ALİ ŞÎR NEVÂΠve MUHÂKEMET-ÜL-LUGATEYN İSİMLİ ESERİ

Özbek Türklerinden şâir, edip ve büyük devlet adamıdır. Günümüzde Afganistan sınırları içerisinde bulunan Herat Şehri’nde 1441 yılında doğdu. 23 Ağustos 1501 târihinde 60 yaşında iken doğduğu şehirde vefat etti. 


Türkçeyi yüksek bir sanat dili hâlinde işlemeye çalıştı, bu görüşü yaymaya ve Türk diline değer kazandırmaya çalıştı.  

Babası Timur’un meliklerinden Sultan Ebû Said’in veziri Kiçkine Bahşi idi. Ali Şîr Nevâî’nin ilk eğitimini babası verdi. Daha sonraki eğitimine Horasan ve Semerkant’ta devam etti. Sultan Hüseyin Baykara ile okul arkadaşı idi. 

Sultan Hüseyin Baykara, Herat’ta yönetimin başına geçince, Ali Şîr Nevâî’yi aradı. Onun Semerkant’ta olduğunu öğrendi ve Maveraünnehir meliki Ahmed Mirza’ya bir mektup yazarak Ali Şîr Nevâî’yi kendisine göndermesini istedi. Ali Şîr Nevâî, Ahmet Mirza’nın adamları tarafından Herat’a götürüldü. Sultan Baykara onu önce mühürdar yaptı. Daha sonra vezirlik görevine tâyin etti. 

Görevi sırasında bol bol kitap okumak, ilim çevreleriyle sohbet etmek ve araştırma yapmak imkânı bulan Ali Şîr Nevâî, bir süre sonra yaptığı işten sıkılmaya başladı. İstifasını Hüseyin Baykara’ya sunduysa da kabul edilmedi. Aksine Esterebad Vâliliği’ne tayin edildi. Ali Şîr Nevâî, vâlilik görevinde fazla durmadı ve 1490 yılında ayrıldı. 

Ali Şîr Nevâî’nin ailesi çok zengindi. Onun için devletten hiç maaş almadığı gibi devlete yardım da etti. Ali Şîr Nevâî topluma ve insanlığa hizmet etmekten büyük sevinç duyardı. Bu düşünceden hareketle çeşitli vakıflar kurdu. 

Vâlilik görevinden ayrıldıktan sonra bütün vaktini ilim ve sanat konularında hasretti. 

Şiirlerini Türkçe ve Farsça yazan Ali Şîr Nevâî, Arapçayı da çok iyi öğrenmişti. Meşhur ilim adamlarından Molla Câmi, O’nun şiir arkadaşlarındandır. Kaşgarlı Mahmut’tan sonra Türk diline en büyük hizmet eden kişi olarak tanınan Ali Şîr Nevâî, ‘Muhâkemetü’l-Lügateyn’ adlı kitabında Türkçe ile Farsçayı karşılaştırarak pek çok yerde Türkçenin ortaya koydu. Bu kitabını Türkçeyi bırakarak eserlerini Farsça yazanlara ithafen yazmıştır. Türkçe yazdığı şiirlerinde Nevâî, Farsça yazdığı şiirlerinde ise Fânî mahlaslarını kullanmıştır. 

Dördü Türkçe, biri de Farsça olmak üzere beş ayrı divanı vardır. Türkçe divanlarının genel adı ‘Hazâinü’l Maânî’dir. Türkçe divanlarını, ‘Garâibü’s-Sağîr’, ‘Nevâdirü’ş Şebâb’, ‘Bedâyiü’l-Vasat’ ve ‘Fevâidü’l-Kiber’ adları altında yazdı. 

Beş mesnevisinden meydana gelen Hamse’si ile Türk edebiyatına ilk hamse yazan Ali Şîr Nevâî’nin divanlarından hariç 18 ayrı eseri daha vardır. 

