Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd Allah’a mahsustur. Selâm ise Allah’ın seçtiği kulları üzerine olsun. Bilesin ki, benim çocuğuma nasîhatım, -Allah Süphânehû Teâlâ, onu selâmete erdirsin. Onu ve diğer sevenlerini, onlara lâyık olmayan şeylerden korusun, ki—Sahibine salât, selâm ve tahyiyye olsun,- Sünnet-i Seniyye’ye mütabeat, Allah’ın ve Resûlü’nün asla râzî olmayacağı bid’atlerden kaçınmasıdır.

Bu zamanlarda, İslâm dini üzerine gurbet ârız oldu ve bütün Müslümanlar garipler durumuna düştüler. Zaman geçtikçe, bu gurbet’leri artacak, bu gurbetlikleri, yeryüzünde, “Allah,” diyecek kimse kalmayıncaya kadar devam edecektir. Kıyâmet, insanların en şerlilerinin üzerine kopacaktır.

Saîd olan, terkedilen sünnetlerden birisini ihya eden, kullanılan bid’atlerden birisini öldüren kimsedir. Bu zaman, beşeriyyetin en hayırlısı, salla’llâhu aleyhi ve sellem’in bi’setinden (gönderilmesinin üzerinden), bin yıl, geçmiştir. Kıyâmet alâmet’lerinden, Eşrat-ı Saatten, pek çok emâreler zuhur etmiştir. Peygamber’imizin asrından sonra, ba’zı sünnetler, gizlenmiş, bid’atler parlatılmış, yalan her hususta faş olmuş, (genişlemiş)...

Sünnete yardım, bid’ati yıkmak için bir düstura ihtiyaç duyulacak. Bid’ati terviç etmek, dinin tahribini mucib’dir, bid’ati ta’zim ise, İslâm’ın yıkılmasını bâis’tir. Duymuş olmalısın ki, “Her kim, bid’at sahibi birisine hürmet ederse, İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur,” (Beyhakî, Şuabü’l-İman’da, İbrahim bin Müyessere’den rivayet etmiştir.)

Bütün himmet ve tamamı gayret ve çabasıyla, sünnet’lerden herhangi bir sünneti yerine getirmek, bid’atlerden herhangi bir bid’atı ortadan kaldırmak lazımdır.

Her zaman Şeâir-i İslâmı ikâme etmek, hususiyle İslâm’ın za’fa uğradığı bu devirde, sünnetleri terviç bid’atleri ise tahrip şarttır. Geçmişin ba’zı âlimleri, bid’atte güzellikler görmüşler ve ba’zı bid’at’leri güzel olarak addetmişlerdir. Oysa ki, bu fakîr (İmam-ı Rabbânî kendisini kastediyor), bu mes’ele’de, asla, onlarla muvafık değilim. Hiçbir bid’atte asla hiçbir güzellik görmedim, zulmet ve bulanıklıktan başka bir şey hissetmedim.

Aleyhissalâtü ve sellem Efendimiz, “her bid’at dalâlettir,” buyurmuştur. İslâm’ın za’fa uğradığı şu gurbet zamanında, selâmet, sünnet’leri yerine getirmeye bağlı, helâk ise hangi bid’at olursa olsun bid’atin tahsiline merbuttur.

