TÜRKLERİN MİLLÎ SPORU: CİRİT - 2

(Temmuz ayı ESİNTİLER sayfasından devam)

OYUN ALANI

Cirit oyun alanı, özel olarak inşa edilmiş bir alan değildir. Genellikle yaklaşık olarak 40 metre eninde, 140 metre boyunda ova ve düzlük olan alanlar seçilir. Saha temel olarak dört bölüme ayrılmıştır: 1-  Oyun Alanı: Görülebilecek şekilde ve 15'er cm genişlikte çizgilerle belirlenmiş alandır. 2- Alay Durağı: Oyun alanının 5 metre kadar dışında olup takımın atlarının durduğu yerdir. 3- Yasak Alan: Alay durağı ile atış alanı arasındaki cirit atmanın yasak olduğu bölgedir. 10 metrelik düz bir çizgiyle belirlenir. 4- Atış Alanı: Yasak alandan orta alana doğru ve ciritçinin oyuna başlayabileceği alandır. 10 metrelik kırık çizgilerle belirlenir. Ekipler karşılıklı olarak alanın iki ucuna dizildiklerinde, aralarındaki uzaklık 100 m kadardır. Oyun alanını belirlemek amacıyla çevreye kalın çizgiler çekilir. Ayrıca diğer bir çizgi de, oyun alanını ortadan ikiye ayırır. Bu çizgiler oyun başladıktan kısa bir süre sonra kaybolabileceklerinden değişik yöntemler geliştirilmiştir. Oyun alanının ortasına büyükçe bir taş konması en yaygın yöntemdir.

KULLANILAN MALZEMELER

Cirit oyununun ana malzemesi cirittir. Cirit 110 cm uzunluğunda, çapı 2,5 santimden 2 santime doğru incelen, 400 gr ağırlığında ve ucu herhangi bir yere saplanmayacak ve rakipleri yaralamayacak şekilde yontularak küt hâle getirilmiş ahşap sopadır. İyi cins sert ağaç dallarından kesilerek yapılır. Ciridin ağırlığının iyi ayarlanması, atıldığı zaman rüzgârın etkisiyle yön değiştirmemesi gerekir. Ancak çok ağır olursa da yaralanmalara sebep olur. Anadolu'nun bazı yörelerinde meşe ve gürgen ağacından yapılırsa da, kuruyunca hafiflediği ve yaralama tehlikesini azalttığı için kavaktan yapılanı tercih edilmektedir. Cirit oyununun elbiselerinin kendine has özellikler taşıması sebebiyle çoğunlukla yarışmaların tertip komitelerince temin edilir. Elbise olarak at üzerinde rahatlık sağlayacak, hareketi ve çevikliği engellemeyen elbiseler seçilir. Biniciler genellikle yün veya terilenden 8 düğmeli, kemerli, kol ağızları şeritli, hâkim yaka gömlek ve fitilli pantolon giyerler. Bundan başka süvari çizmesi, tok veya önü siperli şapka kullanırlar.

Atların donanımı ise Osmanlı eyeri denilen altı keçeli veya post, numaralı haşe bezi ve başlıktan oluşur. Cirit atlarına genellikle şebeş adı verilen dizginler takılır. Dizginlerin atın ağzını rahatsız etmeyecek ve anî dönüşler yapmasını engellemeyecek türde olmasına özen gösterilmelidir. Dizginler ve başlık kolonları sağlam ve yumuşak köseleden olmalıdır. Ayrıca cirit atlarının tırnak aralarına taş ve kum girmesini önlemek amacıyla kapalı nal çakılmalıdır. Eski Türkler tecrübeleri neticesinde konural, demirkır ve yağız atların cirit için ideal olduğunu tespit etmişlerdir. Demirkır ılımlı, dayanıklı at soyunun temsilcisidir. Yağız at uğurlu sayılır. Konural ise en çok sıçrayan attır. Her binicinin cirit kabı içinde belirli sayıda cirit bulunur. Ayrıca atılan ciritleri yerden toplamak ve savunmada kullanmak üzere çöğen denilen bir sopa kullanılır.