Bunlar sırasıyla şunlardır: *Hayretü’l-Ebrâr, *Ferhat ve Şirin, *Leyla ve Mecnun, *Seb’a-i Seyyârem, *Sedd-i İskender, *Lisânü’t-Tayr, *Muhâkemetü’l-Lügateyn, *Mecâlisü’n-Nefâis, *Mîzânü’l-Evzân, *Nesâimü’l-Mehabbe, *Nazmü’l-Cevâhir,*Hamsetü’l-Mütehayyirîn, *Münşeât, *Tühfetü’l Mülûk, *Sirâcü’l-Müslimîn, *Tarihu’l-Enbiyâ, *Mahbûbü’l-Kulûb fi’l-Ahlâk, *Seyfü’l-Hâdî ve *Rekâbet-ü’l-Münâdî. 

Ali Şîr Nevâî’nin eserleri hem yazıldıkları devirde, hem de daha sonra bütün Türk dünyasında zevkle okunmuş, pek çok ünlü Türk şairi O’nu örnek almış, O’na övgü yazmıştır. 15. yüzyılda yaşamış büyük Osmanlı Şairi Ahmet Paşa, 16. Yüzyılda yaşamış ve Azerî lehçesiyle yazmış olan Fuzûlî, Ali Şîr Nevâî’den etkilenmişlerdir. 

Birçok Osmanlı aydını, bu arada Yavuz Sultan Selim Han, Nevâî’nin hayranı idiler. 18. yüzyılda büyük divan şairimiz Nedim bile Ali Şîr Nevâî dilinde (Çağatay lehçesinde) şiirler yazmıştır. 

Türkiyeli pek çok şair Ali Şîr Nevâî’nin şiirlerine nazireler söylemişlerdir. Bu tesir Tanzimat sonrasında kendini göstermiş, Ziya Paşa’nın ‘Harâbât’ adını taşıyan üç ciltlik antoloji eserinde Ali Şîr Nevâî’nin şiirlerine önemli bir yer verilmiştir. 

Günümüzde yayınlanan bütün edebiyat tarihlerinde de Ali Şîr Nevâî, ilmi, irfanı, sanatı, Türkçülüğü ve olumlu tesirleriyle övülür. 

Ali Şîr Nevâî’nin Muhâkemet-ül-Lugateyn adlı eseri, bu günkü yazımızla küçük boy bir kitabın 50 sayfasını ancak doldurur. Fakat hacim bakımından küçük olan bu kitap, muhtevasının değeri ile deryalar kadar büyüktür. 

Muhâkemet-ül-Lugateyn’den bazı cümleler: 

‘... Nazım bahçesinin şakrak bülbülü, Nevaî mahlasını alan Ali Şîr (Allah günahlarını yargılasın ve ayıplarını kapatsın) şöyle arz eder: 

Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar. Nitekim denizden cevherleri dalgıçlar çıkarır ve onlara mücevherciler katında değer biçilir. Gönülden söz incileri çıkarma şerefine erenler de (dalgıçlar da) bu işin mütehassısıdırlar. O inciler bu mütehassıslar ağzında canlanır, nisbetlerine göre yayılır ve ün kazanırlar. İnciler değer bakımından çok farklı olurlar. Bir tümenden yüz tümene kadar (bir liradan binlerce liraya kadar) olanları vardır. Elden ele geçen ucuz incilerle, sultanların kulaklarına küpe olan incilerin değerleri bir mi? 

Şöyle bilinir ki, Türk Fars’tan daha keskin zekâlı, daha anlayışlı, daha saf, daha pek yaratılışlıdır. Fars ise ilimde ve gayret sarfıyla elde edilen bir anlayışta daha olgun ve derin görünüyor. Bu hal Türklerin doğru, dürüst, temiz niyetinden, Farsların da fen ve hikmetinden belli oluyor... Ve lâkin, Türk ve Fars dilleri arasındaki kusursuzluk veya noksanlık bakımından çok büyük farklar vardır. Söz ve ibârede, kelimelerin anlam ve kavramında, Türk Fars’tan üstündür. Türkün öz dilinde öyle incelikler, güzellikler, sanatlar vardır ki inşallah yeri gelince gösterilecektir...  