Ben, bid’ati, İslâm binalarını yıkan bir Balyoz-Külünk gibi görüyorum. Sünneti de dalâlet karanlıklarını aydınlatan bir yıldız gibi görüyorum. Allah Süphânehû, bu vaktin ulemasını, bid’atte güzellik görmedikleri ve bid’atlerin yerine getirilmesine, fetva vermedikleri için (onları) muvaffak kılsın. Her ne kadar Sabah’ın doğuşu gibi, bid’atler onların nazarında pek parlak ise de Şeytan’ın aldatması ve süslemesi, Sünnetin ötesinde, büyük bir saltanattır. Geçmiş zamanda İslâm kuvvetli olduğu için, bizzazûre, bid’atin zulmetlerini taşıyabilirdi. Umulur ki, ba’zı zulmetler, nurânî bir karanlıktır. İslâm’ın nurunun şaşa’sından akseden bir karanlık olduğundan, hâkîkatte nuraniyyet ve güzellik olmadığı halde, nurun karanlığı gibi gördüklerinden ba’zı bid’atlere, güzeldir, hükmünü vermişlerdir. Halbuki, bu zaman, İslâm’ın za’fa uğradığı bir zaman olup, bu zamanda bid’atin zulmetinin çekilmesi tasavvur edilemez. Bu zamanda, mütekaddimîn ve müteahhirîn’in fetvalarının yürütülmesi lâyık değildir. Her bir vaktin, kendine göre bir hükmü vardır. Bu vakitte baktığımızda, bid’atlerin zuhurunun kesretinden âlem bir zulmet denizi gibidir, Sünnetin nuru ise, gurbetinden ve azlığından dolayı, bu zulmet denizinde bir meş’ale gibidir. Her bir bid’atin işlenmesi bu zulmeti artırır, sünnetin nurunu azaltır. Sünnetlerle amel ise, zulmetin azalmasına, nurun çoğalmasına sebep olur. Dileyen bid’atlerin zulmetini çoğaltır, dileyen sünnetlerin nurunu çoğaltır. Dileyen şeytanın taraftarlarını, (askerlerini) çoğaltır. (Ağah ve mütenebbih olunuz! Şeytanın askerleri, hüsrana uğrayanların tâ! Kendileridir.) dileyen, Allah’ın askerlerini çoğaltır, (Ağah ve mütenebbih olunuz ki, Mutlakâ Allah’ın askerleri gâlip gelecektir.) (Mektûbât-i Kudsiyye, Cild, 2. Sahife, 34, Mekt. 23)

1) “Usûl ve Esâsât-i Mezkûre-i Selâse’den başka, azap ve ukûbatı, adem-i Terakkî ve tekâmülü mûcip, efâl, ahvâl-i Kesîre-i fer’iyye daha vardır ki, bunların en mühimleri her veçhi zîrdedir. (aşağıdadır.)

Akâid-i Diniyye, â’mâl-i Şer’iyyesini Maksad-ı Şârî vech üzere, derst bilmediği halde, doğru ve iyi biliyorum ve muktazâ’larına hüsn-ü İmtisâl ediyorum fikriyle onların nâtık oldukları ve mütazammin bulundukları Mesâil ve ahkâm’ın Esrâr-ı Şer’iyye ve Hakâik-i Diniyyesini anlamaya lüzum görmemek, i’tikatta, ilim ve amelde, ahlâk-ı Kerime’de, tahakkuk ve kemâle nihayet olmadığını takdir etmemek, kendini âlim, âmil ve halûk (çok ahlaklı) zanneyleyerek vücud ve enâniyyet (benlik) cehl ve hata ve noksan üzere sâbit ve müstemir (sürekli ve dâim) bulunmak...

2) Nevâfil Â’mâli (nâfile ibadetleri), ferâiz, vâcibât, Sünnât ve Müstehabât-i Şer’iyye üzerine takdim eylemek, bunları daha ehem tutmak, bu hâl ile beraber kendini emre mümessil, nehiy’den müçtenip, azîmetle âmil, nevâfile mürâî (Âzamî derecede riâyet eden) tam bin müteşerrî zan ve vehm etmek...

3) Mensup olduğu tarikatın usûl ve âdâp ve erkânına riâyet etmemek, bu usûl ve erkân ve âdâp üzerine, bid’ât, muhdesât, ihtirâ (bid’atler, sonradan ortaya çıkarılanlar ve uydurulanlar) ve ilâve eylemek, Mürşid-i Kâmil muktedâ’dan (kendisine uyulan Kâmil Mürşid’den) me’hûz (alınmış) vazifesini ta’rif ve telkîn olunduğu veçhile edada ve evâmir ve vesâyâ’sını (emirlerini ve vasiyetlerini) ifa, infaz ve tatbîkte (yerine getirme, uygulama ve tatbikte) Muhabbet-i Hâlisa perverde olunmasında (hâlisâne bir sevgi meydana getirme’de), kusur göstermek.

