OSMANLI’NIN ZOR GÜNLERİNDE TÜRKİSTAN TÜRKLERİ’NİN YARDIMLARI

Prof. Dr. ABDULVAHAP KARA

Türkistan Türkleri, Kurtuluş Savaşı’na ve yeni Türk Devleti’nin kuruluşuna kayıtsız ve ilgisiz kalmamışlardır. 1917 yılında Çarlık Rusya’sını yıkan Bolşeviklerin estirdiği hürriyet havasında kendi millî devletlerini kurma gayret ve sıkıntısı içinde olan Kazak, Kırkız, Özbek, Türkmen, Tatar ve Azerbaycan Türkleri başlangıcından itibâren Anadolu’da yürütülen mücâdeleye de olağanüstü büyük ilgi ve yakınlık göstermişlerdir. Bu yakınlığın artmasına Rusya’da 1905 ve 1917 ihtilallerinden sonra ortaya çıkan hürriyet havasında, Rusya Türkleri arasında büsbütün kuvvet bulan Türkçülük cereyanları sebep olmuştur.

Bu dönemde Türkistan Türkleri arasında siyâsî faaliyet ve bilhassa dergi ve gazete yayınları artmış, millî şuur kuvvetlenmiştir. 1908 İkinci Meşrutiyet’ten sonra Türkiye ile Rusya’daki Türk aydınları arasında fikir alış-verişi de hızlanmış ve Türkistan Türkleri arasında Türkiye’ye olan ilgi ve sevgi târihin hiçbir döneminde görülmemiş bir biçimde artmıştır. Bu durumu Türkistan Türkleri’nin Türkiye’ye Balkan Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar olan sıkıntılı dönemde yardımcı olma ve onun hayatta kalmasını sağlama gayretlerinden açıkça görmek mümkündür.

Türkistan Türklerinin Anadolu Türklerine çeşitli şekillerde vermeye çalıştığı yardım ve destekleri, askerî yardım, para yardımı, fikrî veya siyâsî destek, olarak üç başlık altında incelemek mümkündür.

Türkler Omuz Omuza

Türkistan Türklerinin her ne kadar Türkiye’nin düşmanlarıyla yaptığı silahlı mücâdeleleri desteklemek üzere düzenli bir ordu gönderme imkânları olmadıysa da, savaşa ferdî katılımlar olmuştur. Bilhassa hacca giden Türkistanlıların giderken veya dönüşte Türkiye’nin saflarında tereddüt etmeden savaşa katıldıklarını görüyoruz.

Bu konuda en eski kayıt 1788 Osmanlı-Rus Savaşına kadar uzanmaktadır. Arşiv kayıtlarına göre, Hicrî 1202 Ramazan (1788 Haziran) ayında Türkistanlı Mehmed Bahadır, Hokand’dan hacc niyetiyle yola çıkar. Erzurum’a geldiğinde Osmanlı’nın savaş için asker topladığını işitir. O sırada Sultan Birinci Abdülhamid Han, Rusya’ya harb ilan etmiştir. Bunun üzerine hacca gitmekten vazgeçen Mehmed Bahadır 4 arkadaşıyla beraber savaşa katılmaya karar verir. Divan-ı Hümayun’a müracaat ederek savaşmak için 5 at 5 kılıç, üç tüfek ve azık verilmesini ister.

Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında da Hacc için Mekke ve Medine’de bulunan Türkistanlı Hacılar ile talebelerden bazıları gönüllü olarak Osmanlı ordusuna katılmışlardır. Türkiye’ye yakınlık özellikle Balkan harpleri sırasında kendisini belli etmiştir. Kazan Türklerince Hilal-i Ahmer’e çokça para yardımı yapıldığı gibi, Türk ordusunda hizmet görmek üzere gönüllü asker ve hemşireler de gitmiştir.

