Tüm enbiya ve nebîlerin peygamberlik delilleri, Hz. Muhammed’in sıdkına delildir. Bütün mucizeleri Hz. Muhammed’in mânevî birer mucizesidir.

Bazen de, kasem / yemin ve ant; bürhan, delil, hüccet ve ispatın yerini tutar. Çünkü, bürhan ve delili içerir. Öyle ise:

“O’na bu kıssaları hikaye ederek rûhunu mâzinin derinliklerinde, istikbal ve geleceğin şahikalarında gezdiren ve hâdise ve olayların karanlık köşelerindeki sırlar perdesini onun için kaldırana yemin olsun ki, onun keskin gözü kendisini şaşırtmayacak kadar dikkatli, onun hak olan mesleği ise insanları aldatmaktan uzaktır.”

Evet / neam, O’nun nurlu bakışına; hayâl, kendini hakikat olarak gösteremiyor. Çünkü hak olan meslek ve yolunun hile ve oyuna ihtiyacı yoktur. Tarihin Asr-ı saâdet, yâni Hz. Muhammed’in zamanını anlatan sahifesiyle ilgili olarak, şu noktaları dikkate almak zorundayız: Küçük bir âdeti, sayıca az bir kavimde veya zayıf bir huy ve özelliği küçük bir toplumda büyük bir yöneticinin, büyük bir himmet ve gayretine rağmen, yine de kolaylıkla kaldıramadığını düşün ve göz önüne getir.

Bir de, içlerine tamamen yerleşmiş, son derece alışmış oldukları değişik ve körü körüne uyulan, çoğu hurafe niteliğinde örf adet ve gelenekleri iyice benimsemiş; çoğu menfi / olumsuz ve bâtıl şeylere sarılan bir toplumu düşün ve göz önüne getir. Bütün bu menfi / olumsuz vasıf ve nitelikleri ruhlarının derinliklerinden onları az bir fedakarlıkla çıkarıp attıran ve kaldıran üstelik gururuna çok düşkün bir toplumdan yani Araplardan bütün bunları çok kısa bir zamanda gideren Hz. Muhammed’in büyüklüğünü düşün ve göz önüne getir.

Ayrıca o menfî şeylerin yerine başka âdet ve ahlâk fidanları dikmesini ve def’aten, birdenbire öyle bir toplumdan, son derece olgun, kâmil ve medenî bir toplum çıkarmasını düşün ve göz önüne getir. Bütün bu yaptıklarının olağanüstü olduğunu onaylamamak mümkün mü? Aksi takdirde mutlak hakikat olmadığına inanan bir Sofestaiden farkın kalır mı?

Devlet bir şahs-ı mânevî / mânevî bir şahsiyet ve bir toplumun rûhu; yâni bir tüzel kişiliktir. Ortaya çıkıp gelişmesi ise, tabiatiyle uzun zaman alır. Eski ve önceki devletlere galebesi / üstün gelmesi ise zamanla gerçekleşir. Çünkü, ona boyun eğecek olan insanlar için bu durum yeni bir hâldir. Âdeta ikinci tabiatlarına bürünecekleri yeni bir zaman şerididir. Bunun için, yavaş bir gelişim gösterir. Gerçek bu merkezde iken, Hz. Muhammed’in maddeten ve mânen hükmederek, gayet büyük bir devleti kısa bir zamanda oluşturması, hem de köklü ve kuvvetli devletlere sanki bir anda galebe etmesi; yapıp gerçekleştirdiklerinin; ancak maddeten ve mânen olağanüstü bir mahiyet ve içerik arzettiğini görmez ve görmezden gelirsen; yazılacağın yer körler defteri olacaktır.

Baskı, kahır, büyük eziyetlerle, cebir ve zorlama ile zahirde / görünüşte tahakküm mümkün ve olasıdır. Fakat asıl olan fikir ve görüşlere galebe etmek / üstün gelmek. Ruhlara sevgi gösteriminde bulunmak. Menfi tabiat ve huyları bertaraf etmek. Hakimiyetini vicdanlar üzerine kurmak. Bu hususları daim kılmak. Daima muhafaza etmek; hakikatin alâmeti farikası, ayırt edici özelliklerindendir. Bu hassayı / özelliği bilmezsen hakikate karşı bigane ve kayıtsız. Hz. Muhammed’in maddî-mânevî büyüklüğünden de gafilsin demektir.

Tergib / rağbetlendirme veya terhib / korkutma hilesiyle, yalnız bir sathi / yüzeysel tesir ve etkide bulunabilir; akla karşı yolları kapatabilirsin. Oysa kalplerin derinliklerine nüfuz etmek. İnce his ve duyguları heyecanlandırmak. Çiçek gibi olan istidat ve yetenekleri geliştirmek. Gizli-saklı ve uyuyan karakter ve huyları ikaz edip uyandırmak. İnsanlık cevherini galeyana getirmek. Natıkıyet / konuşma kabiliyetini izhar edip göstermek. Hakikat ışın ve şualarının hassası ve özelliğidir. Evet, kalp katılığının somut misali olan “ve’d-i benat”ı yâni cahiliyette Arapların kızlarını diri diri gömme adeti gibi umur ve işleri kalplerden çıkarması. En hassas acıma duygusunun lem’a ve parıltısı olan hayvanlara merhameti, hattâ karıncaya şefkati kalplere yerleştirmesi gibi umur ve işler ile kalpleri tezyin edip süslemesi; çok büyük bir inkılab ve değişimdir. Üstelik öyle bedevî kavimlerde ki, hiçbir tabii kanuna uygun halleri yok iken. Bu durumda yapılanların harikulade olduğunu; ancak basiretin varsa tasdîk eder, onaylarsın.