4) Zuhur ettiği makama vusulden mukaddem, şer’ân haram olan (Velâyet-i Suğrâ’nın Maarif-i Zılliyye ve vehmiyyesinden nâşî bulunan) Vahdet-i Vücûd i’tikadını perverde eylemek. Gerek Kesb-i Kemâl ve ma’rifet için lüzumu olmayan Vehdet-i Vücûd ve izâe-i Evkâttan başka (vakitlerini yitirmek) bir netice vermeyen Şathiyyât-i ehl-i Tasavvuf gibi hal, zevk ve şühûd’dan ve herhangi bir sülük makamâtından neş’et eden ahvâl ve Ulûm-u Sekriyye’nin kavliyyat ve mukallidliği ile meşgûl ve mübtelâ olarak bunların hakîkî ehlinin yaptığı ibâdet ve ubûdiyyet-i fiîliyye ve ameliyye saâdâtından ve bu sebeple tasfiye-i rûh, tezkiyye-i nefisten binnetice fenâ ve bekâ ve i’tmi’nân-ı hakîkî’den ibâret Makâsıd-ı Asliyye ve esâsiyye’nin husulundan mahrum olmak...

Bi’t’Tabî, Terk-i Hükmî: Bütün muamelâtı, bey ve şira’sını (alış-verişini) ekvâlen, ef’âlen, ahvâlen hudud-u Şer’iyy-i Mutahhar (tertemiz şeriat hudutları) dairesinde yapmak, zekâtını vermek, Hakk’ullah’a ve hukuk-u Halka riayet eylemek, sıla-i Rahimde, fukara ve mesâkîn (miskinler) ve muhtâcîn’e (ihtiyaç sahiplerine) müvâsâtte bulunmak (onları rahatlatıcı yardımlarda bulunmak), Dünya’nın Mağbûza-i Mevlâ olduğunu bilerek, terk-i Küllî ve hakîkî ile ittisaf edemediğinden dolayı, dâima mahzûn ve müte’ellem olmak (hep acı hissetmek), gibi, husûsattır. Hayatını bu suretle tanzîm ve idameye muvaffak olanların dünya gına (zenginliği) ve servetleri; emvâl, emlâk ve emtia’ları âhiret’lerine muzîr (zarar verici), olmaz. Dünya ile âhiret bu suret ve şerâitle cem edilir.” (Mesâil-i Mühimme, Sahife, 24, 25, 26)

Azîz Kardeş’lerim.

Cum’a Sohbeti,” köşemizde, Tecdîd, Sünnet’lere Tetebbû ve Bid’atlerden Kaçınma,” serlevhalı, 4 yazı kaleme aldım. Bu yazılar, Haz.Üstaz’ımızın Nisbet-i Ma’neviyye ve Bâtıniyye ile bağlı bulunduğu, Müceddidiyye Kolunun ilk Kutbu’L-Aktabı, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-ü Faruk es-Sirhindî (k.s.) Efendi Hazret’lerinin Mektubat-ı Kudsiyye’sinden alınmıştır.

Bir kısmı da, Müceddidiyye Kolunun son Kutbu’L-Aktabı, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri (k.s.)’nın, “Mektuplar ve Ba’zı Mesâil-i Mühimme,” adlı eserinden, not’larından alınmıştır. Parantez içerisindeki ba’zı tavzih cümle’lerinin dışında tek kelime ilâve etmedim.

Yorumlarınızı bekliyorum. Sadece, Sünnet’lere ittibâ, bid’atlerden kaçınma hususunda hassâsiyyeti olanların değil, bid’atler konusunda daha müsamakâr, bid’atlerin cilasına kapılmış, tesvilât-ı Şeytan’ın iltizam eden Kardeşlerimizin yorumlarını da bekliyorum.

Tartışalım, hakîkate ulaşalım. “Müsâdeme-i Efkâr’dan, Berîka-i Hakîkat Çıkar...