“Ey Azîz Mahdûm! Tarîkatte olmayan bir şeyi ihdas etmek (Tarîkatte bid’atlere tevessül) bu fakire göre, dinin içinde bid’at ihdas etmekten az değildir. Tarîkatin berekâti (semeresi, husule getireceği güzellikler) tarîkatte, herhangi bir bid’atin ihdas edilmediği müddetçe, akar ve ehl-i Tarîkata döner. Eğer, tarîkatte herhangi bir bid’at ihdas edilmiş ise Feyz ve berâkât yolları kapanır. (Bid’atlere tevessül eden ehl-i Tarik’in, tarîkatin feyiz ve berekâtın istifade etmesi mümkün değildir.) Tarîkatı, bid’atlerden koruma, mühim şeylerin en mühimmi, tarîkate muhâlefetten kaçınmak ise, zarûrâttan’dır. Her nerede, tarîkate muhalif bir hal ve harekât görürsen, yakışanı, hemen onu terk etmen, şiddetle ona mânî olman lâzımdır. Bütün cehdimiz (gayretimiz), Tarîkat-i Aliyye’yi (aslına uygun olarak), geçerli kılmak ve onu takviye için olmalıdır. Ve’s-Selâm!...” 

(Mektbûbat-ı Kudsiyye C.1.S.281/M.267)

“288. Mektup, Seyyid, Enbiya Mankebûrî’ye yazılmıştır. Aşûrâ ve Berâet gecelerinde nâfile namazların cemaatle kılınmasının men’i hakkındadır. 

“Dinde bid’atlerden kaçınma, Peygamber’lerin Efendisine tam mütâbeat şerefiyle bizleri şereflendiren Allah-u Zülcelâl ve Tekaddes Hazretlerine hamd olsun! Salât-ü Selâm, dalâlet bina’larını yıkan (tahkîr ve terzîl eden), hidâyet burçlarını yükselten, Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, onun ebrâr âli ve hayırlı sahabesinin üzerine olsun! 

“Bilinmesi gerekir ki, bu zamanda, avâm’dan, havâstan, insanların çoğu, nâfile namazların edasına tam bir ihtimam gösterdikleri halde, farz’ların edası hususunda, tembellik gösteriyorlar. Farzların edasından, sünnet’lere, müstehap’lara daha az riayet ediyorlar. Nâfileleri aziz, farzları ise hakîr, zelîl görüyorlar. Farz namazları, müstehap olan vakitlerde kılmıyorlar, cemaatle beraber tahrimiyye tekbirine yetişmeye ihtimam göstermiyorlar. Belki de, cemaate yetişmeye bile, dikkat etmiyorlar. Farzları tek başına tembellik ve unutkanlıklara eda etmeyi ganîmet sayıyor, nâfileleri tam bir cemaatle ve kemâli İhtimam ile, aşûra günü, berâ’et gecesi, Recep ayının yirmiyedinci gecesi, Recep ayının ilk Cum’a gecesi ki, bu geceye, “Reğâip Gecesi,” ismini vermişlerdir. 

“Bu yaptıklarının güzel olduğunu, güzel görülmesi gerektiğini zannediyorlar. Bilmiyorlar ki, bu şeytan’ın tezyinatı (süslemeleri-aldatmacası), seyyiâtı hasenât sûretinde göstermesidir. (kötülükleri, iyilikler suretinde göstermesinden ibârettir.) 

Şeyhulislâm, Mevlânâ Isâmeddin Herevî, Vikâye Şerh’inin Hâşiyesinde: “Nâfile namazları cemaatle kılmak, farzlarda cemaati terk etmek, şeytan’ın tezyîni (süslemesidir). Bilinmesi gerekir ki, nâfile namazları cemaatle kılmak, mekruh ve mezmûm (zemmedilmiş-kötülenmiş) bid’atlerdendir. Bütün Peygamber’lerin sonuncusu olan, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin hakkında, “Her kim, bizim dinimizde yeni bir şey ihdas ederse (uydurursa), red’dir, (aslâ kabul edilemez).