Bundan başka 1912 senesinde Medine’de tahsilde bulunan 400 kadar genç Balkan muharebesine gönüllü katılmak üzere İstanbul’a gider ve Edirne düşmandan geri alındıktan sonra Medine’ye geri dönerler. Birinci Dünya Savaşı sırasında Medine’de Osmanlı ordusuna gönüllü katılmak isteyen Türkistanlılar ayrıca beş Osmanlı altını vermişlerdir. Niçin böyle yaptıkları sorulunca, Arapların, Türkistanlılar aç kaldıklarından dolayı Osmanlı ordusuna katıldığını zannetmemeleri için böyle bir tedbir aldıklarını söylemişlerdir. Bu suretle 51. Alay’a gönüllü kaydolan Türkistanlılar Avali Harbi’ne iştirak etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Türkiye’ye askerî yardımın ilgi çekici bir şekli Kadı Abdürreşid İbrahim Efendi tarafından gerçekleştirildi. Kadı Abdürreşid Almanya’ya esir düşen Rusya Türklerinden (Kazan Türkleri ve Başkurtlardan) İngilizler ve gerekirse Ruslara karşı da savaşmak üzere gönüllü kıtalar topladı. Bunlardan bir tabur (Asya taburu) Irak cephesinde savaşmak üzere Türkiye’ye geldi ve Irak cephesinde birçok şehit verdiler.

Bir grup Türkistanlının hacc dönüşü İstiklal Savaşı’na katıldığını görmekteyiz. Mekke ve Medine’de hacc ibâdetini tamamlayarak Türkistan’a dönmekte olan 40 kadar hacı Çukurova’da iken Birinci Dünya Savaşı başlar ve yurtlarına dönemeyip orada kalırlar. Harp esnasında burada bazı işlerde çalışarak geçimlerini temin ederler. Osmanlı’nın savaşta yenilmesi üzerine Çukurova Fransızlar tarafından işgâl edilir. Türkistanlılar, Tarsus’ta Fransızlara karşı ilk silahlı mücâdeleyi başlatanlar arasında yer alırlar.

Türkistanlıların Hacı Yoldaş başkanlığındaki grup, karakol basarak, trenlere saldırarak, Fransızlara zarar verir. Daha sonra Kavaklıhan cephesi kumandanı Zeki Baltalı’ya müracaat ederek, Türk ordusuna katılırlar. Grup kumandanı Halil Süllü’nün emrinde Fransızlara karşı çarpışan 26 Türkistanlıdan 16’sı şehit düşer.

Bağımsızlık Pahasına

Azerbaycan Türkleri ise Kurtuluş Savaşı’na kendi bağımsızlıkları pahasına askerî yardım sağlamak istemişlerdir. 28 Nisan 1920’de Azerbaycan Parlamentosu hâkimiyeti Bolşeviklere vermeyi kabul ederken koyduğu şartlardan birisi Rus ordusunun Bakü’ye girmeden önce demiryolu vasıtasıyla Anadolu’nun yardımına gitmesi idi. Bu durum Azerbaycan Türklerinin kendileri bağımsızlıklarını kaybetseler bile, Türkiye’nin bağımsız yaşamasını istediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak Ruslar kabul ettikleri bu şartı yerine getirmemişlerdir.

Türkistan Türklerinin 1914-1917 yılları arasında Kafkas cephesinde Ruslara esir düşen Osmanlı subay ve askerlerine yaptığı yardımları da, dolaylı da olsa Kurtuluş Savaşı’na askerî yardım olarak görebiliriz. Zira bu askerlerden yurda dönenlerden birçoğu daha sonra İstiklal Savaşı’na katılmışlardır.

29 Ekim 1914 – 15 Aralık 1917 arasında Kafkas cephesinde Ruslara yaklaşık 60.000 Osmanlı subay ve askeri esir düşer. Bu esirlerin büyük bir kısmı Hazar Denizi’nde Bakü’ye yakın Nargin adası ile Kuzey ve Güney Kafkasya’ya giren Osmanlı ordusu tarafından kurtarılarak Türkiye’ye getirilmiştir. Ancak henüz Moskova’nın kontrolüne tam olarak girmemiş Sibirya’da bulunan 9000 kadar Türk esirini kurtarma girişimleri sonuçsuz kalmıştır.