C. Cirit Müsabakası: Cirit müsabakaları iki kategoride yapılır:

1- 16-25 yaş arası yarışmacılar,

2- 25 yaş üstü yarışmacılar. Oyuncular spor yapmalarını engelleyici sağlık problemleri olmayan ve önceden Binicilik Federasyonu'ndan izin alan kişilerdir. Cirit temel olarak beş kişiden oluşan bölük veya yedi kişiden oluşan alaylarla oynanır. Her takım bölükte iki, alayda üç olmak üzere yedek oyuncular bulundurmak mecburiyetindedir. Yine her takımın oyununu başlatan bir kaptanı veya Kolbaşısı vardır. Kolbaşı, oyun taktiğini belirleyen ve takımının hareketlerinden sorumlu kişidir. Zamansız veya çift çıkan oyunculara engel olmak, orta oyuncuların ileri ve geri 5 metreliklik derinlikteki alay durağında durmalarını sağlamak kolbaşının görevidir. Başlangıçta takımlar ve hakemler sahada yarım ay şeklinde dizilir ve halkı selâmlarlar. Bu sırada ciritler sağ elle ve dikey durumda tutulmalıdırlar. Oyuna ilk başlayacak takımı belirlemek için hakem tarafından kura çekilir, bundan sonra da her iki takım alay durağına çekilerek karşılıklı birer sıra olurlar. Çıkışlar alay durağından yapılır. Hakemin başlama işaretini vermesiyle kurada kazanan takımın kaptanı öne fırlar ve 10 metreden daha az olmamak kaydıyla uygun gördüğü mesafeden karşı takımın herhangi bir oyuncusuna ciridini atar ve geri kaçar. Aynı oyunda kendisine cirit atılan oyuncuya iki defa vuruş yapılması durumunda 5 dakika dinlenme verilir, üçüncü vuruşta ise oyuncu çıkarılır. Bu durumlarda en fazla üç defa olmak üzere oyuncu değişikliği yapılabilir. Kendisine cirit atılan oyuncunun görevi, rakibini kendi sahasına girmeden kovalamak ve ciridini atmaktır. Cirit atılan oyuncu rakibini kovalarken kolbaşının kendi takımının sahasına girmesiyle yeni bir oyuncu sahaya çıkar ve takip eden oyuncuyu cirit atmak suretiyle geri kovar. Kolbaşının kendi yerine dönmesinden önce takımdan bir oyuncunun sahaya çıkması yasaktır. Atışlar yarım veya tam çark olarak atılır. Tam çarkın ikiden fazla atılması yasaktır. Eğer oyuncu kendi takımının sahasından cirit atar ve isabet ettiremezse hamle hakkı aynı takımda kalır. Yaklaşık olarak 30-35 dakika ve 2 devre süren oyunda zamanla bütün oyuncular orta sahaya dolar ve oyun kızışır, iki devre arası dinlenme payı, oyun süresinin üçte biri kadardır. Bir takımın formaları mutlaka aynı renkte olmalıdır. Numaralar oyuncunun sırtında ve atın her iki tarafında olmak üzere birinci takımda 1'den 10'a, ikinci takımda 11'den 20'ye kadar sıralanır.

CİRİTTE PUANLAMA

Puan Alınan Hareketler  

İrit sopasını ciritçiye isabet ettirmek…… :    6 puan 

Rakibi yakalayıp bağışlamak…………… :    3 puan

Cirit sopası üzerine gelirken sopanın

kendisine isâbet etmesini önleyecek

şekilde hareket etmek………………………………..: 3 puan 

Atılan cirit sopasını oyun alanında tutmak...:  3 puan

Puan Kaybettiren Hareketler

Çok yakın mesafede rakibe cirit atmak……:   -3 puan

Atını rakip atlıya kasten çarptırmak………:   -3 puan

Cirit sopasını rakip ata kasten vurmak……:   -3 puan

Yan çizgi ihlâli yapmak…………………..:   -1 puan

Atış sahası dışından atış yapmak…………:   -1 puan

Cirit atma hakkını kullanmamak…………:   -1 puan

Erken veya çift çıkış yapmak…………… :   -1 puan

Attan düşmek…………………………….:   -3 puan

İkinci defa attan düşmek…………………:   -3 puan

Üçüncü defa attan düşmek……………….:   diskalifiye     

İzinsiz attan inmek……………………….:   -1 puan

Yasak sahada 3 veya daha fazla

oyuncu bulundurmak…………………….:   -1 puan

Hamle hakkı doğan sporcunun

yan çizgiden oyuna girmesi……………...:   -1 puan

Karşı alaya kasten dalmak……………….:   -1 puan

Ciridini atış alanında kasten yere atmak…:   -1 puan

Hakem kararlarına uymamak…………….:   diskalifiye

Cirit düşürmek…………………………...:   -1 puan

Yasak saha ihlâli yapmak………………..:   -1 puan

TÜRK DESTANLARI

OĞUZ ÇETİNOĞLU 

[email protected]

Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde destan terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır.

Eski Türk edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal, târihî, acıklı veya gülünç olayları; hiciv tekniğiyle ile ve çeşitli üslûplarla aktaran nazım türüne ve kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücâdelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebepleri açıklayan ve batı edebiyatında epope terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde destan adı ile anılmaktadır. 

Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya târih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifâdelerle zenginleştirilmiş, nesir ve manzum olarak anlatılan, yazıya dökülen uzun hikâyelerdir.

Destanlar bütün bir milletin ortak mücâdelesini ortak değerler, kaideler, mânâlar bütünlüğü içinde yorumlandığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının millî eserleri olarak kabul edilirler. 

Destanlar her zaman târihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda târihî olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının  istek, beklenti, doğruları ve değerleri ile idealleştirilir. Eski hâtıralarla birleştirilerek târihî gerçekmiş gibi anlatılırlar. Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü, hâtıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. 

Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşçılık yanında verdiği sözde durma, âcizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. 

Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve mağlubiyetleri gibi konularla berâber pek çok sebep açıklayıcı efsâneyi de içinde barındırır. 

İlk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulmak hayli zordur. 

Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot*, hâtıra, kısaltılmış seçme metinler hâlinde bulunmaktadır. 

Türk târihine ana hatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. Türkler, ilk anayurt olan ve batılıların Türk ismini unutturmak için Orta Asya dedikleri, bizim ise Türkistan demek mecburiyetinde olduğumuz topraklarını hiç bir zaman terk etmemişlerdir. Türk milleti, ilk anayurt olan Türkistan’dan itibâren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün; Türkiye, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Tacikistan ve Türkmenistan adlarıyla sekiz Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukta ve çeşitli devletlerin idaresinde azınlık hâlinde yaşamaktadır. 

Türk kültürü de târih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş, farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını devam ettirerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeple Türk destanları da târihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dâirelerine paralel olarak çeşitlenmiştir. 

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARI:

1- Altay-Yakut Döneminden: Yaratılış  Destanı

2- Sakalar  Döneminden: Alp  Er Tunga ve Şu Destanları 

3- Hun İmparatorluğu   Döneminden: Oğuz  Kağan  Destanı  

4- Göktürk Döneminden: Bozkurt, Kürşad  ve Ergenekon Destanları

5- Uygurlar Döneminden: Türeyiş ve Göç   Destanları.

İSLAMİYET’İN KABULÜNDEN SONRAKİ TÜRK DESTANLARI  

1- Karahanlı Dönemi: Satuk Buğra Han Destanı 

2- Kazak-Kırgız  Kültür  Dâiresinden: Manas Destanı

3-Türk-Moğol  Kültür  Dâiresinden:  Cengiz Han Destanı

4- Kırım Hanlığı Döneminden:  Timur ve Edige Destanları

5- Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemlerinden: Seyid  Battal Gazi  ve Danişmend  Gazi Destanı, Sarı Saltuk Destanı ile Köroğlu Destanı

*epizot: Bir eserde ana temaya bağlı ikinci derecedeki tema. 

         LİSAN

Güzel dil Türkçe bize,

Başka dil gece bize.

İstanbul konuşması

En sâf, en ince bize.

Lisanda sayılır öz

Herkesin bildiği söz;

Ma'nâsı anlaşılan

Lûgate atmadan göz.

Uydurma söz yapmayız,

Yapma yola sapmayız,

Türkçeleşmiş, Türkçedir;

Eski köke tapmayız.

Açık sözle kalmalı,

Fikre ışık salmalı;

Müterâdif sözlerden

Türkçesini almalı.

Yeni sözler gerekse,

Bunda da uy herkese,

Halkın söz yaratmada

Yollarını benimse.

Yap yaşayan Türkçeden,

Kimseyi incitmeden.

İstanbul'un Türkçesi

Zevkini olsun yeden.

Arapçaya meyletme,

İran'a da hiç gitme;

Tecvîdi halktan öğren,

Fasîhlerden işitme.

Gayrılı sözler emmeyiz,

Çocuk değil, memeyiz!

Birkaç dil yok Tûran'da,

Tek dilli bir kümeyiz.

Tûran'ın bir ili var

Ve yalnız bir dili var.

Başka dil var diyenin,

Başka bir emeli var.

Türklüğün vicdânı bir,

Dîni bir, vatanı bir;

Fakat hepsi ayrılır

Olmazsa lisânı bir.

ZİYA GÖKALP

HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER VE GAGAVUZ TÜRKLERİ

Türk Ocakları Genel Başkanlığını yıllar boyu büyük başarı ile yaparak kuvvetli hitâbet kabiliyeti ile Türk gençliği üzerinde çok ciddî tesirler bırakan değerli bir Türkçüdür. Bir diplomat olarak görev aldığı komşu ülkelerdeki Türk azınlığı ile yakından meşgul olmuş, Balkan ülkelerinde yaşayan Türklerin, Cumhuriyet Hükümeti adına gerçek koruyuculuğunu yapmıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver şahsında, kendilerini daima Türk Devleti'nin korumasında hisseden bu Türklerden başka, Türkiye'ye gelen dış Türk grupları da O’nu, başları sıkıştığı her an teklifsizce müracaat edebilecekleri bir hâmi saymışlardır.

