“Mü’min’lerin nefir-i âm halinde toptan seferber olmaları doğru değildir. Her İçtimâî teşekkül’den bir tâife (bir kişi olsun) meşakkat iktihâm ederek, (meşakkati göze alarak – cesâretle atılarak) bu küçük zümrenin dinde fıkıh tahsil etmeleri gerekti.. Umulur ki, kavimleri Allah’dan korkarlar, fenalıktan çekinirler.” (Tevbe 9/123) 

Bu âyeti Kerime’nin sebeb-i nüzûlü hakkında şöyle denilmiştir; Tebük seferinde münâfıklar (çok sıcak diye) gazaya iştirak etmemiştiler. Bunun üzerine pek şiddetli tekdiri muhtevî âyetler nâzil olmakla ondan sonraki seriyyelere (küçük çete gazalarına bile) bütün ashab iştirâke başlayıp Medine’de Resûl-i Ekrem yalnız bırakıldı. Bunun üzerine yukarıda meâli verilen âyeti Kerime gönderildi. Sebeb-i nüzûl’ün bundan ibaret olması geniş maksada delâlet hususunda kasırdır. Bu da husûsî bir sebep olabilir. 

Yukarıda Meâl-i Âlîsi’ni verdiğimiz âyeti Kerime lafzı i’tibâriyle haber ise de ma’na’sı cihetiyle emirdir. Bu âyeti kerime’ye göre bir şehir halkının ve bir cemiyetin ve herhangi bir içtimâî sınıfın içlerinden en az bir kimseye dinî ilimleri tahsil etmeleri Farz-ı Kifâye’dir. Bunu yapmazlarsa hepsi günahkâr olurlar. 

“Bu satırları yazdığımız zamana kadar arada geçen yirmi beş sene içinde din ilimlerinin ihmali Milletimize ne kadar ağır ve ma’nevî bir günah ve mes’ûliyet tevcih etmiştir?” (Merhûm, Kâmil Miras bu satırları, 1948 yılında yazmış olmalıdır. Yirmi beş seneyi geriye irca ettiğimizde, 1924’e işâret edilmiş olduğu anlaşılır. 03.Mart 1924’de çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Osmanlı’nın yüzakı, ilim müesseseleri medreseler kapatılmış, İslâmî ilimlerin tahsilinin önüne sed çekilmiş, duvarlar örülmüştü.) 

Son derece doğru, doğruluğu bir meleke-i Râsiha halinde bulunan adil bir zat’ın ezan, namaz, oruç ve bunlara benzer farzlar ve dinî hükümler hakkındaki haberinin mu’teber ve infazı vâcib şer’î delil olduğu dikkate alındığında; bir ictimâî teşekkül’ün dinî ilimleri tahsile me’mur ettiği bir kişi din âlimi olduğunda, doğru seciyeli bu âlimin, tebligat-ı diniyyesi o cemiyet için şâyan-ı i’timad bir hüccet olup kabûl olunur. Âyeti kerimede mübâlağa sigasıyla (tefekkuh) ta’bir olunduğuna göre, dinî hususlarda sözüne i’tibar olunacak İslâm âliminin-tahsilin türlü meşakkatlerini göze alarak- İslâmî ilimlerin her şu’besini bir meleke halinde idrak etmiş olmaları lazımdır. Bu cihetle hukûk-ı İslâmiyeye dâir fıkıh kitaplarında ve Resmü’L-Müftî unvanlı bahislerde Müftî’nin fetvasının mu’teber olmasının başlıca iki ana şartı vardır; Müftî’nin ilmî kıymeti, ahlâkî fazileti hâiz olmasıdır.

Şu halde Müftî ki, sorular herhangi şer’î bir mes’ele hakkında şifâhî veya tahrirî isâbetle mutalaa beyan eden zattır. Bu umûmî ta’rife göre, Müftî unvanı ehl-i İlim tarafından intihab edilmiş ve hükûmet tarafından nasbedilmiş kişilere münhasır olmayıp ilmî kifayeti ve ahlâkî fazileti hâiz olan her âlime de şâmildir. Binâenaleyh ilmî kifayeti ve ahlâkî fazileti ve değeri bulunmaksızın câhilâne fetva veren veya hiçbir ahlâkî kayıdlara bağlı olmayarak halka-sakat bir ta’bir ile -hîle-i şer’iye öğreten cahil ve ahlaksız kimseye de hukûk-ı İslâmiye örfünde (Müftî mâcin) denilir. (Müftî Mâcin, halka, hile ve desise öğreten kimse demektir.) 

Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh Mütercimi ve Şarihi, Merhûm, Kâmil Miras, “Aziz Okuyucularımıza Bir Tembihimiz: İhtarı ile aşağıdaki metni kaleme almıştır; ehemmiyyetine binâen aynen aktarıyoruz. 

“Herhangi bir mesele-i şer’iye öğrenilmek istenilirse, ya hükûmet tarafından mansûp (ta’yin edilmiş) Müftîye yâhut ilmî kıymeti ve ahlâkî fazileti herkesçe ma’lûm ve müsellem olan bir âlime müracaat ederek bunlardan öğrenilmelidir. Ahkam-ı şer’iyyede münferden fetvaları ve mutalaaları mu’teber olan merci bu ilim adamlarıdır. Bunlardan birisinin yalnız başına verdiği fetva merci’ -Ki, mevzû’u bahsimiz i’tibâriyle haber-i vâhiddir- Şerî’at nazarında medar-ı istinad bir delil-i şer’î’dir. Onunla amel etmek caizdir. Bunun hâricinde ya ilmen veya ahlâken kifâyetsiz ve yahut her ikisinden mahrûm -Ki, bunlara Müfti-i mâcin denilir- olan kimselerin fetvalarıyla hareket etmek en hafif ta’birle günahtır ve derecesine göre de haramdır. 

Vâizler ve dinî muharrirler de öyledir. Kudret-i ilmiyye ve fazileti ahlâkıyyesi ma’ruf ve müsellem olan zât’ın va’az’larından, dinî yazılarından istifade edilmelidir. Bunun hilâfına hareket (Ma’aza’llah) dalâlettir. 

Bu hakîkatleri haber-i vâhid unvanımızda izah ettikten sonra, husûsî bir tenbih ile tekrarlamaktan maksadımız şu bir iki sene içinde (1946-1948 senelerini kastediyor) matbûat serbest’liğinden istifade ederek intişara başlayan ba’zı mecmualarda görülen ve mâhiyetleri bizden sorulan sakat yazılardır. 

Bunlar arasında fetvâ mâhiyetinde yazılar bulunduğu gibi, hiç bir suretle dinî bir hüküm mecbûriyeti olmaksızın sırf sâika-i iştihar (meşhûr olma güdüsü) ve ihtiras ile yazılanlar da vardır ve birinciler İslâmiyet namına ne kadar zararlı ise, ikinciler de Müslümanlar arasında fitne ve nifâkı mucib bir bozgunculuk olduğu için, o derece ve hatta daha ziyâde muzırdır (zararlıdır) Bu yazılardan birisi hakkında misâl olarak deriz ki: Sadr-ı İslâm’da (İslâm’ın başlangıç yıllarında), Hazret-i Ali ile Hazret-i Mu’âviye arasındaki ihtilâf, Müslümanlar arasında ne kadar kanlı hâdiselere sebep olduysa ve Şîa’, Revâfız, Havâriç gibi muzır mezhepler doğurduysa bugün-dinî hiç bir ihtiyaç olmaksızın bu hâdise’leri Şiî’ bir eda ile tazelemek de aynı fitne ve nifakı mûcib bir bozgunculuk olmaz mı? Biraz önce yazdığımız Kitâbü’L-Fiten, bahsini bir kerre daha okuyunuz! 

Binâenaleyh okuyucularımızdan ricamız ilmine, ahlâkına i’timad edilmeyen kimselerin yazılarını okumamalıdırlar ve her Müslümana da böyle öğüd vermelidir.”

Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh Mütercimi ve Şârihi, Merhûm, Kâmil Miras Hoca’mızdan ilham alarak bendeniz de, İmam-ı Rabbânî Evlâdına, aciz, nâciz bir kardeş’leri olarak, aşağıdaki “TENBÎHATTA”, bulunacağım; Azîz Kardeş’lerim. Hicrî, 14.asr’ın ortalarına geldiğimiz bu yıllar’da, İslâmî ilim’lerin tahsili, tedris, ta’lim ve te’allüm, dümûra uğramış, yeni bir fetret devri başlamıştır. 