Çok zor şartlarda yaşamaya mahkûm edilen bu esirlerin büyük bir kısmına Rusya Türkleri sâhip çıkarak, yardım etmişlerdir. Bunun için Moskova, Petrograd, Kazan, Ufa ve Orenburg’da özel komiteler teşkil edilmiştir. Rusya Müslümanlarının Moskova’da 1 – 11 Mayıs 1917 tarihinde yapılan ilk genel toplantısında da Türk esirlerinin içinde bulunduğu zor durum görüşülmüştür. Kurultay bu hususu Rusya Harbiye Bakanı Kerensky’ye telgraf çekerek bildirmiştir. Esirlerden yaklaşık 1000 kadarı kendi çabaları ve Türkistanlıların yardımıyla Afganistan üzerinden Türkiye’ye dönmüştür.

Türkiye’ye dönen esirlerden biri olan Tahsin İhbar, hatıratında “Ruslar Sibirya’daki kampta esirlere geniş Rus topraklarından çıkamazsınız demişlerdi. Buna rağmen Rus topraklarından çıkmaya muvaffak olduk. Çünkü bize Türkistanlılar zengin, fakir, ihtiyar, genç demeden âdeta birbirleriyle yarışırcasına yardım etmişlerdi” demektedir. Daha sonra milletlerarası alanda yapılan çalışmalar neticesinde kalan esirler de kurtarılarak yurda getirilmiştir. 1925 yılından sonra Rusya’da hiç esir kalmamıştır.

Gözler Yaşarıyor…

Türkistan Türkleri daha Balkan Savaşı yıllarında Türkiye’ye para yardımı yapmaya başlamışlardı. Mesela Kazan Türkleri bu yıllarda Hilal-i Ahmer’e hatırı sayılır ölçüde para yardımı yapmıştır.

Yine Balkan Harbi yıllarında (1912-1913), Türkistan’ın Akmescid şehrinden Sadık Ötegenov isimli bir ihtiyar kazak, küçük heybesinin iki gözüne doldurmuş olduğu altınları Rusya’nın başkenti Petersburg’a getirir. Burada tahsilde bulunan hemşehrisi Mustafa Çokay’ın evine gider ve ondan kendisini Osmanlı elçisine götürmesini rica eder.

Elçilikte, ihtiyar kazak Osmanlı elçisi Turhan Paşa’dan Türkistanlı Türk kardeşlerinin sevgi ve sempatisinin küçük bir ifâdesi olmak üzere getirdiği yardımı gerekli yere ulaştırması için ricada bulunur. Bunun üzerine gözleri dolan Turhan Paşa her ikisini kucaklayıp öper ve emâneti kabul eder.

Türkiye ‘Kök’tür

Türkistan Türklerinin yaptığı bu yardım ve desteklerinin maddî boyutları belki Millî Mücadele’nin başarısına büyük etkiler yapacak ölçüde görünmeyebilir. Ancak onların o devirde içinde bulunduğu şart ve durumlar göz önüne alındığında büyük fedakârlıklar içinde îfa edilmiş olduğu muhakkaktır. Bu fedakârlıklar ve Türkiye’ye karşı beslenen sevgi ve muhabbet Balkan Savaşı’ndan itibâren artarak devam etmiştir.

İstiklal Savaşı sırasında had safhaya ulaşan bu sevgi ve muhabbet Ankara’nın da dikkatinden kaçmamıştır. Mesela bu yakın alakayı fark edenlerden biri Ankara Hükümeti’nin mâliye bakanı Yusuf Kemal Tengirşek’tir. 1920 yılında Moskova’da bulunan ve Buhara, Hive, Türkistan, Tataristan ve Azerbaycan temsilcileri ile görüşmeler yapan Yusuf Kemal Bey 16 Ekim 1920 TBMM’de yaptığı konuşmasında şunları söylemektedir:

Onların bizlere itimatları var… bizleri muhterem ve mukaddes yerlerden gelmiş muhterem insanlar addediyorlar… bizim milletin mukadderatına bizden ziyâde alâkadar oluyorlar… ‘Türkiye köktür; burada bulunanlar onun dallarıdır’ diyorlar.”