Bilmiş olasın ki, Nâfile namazları cemaatle kılmak, ba’zı rivâyetlere göre mutlâk (şartsız olarak) mekruhtur. Diğer ba’zı rivâyetlere göre, da’vet ve topluluğun bulunması şarttır. Buna göre, iki kişi herhangi bir mescidin uzak bir köşesinde, da’vetsiz olarak eda ederlerse mekruh olmaksızın caizdir. Üç kişi iseler Meşâyîh, ihtilâf etmiştir. Herhangi bir mescid’in uzak bir köşesinde-kenarda, 4 kişi ve daha fazla olursa, bütün fukahâ’nın ittifakı ile mekruhtur. 

“Onlar ki, Reğaib gecesinde, Berâ’et gecesinde ve Aşûrâ günü, nâfile namazları büyük cemaat halinde kılıyorlar. Öyle ki, mescid’lerde, ikiyüz, üçyüz erkek toplanıyor. (Bu zamanda yalnız erkekler değil kadınlar da toplanıyor). Bu namazları, bu toplantıları güzel görüyor, bundan ecir ve sevap bekliyorlar. Halbuki, bütün fakîh’lerin ittifakıyla mekruh olan bir ameli irtikâp ediyorlar. Kabîh olan bir ameli güzel addetmek, ve ondan ecir ve sevap beklemek, kabahatlerin en büyüğüdür. Haram olan bir şeye “mübah’tır, diye i’tikad etmek küfre müncer olur (küfre götürür. Mekruh amelleri güzel kabul etmek ise bundan bir mertebe aşağıdadır. Bu fiil’in şenâ’atini çok iyi mülahaza etmek lâzımdır.” 

“Kerâhet yoktur,” diyenlerin dayanakları, da’vetsiz olmasıdır. Yâni belli usullerle, “şurada, burada, cemaatle tesbih namazı kılınacaktır,” tarzında bir da’vet yoksa mekruh olmaz,” diyenler, kendilerine “da’vetsizliği dayanak yapmışlardır, ama, ba’zı rivâyetlere göre, da’vetin olmaması kerâheti def’etmiş olsa da, bir veya iki kişinin uyması halinde mahsus ve camii’de kimsenin göremeyeceği, kenar bir köşede olması, şartına bağlıdır.

“Bunun aksini düşünmek, tersinden, çıplak elle, dikeni sıvazlamaktır. Şüphesiz, da’vet, cemaatle nâfile namazlarının kılınacağını, ba’zılarının, diğer ba’zılarına bildirmesiyle oluyor. Böylece cemaat tahakkuk ediyor. Aşûrâ günü ve diğer gecelerde, kabîle kabile, cemaat cemaat, câmia, câmia birbirlerine bildiriyorlar. Diyorlar ki, falanca şeyh’in, filanca âlimin, Camii’ne gidelim. Orada tesbih namazı veya diğer nâfile namazlar, cemaatle kılınacaktır. Bu şekil da’vete daha çok i’tibâr olunmaktadır. Bu tarz bir bildirim, ezan ve kâmetten daha müessir bir da’vet oluşmaktadır.” 

“Yine bilinmelidir ki, nâfile ibâdetler’in edasında, aslolan, gizlilik ve setr olmalıdır. Çünkü nâfile ibadetlerde, riyâ ve süm’a (görsünler, duysunlar) maznnesi vardır. Cemaat ise, gizliliğe münâfidir. Farz’ların edasında ise, matlup olan açıktan eda edilmesi ve ilân edilerek kılınmasıdır. (Nitekim, beş vakit ve cum’a namazlarında, ezan ile ilân Sünnet-i Müekkede ve Sünnet-i Hüdâdır.) Farz namazların kılınmasında, riyâ ve süm’a (görsünler, duysunlar) şâibesi yoktur. Münasip olan farz’ların edasının cemaatle olmasıdır.”