Hamdullah Suphi Tanrıöver, yetiştirdiği fikir ve sanat adamlarıyla tanınmış bir ailenin çocuğudur. Büyük babası, Tanzimat devrinin edebiyat ve devlet adamlarından Abdurrahman Sâmi Paşa, babası yine aynı devir târihçilerinden ve yine muhtelif bakanlıklarda bulunmuş Suphi Paşa'dır. Tanzimat ediblerinden Sâmipaşazâde Sezâi Bey, Hamdullah Suphi'nin amcaları arasındadır.

Hamdullah Suphi 1886'da İstanbul'da doğmuş, Numune-i Terakki Mektebi’nde ve Galatasaray Sultanisi’nde okumuştur. Lise tahsili yıllarında büyük Türk şâirlerinden en çok Nâmık Kemal'i sevmiş ve O’nun için şiirler yazmıştır. Hamdullah Suphi, önce bir şâir olarak tanınmıştır. Diğer taraftan öğretmenlik mesleğine intisap etmiş, Ayasofya Rüşdiyesi’nde, İstanbul Dar'ulmuallim’inde öğretmenlik yapmıştır.

1912 yılında Türk Ocağı’na intisap eden Hamdullah Suphi bir taraftan Ocak İdârî Heyeti Reisi, diğer taraftan da canlı ve ateşli hitâbeleri ile bu Ocak'ta gelişen Türk milliyetçiliğinin gür ve temiz sesi olmuştur. Türk Ocakları Genel Başkanlığını 20 yıl müddetle (1912-1932) ve başarı ile îfa etmiştir. Bir aralık İstanbul Darülfünunu'nda İslam-Türk Sanayi-i Nefisesi müderrisliğine tâyin edilmiştir. Daha sonra Meclis-i Mebusan'da ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısında Saruhan milletvekili olarak bulunmuş, Millî Eğitim Bakanı olmuş, büyük zaferden sonra ise İstanbul'dan milletvekili seçilerek yeniden Millî Eğitim Bakanlığı'na getirilmiştir. 

Hamdullah Suphi 1944'e kadar 13 yıl boyunca (1931-1944) Romanya'nın Bükreş Elçiliği'nde bulunduktan sonra, 1944'de yurda dönmüş, yeniden İstanbul Milletvekilliği'ne seçilmiş, 10 Haziran 1966 da vefat etmiştir.

O, İstanbul Türk Ocağı'nda yaptığı bir konuşmada: ‘Aziz Ocaklı! Sen Türk'ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanısın!’ diye seslenmiş ve gerçekten de söylediği bu sözleri tutarak, özellikle Türkiye dışındaki Türklerin gözü, kulağı ve vicdanı olmuştur.

Özel bir takım sebeplerle Türk Ocakları’nın faaliyeti geçici bir süre ile tâtil edilince Genel Başkan’a Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile Belgrat, Bükreş ve Kahire elçilikleri teklif edildi. Tanrıöver, Dobruca ve Basarabya’da 350.000’den fazla Müslüman ve özellikle Hıristiyan Türklerin bulunduğunu bildiğinden, Bükreş elçiliğini tercih etti.  

1931 'de Bakanlar Kurulu kararı ile Bükreş'e 1. sınıf elçi olarak gitti.  Göreve başlar başlamaz, Romanya ve Bulgaristan'da bulunan Türklerle yakından ilgilendi. İlk iş olarak kız ve erkek Gagavuz çocuklarından birçoğunu Türkiye'ye getirterek ilk, orta ve yüksek okullara yerleştirerek okumalarını sağladı. Beserabya'daki Gagavuz kasaba ve köylerini dolaşarak, bu bölgede Türkçe eğitim yapan 26 tane okul açtırdı ve bu okullara Türkiye’den öğretmen ve kitap getirilmesini sağladı. Ayrıca kızlı erkekli 30-40 kadar Gagavuz gencini Türkiye'ye göndererek çeşitli okullarda ve üniversitelerde eğitim ve öğretim görmelerini sağladı. Tanrıöver'in Romanya'daki hizmetlerinden biri de şahsî gayretiyle Bükreş'te büyük bir Türk şehitliğini 6 Haziran 1935’te açtırmış olmasıdır. 13 yıla aşkın bir süre ile Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil ettiği Romanya'dan 5 Aralık 1944'te yurda dönmüştür.

(Doç. Dr. Nuri Yavuz: Gazi Akademik Bakış Dergisi. Ankara 2010, C: 4, S: 7, s: 177-184) (Özetlenmiştir)