(ÖZEL BÜRO YAZIŞMA GRUBU’NDAN İKTİBAS EDİLMİŞTİR. Erişim tarihi: 06 Eylül 2017)

Prof. Dr. ABDULVAHAP KARA:

19 Kasım 1961 tarihinde İstanbul’da doğdu. Gazipaşa İlkokulu, Abdülhak Hâmid Ortaokulu, Yeşilköy Ticaret Lisesi’nde okuduktan sonra, 1982 yılında Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Yüksek Teknisyenliği bölümünden mezun oldu. 

1982-1985 yılları arasında Yeşilköy Atatürk Havalimanı Devlet Hava Meydanları İşletmesi Elektronik Bölümü’nde görev yapan Abdulvahap Kara, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden diploma aldı.  1987-1988 arasında Osmanlı Devlet Arşivlerinde görev yaptıktan sonra, Almanya'nın Münih şehrinde bulunan Hürriyet Radyosu’nda 1988-1995 yıllarında Kazak Türkçesi yayınlarda editör olarak çalıştı.

1997'de Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ‘Kazakistan'da 1986 Almatı Olaylarının İçyüzü ve Etkileri’ başlıklı teziyle yüksek lisans eğitimini ve 2002'de de doktorasını tamamladı. 2006 yılında doçent, 2011 yılında profesör unvanına hak kazandı.  

Kitap Hâlinde Yayınlanmış Eserleri:

*Türkistn Ateşi / Mutafa Çokay’ın Hayatı ve Mücâdelesi: İstanbul-2002,  *Gamalı Haç ile Kızılyıldız Arasındaki Yazar Cengiz Dağcı: İstanbul-2006, *Kazakistan'ın Yeniden Doğuşu / 1986 Aralık Olayları: İstanbul-2006, *Türk İşadamları ve Yatırımcıları İçin Kazakistan Rehberi: İstanbul-2008, *Özgürlüğün Sönmez Ruhu / Nurgocay Batur'un Osman Batur Hakkındaki Hatıraları: Astana-2009, *Avrasya'nın Yükselen Yıldızı Kazakistan: (Doç. Dr. Okan Yeşilot ile birlikte) İstanbul-2011, *Eski Devirlerden Günümüze Kazakistan ve Kazaklar: 2007, *Türk Dünyasının Ortak Edebi Eserleri: 2010, *Hasetlik: 2011, *Yaşlılık: 2011, *Oğluma Mektuplar: 2011, *Turgut Özal ve Türk Dünyası: (2012).  

Prof. Dr. Abdulvahap Kara’nın  tercüme kitapları ile Türkiye ve Kazakistan'da yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

Aldığı Armağanlar: 

Türkiye Yazarlar Birliği Biyografi Ödülü (2002), Almatı Valiliği Şeref Ödülü (2007), Kazakistan Cumhurbaşkanlığı Astana Şehri 10. Yılı Madalyası (2008), Kazakistan Kültür ve Enformasyon Bakanlığı Dil Komitesinin ‘Kazak Türkçesine Hizmet’ Madalyası (2008), TÜRKSOY Şair Kasım Amancolov'un 100. Yılı Madalyası (2011), Kazakistan Eğitim ve Bilim Bakanlığı Kazakistan Bilimine Hizmet Madalyası (2011), Kazakistan Ankara Büyükelçiliği Kazakistan - Türkiye İlişkilerine Hizmet Madalyası (2011), Kazakistan'ın Jas Kazak Üni Gazetesi tarafından 2010 yılında ‘Diyasporada Yılın Adamı’ gibi armanlara layık görüldü. 

 

TÜRKİSTAN
Kim bilir aramızda yüce yüce kaç dağ var?
Yine de kalplerimiz arasında bir bağ var.
Sen çağır ben gelirim, her emrine uyarım.
Bağrına diken batsa ben bağrımda duyarım.

BENİ DE AYDINLATIR UFKUNDA AĞARAN TAN.
SEN BENDEN BİR PARÇASIN SEN BENSİN BEN TÜRKİSTAN.

Ben kemiğim sen etsin, sımsıkı sarman lâzım,
Ya ben sana geleyim, ya senin varman lâzım.
Bizi yürekten vurmuş, hasret denen büyük dert.
Kim ki öz kardeşini inkâr ederse nâmert.