Devletin kontrol ve nezâreti altındaki-göstermelik-din eğitiminde (İslâmî ilim’lerin tahsilinde, ta’lim ve te’allümde, keyfiyet bir tarafa bırakılmış, kemiyyete ehemmiyet verilmiştir. İmam-Hatip Lise’lerinden me’zun olanlar, Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde imamlık kadro’larına ta’yin edilmekteler, hıfzını tamamlamış veya husûsî din eğitimi- (Kur’ân Okuma Eğitimi)- almamış olanlar, Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden, tecvid ve mehâric-i hurûf kâidelerine uygun olarak okuyamamaktadırlar. Hattâ, normal şart’larda, cemaatten olanların bile hatasız okudukları namaz surelerini, hatasız okuyamaz durumdadırlar.

Geçtiğimiz Ocak ayının ortalarında, Memleketimizde bulunduğumuz günlerde, evimize yakın, orada bulunduğumuzda, Cum’a günleri va’az ettiğimiz camii’de, Cum’a günü, Cum’a saatinde, imam odasına gençler geldiler. İmam Kardeşimiz, “Hocam! Bu Kardeşlerimiz, İmam-Hatip Okulu son sınıf talebesinden, bir ne’vi staj, bir ne’vî eğitim alışma-alıştırma, hutbe okuyup, namaz kıldıracaklar,” dedi. Memnun olurum, cesaretlerinden dolayı da, kendilerini tebrik ederim,” dedim. Aralarından uzun boylu olanı, cübbeyi-sarığı giyindi. Minbere çıktı. Ma’lûm, hutbeler, Diyânet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce hazırlanmaktadır. Tabiîdir ki, bu genç Kardeşimiz de, bilgisayar çıkışlı bu hazır metni okuyacaktı. Okudu. Hutbe’lerde, orijinal âyet ve hadis metinleri de vardır. Mevzu’u iktizası, o haftaki hutbe metninde, İsrâ Sûresi’nin 81.âyeti ki, meâl-i Âlisi şöyledir; “Yine de ki; Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” Genç Kardeşimiz, bu âyeti kerime’yi ta’birimi ma’zûr görün, kafasını gözünü kırıp-dökerek okudu. Cum’a Namazını kıldırırken, birinci rek’atte, Kureyş Sûresini, ikinci rek’atte ise, İhlas Suresini okudu. Okudu da nasıl okudu?!

İmam Kardeşimiz, “Hocam! Genç arkadaşımızı nasıl buldunuz?” dedi. Ne diyeyim? “Eh işte! Bu Kardeşimiz, İmam-Hatip olmak için eğer Diyânet İşleri Başkanlığı’na müracaat etmek istiyorsa, diğer ilimler bir tarafa, hiç değilse, Kur’ân-ı Kerim’i, yüzünden, tecvîd ve mehâric-i hurûf kâide’lerine uygun okuyabilmesi için, husûsî bir ehl-i Kur’ân’dan sıkı bir eğitim alması gerekir.” dedim. 

İmam Kardeşimiz, Azîz Hocam! Hafta içinde gelip, hutbe okuma ve Cum’a namazını kıldırma arzusunu bana söylediğinde; Kendisine Fil Suresi’nden-Nâs Suresine kadar, namaz surelerini okuttum. En az hatayı, Kureyş ve İhlas sure’lerinde tesbit ettiğim için Cum’a Namazını kıldırırken bu iki sureyi okumasını ben istedim,” dedi. Ve ilâve etti. Bıraksaydım da başka âyet ve sureleri okusaydı, Cum’a Namazımız fâsid olurdu.” dedi. 

Maksadım, herhangi bir hizmet grubuna, herhangi bir câmia’ya hakaret etmek, küçümsemek değildir; Bu bir tespittir, maalesef mâ vak’a budur. Hemen ifade edeyim. Mahalle’leriyle birlikte yaklaşık, 70 Bin nüfusa sahip bu şehir’de, kız ve erkek olmak üzere, 4 adet İmam-Hatip Okulu mevcuttur. Kemmiyet, fazlasıyla tamam, ya keyfiyyet!...