinden birisi patlasa, arıza giderilince, lastik ta’mir edilince, kaybettiği zamanı ve mesâfeyi telâfî için nasıl daha sür’atli hareket ederse, biz de, hapishâne’de geçirdiğimiz zamanı telafî için daha çok çalışmamız, daha çok ders okutmamız lâzım,” diye cevap vermişti. 

Demem odur ki, Medrese’ler kapatılmadan önce, zâten medreseler’de Müderris idi. 1924’den, Tasarruf-u Hakîkî’ye geçiş tarihi olan 16 Eylül 1959 tarihine kadar bütün zorluklara rağmen, bir an için dahî, irşâd, ihdâ ve tecdîd vazifesinden fâriğ olmadığı gibi, bütün imkansızlıklar ve zor şart’lara rağmen, Ulûm-u Zâhire; dinî ve İslâmî tedrisinden de bir an için fâriğ olmamıştır. 

Müceddid’in Tasarruf-u Hakîkî’ye geçişinden i’tibâren, Zâhirî ve Umur-u dünya hususlarında idarecilik ve Ümmet-i Muhammed’e, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na ağabeylik etmiş olan, Merhûm, Büyüğümüz, Kemal Beyağabeyimiz de, tedrisât hususunda, ömrünün sonuna kadar aynı titizliği ve hassâsiyeti göstermişti. 

1960’lı yılların sonlarında, kitapçı’lık, takvimcilik için şirket kurma, matbuata girmek için izin talep ettiğimizde, Aslî Hizmetimize, Tedrisat’a mâni oluşturur, diye önceleri izin vermemiş, ısrarlı taleplerimiz karşısında aslî ve birincil hizmetimize mânî olunmaması şartıyla izin vermişti. Şirket, kitapçılık, takvim ve matbuat için istihdam edilmek üzere, Tedrisât Sistemimizdeki kimi Kardeş’lerimizi talep ettiğimizde, Tedrisat Sistemimize en ufak bir za’af ve halel gelmemesi için izin vermemişti.