TÜRK’ÜN OLDUĞU HER YER, BANA YURT, BANA VATAN.
NE SEN BENDEN AYRISIN NE BEN SENDEN TÜRKİSTAN.

Bende ne güç ne takat, sen bin atın sırtına.
Hasretinde yıldırım, nefesinde fırtına,
Yepyeni destanlarla yine şiirleşelim.
Sen gel, ben yanaşayım, bir yerde birleşelim.

OKUNAN HER EZANLA, BİZİ HİSSET, BİZİ AN.
KURTULUŞ YÜREKLERİN BİRLİĞİNDE TÜRKİSTAN.

Ağlıyor Karadeniz, kesilen nefesi duy,
Ağlıyor Anadolu, ondaki hevesi duy.
Kulak daya Altay’a, dinle, Erciyes’i duy.
Dil senin, duygu senin, yükselen şu sesi duy.

YENİ DİLLENEN BEBEK, SEVDALI, SENİN HASTAN.
YETMEZ Mİ BU ESARET, SES VER ARTIK TÜRKİSTAN.

Kızıl zulüm sende mi denedi her hileyi?
Çekmek sana mı düştü bu çıldırtan çileyi.
Ağlıyor bu hasretle, yerin göğün meleği.
Rabbim el açtık işte, kabul et bu dileği…

KURTULSUN KARDEŞLERİM YILLARCA SÜREN YASTAN.
ZAFERE KAVUŞMALI, “HAK BİR” DİYEN TÜRKİSTAN.

AHMET MÂHİR PEKŞEN

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

SEKEL TÜRKLERİ:

Sekeller, Atilla’nın 453 yılında ölümü ve devamında gelen Avrupa Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında korunaklı bir yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunları olduklarını söylüyorlar. Bazı tarihçiler ise Sekellerin Hunların değil Avarların torunları olduklarını kabul ediyor. Ancak Sekeller’in eski sosyal ve siyâsî teşkilatlanmaları Türk boylarınınkilere benziyor. Ayrıca Göktürk Alfabesi’ne çok benzer bir alfabe kullanıyorlar. 

Romanya'da 19 ayrı azınlık grubu var. En kalabalık olanı, 1.800.000 kişilik nüfus ile Macarlardır. Macarların 800.000’i Sekel Türkleridir. Eski Macarca dili ile konuşurlar. Hüseyin Nâmık Orkun ve merhum Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, eserlerinde Sekellerden kısaca bahsederler. Romanya’nın orta kesiminde topluca yaşadıkları bölgenin coğrafî yapısı, Kafkasya’yı andırır.  Sekeller, Kafkasya halkları gibi dağ yamaçlarında yaşarlar. 

Sekel kelimesi Macarca da ‘sınır muhâfızı’ mânâsındadır. Çağatayca sözlüğündeki karşılığı ise:  ‘soylu-asil’dir. Sekel kelimesinin en eski Türk kavimlerinden biri olan Saka Türkleriyle bağlantılı olduğu da iddia edilmektedir.  Onlar kendilerinin, Atilla’nın torunları olduğunu söylüyorlar.  Yer adları ve şahıs isimleri, insan topluluklarının soy kökenlerini tespit etmede önemli verilerdir.  Sekellerin kullandığı kelimeler arasında;  albay, atar, baba, baka, bakışı, balta, bari, baş, çanak, eğri, kaçkın gibi kelimeler var. Bu kelimelerin toplamı 3000 civarındadır. Yaşlılarına ‘aksakal’ diyorlar.  Bu bir Türk isimlendirmesidir.  Evlerinin mimârî özellikleri de klasik Anadolu evlerini andırıyor. Dokudukları kilimlerde Anadolu motiflerinin kullanılıyor olması dikkat çekicidir. 

Sekel Türkleri Hıristiyan dinine mensuptur. At besliyorlar. Binek hayvanı olarak kullandıkları gibi, etini de yiyorlar. 

Sekeller vatansever, milliyetçi insanlar. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlılar. Göktürk alfabesiyle gazete çıkarıyorlar. Günlük hayatlarında Göktürk alfabesiyle yazabilenlerin sayısı hızla artıyor. 

Romanya’ya bağlı Özerk bölge olmak için mücâdele veriyorlar.