Mektûbât-ı Kudsiyye’den, 114. Mektup’tan: 

“Bizler gibi müflis’leri, acizleri ve yerlerinde oturanları, Allah Süphânehû Teâlâ ve Tekaddes Hazret’leri, Seyyidü’l-Evvelîn ve’l-Âhirîn Efendimize, tâbî olma şerefiyle şereflendirsin! O Allah ki, isimlerinin ve sıfatlarının kemâlâtını, onu sevdiği için zuhur sahnesine çıkarmak suretiyle ibraz buyuran, Salâvhat’ın en efdali, teslimatın en ekmeli üzerine olsun ki, onu (Resûlünü) bütün kâinatın en efdali kılmıştır. 

Allah, onun istikametinde yürümeyi bizlere nasîp eylesin! 

O Peygamber’e, mütabeat sebebiyle Rabbimizin zerre kadar bizlerden râzî olmasın, dünyevî lezzetlerin ve uhrevî ni’metlerin tamamından, büyük mertebelerle daha faziletlidir. Fazilet, sünnetine tam uymakla, bütün meziyyet onun şerî’atini yerine getirmektedir. 

“Peygamber’in sünnetine uyarak gündüzün yarısında uyumak, Peygamber’in sünnetine tam uygun olmadan bin geceyi ihya etmekten efdaldir.

“Şer’i Şerif’in emrettiği gibi-emrettiği için, Ramazan bayramında iftar, (yemek içmek), Şer’i Şerif’ten me’huz olmayan (kaynağını şerî’atten almayan, ömür boyu oruç tutmaktan efdaldir. 

Şârî’nin, (şerîat koyan Allah’ın ve Resûlü’nün) emrine uyarak, bir ip, bir sicim infâk etmek, nefsi tarafından (nefsine uyarak) altından bir dağ infak etmesinden efdaldir. 

Hazreti Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz, bir kerre, Cemaate sabah namazını kıldırmıştı. Sonra Ashab-ı Kirama baktı da, aralarında, ashab’tan bir şahsı göremedi. Onu sordu, nerede? 

- Yâ Ömer, o Kardeşimiz, bütün geceleri ihya eder. Mümkündür ki, bu vakit uyku kendisine galebe edip uyumuş kalmıştır. 

- Bunun üzerine, Haz.Ömer radiya’llâhu anh, buyurdu ki:

- Bütün gece uyusaydı da, Sabah Namazını Cemaatle kılsaydı, onun için daha efdal olurdu. 

“Görmezmisin ki, ehl-i Dalâlet, çok büyük riyâzât ve pek çetin çileler çekmiş olmalarına rağmen, Allah’ın yanında hiçbir i’tibarları bulunmuyor ve zelîldirler. Çünkü yaptıkları riyâzât ve çektikleri çileler, şer’i Şerif’e muvâfık değildir. 

“Allah’ın rızasına uygun, Şer’i Şerife mutabık az amel’in, Allah katında çok büyük fazilete, ecir ve sevaba nâiliyyet, Mücevharat işinde, çalışan ve lâtif, elmaslar, zebercedler ve diğer kıymetli taşlar işleyenlerin, çok kısa zamanda yüksek ücretlere nâil olmaları gibidir. Bunların birer saati, başka kaba işlerde çalışanların yüzbin saatlik ücretlerine tekâbül etmesi gibidir. 

“Bu işin sırrı, işlenen herhangi bir amel Şer’i Şerif’e uygun ise, Hak Celle ve Teâlâ, Hazretlerinin rızasına uygundur. Şer’i Şerife uygun olmadan yapılan ameller ise, Allah’ın razî olmadığı amellerdir. Allah’ın rızasının bulunmadığı ameller, sevabı değil, ıkâbı-cezayı müstelzimdir.” 

Dünya ve âhiret Saâdâtının (mutluluklarının) başı ve aslı, Sünnet-i Seniyye’ye tam uymak, bütün kötülüklerin heyûlası ve maddesi ise, Şer’i Şerife muhalefettir.