... Türkün Fars’tan daha üstün, daha kabiliyetli, daha açık ve parlak olduğunun şundan kuvvetli delili olur mu: Bu iki milletin gençleri, ihtiyarları, büyükleri, küçükleri arasında kaynaşma aynı derecededir. Alış-verişleri, işleri, güçleri, düşüp kalkmaları, oturup durmaları, birbirinden hiç farklı değildir. Aynı hayat şartları içinde yaşarlar... Böyle olduğu halde Türklerin hepsi Farsçayı kolayca öğrenir ve konuşur. Oysa Farsların hiç biri Türkçe konuşamaz. Yüzde, belki binde biri Türkçe öğrenir ve konuşursa da, onun Türk olmadığı daha ilk sözünden belli olur... Türkün Fars’tan kabiliyetli olduğuna bundan daha kuvvetli delil olamaz ve hiçbir Fars bunun aksini iddia edemez...  

... Fars dili yüksek ve derin konuları anlatmada yetersizdir. Çünkü Türkçenin oluşumumda ve konularında pek çok incelik, özgünlük vardır. İnce farklar, en uçucu kavramlar için bile kelimeler yaratılmıştır ki bilgili kimseler tarafından açıklanmazsa kolay anlaşılamaz.  

... Türkün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak, Farsça şiirler söylemeğe özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler, Türkçede bu kadar genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay, şiirlerinin daha beğenilir olacağını anlarlar. 

TÜRK DÜNYASINDA ORTAK TÜRK YAZI DİLİ POROBLEMİ

T U R A N  C A N 
TİKA-Araştırmacı

Türk Cumhuriyetleri sâhip oldukları soy, dil, din, târih ve kültür ortaklıklarının tabiî neticesi olarak haberleşme, ilim, kültür, sanat, edebiyat, ekonomi, teknoloji, sağlık gibi hemen her alanda işbirliğine girmektedir. Ancak, Türk Dünyası bugün çok yazı dilli ve çok alfabeli bir dönemi yaşamaktadır. Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları arasında arzu edilmeyen bir iletişim eksikliğini ortaya koymaktadır.

 Başıboşluk’ ülkemizde hemen her alanda yıllardır başlıca şikâyet konularından biridir. Durumdan şikâyet ederiz, düzelmeyi hasret içinde bekleriz de, bir türlü harekete geçemeyiz. Hep birilerinin çıkıp ‘bu gidişe’ dur demesini bekleriz.

 Bu ‘birileri’ne rastlamak doğrusu pek kolay değildir. Çünkü ortaya çıkacak kimse bazı güçlüklere göğüs germek mecburiyetindedir. Üzerine gideceği meseleyi enine boyuna kavramış olmalıdır. İnceleme ve araştırmadan yılmamalı, çalışmalarını işi aydınlığa kavuşturuncaya kadar devam ettirebilmelidir. Elde etmiş olduğu bilgileri dağıtmadan sarahatle ortaya koyabilmelidir. Dürüst olmalıdır, çıkar kaygusu gütmemelidir. Eş-dost hatırı yüzünden doğruya yanlış, yanlışa doğru dememelidir. 

Türk dünyasında kültür ve medeniyet hamlesini başlatmak için elbette ki, ‘Ortak Türk Yazı Dili’nin bir an önce gerçekleşmesi şarttır. 1993 yılında böyle bir proje çalışması yapılmasına, Türk Kurultaylarında sık sık dile getirilmesine rağmen netice alınamadı. Öyle bir atâlet içerisine düşüldü ki, netice alınamayışının sebepleri de araştırılmadı.  

Türk devlet ve toplulukları arasında iletişimi gerçekleştirecek ortak bir yazı dilinin olmaması, ayrıca bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyeti’nin Rusçayı yeniden ikinci dil olarak anayasalarına almaları bu problemin çözülemediğini göstermektedir.

 Uzun süredir sonuçlanmayan bu mesele Türk dünyasının fertlerinin, aynı ortak kültür değerleri etrafında birleşip bütünleşmesine ve en önemlisi de Türk Birliği’nin oluşturulmasına engel teşkil etmektedir.  

Buna rağmen Türk Cumhuriyetleri ile Türk topluluklarının Türkiye ile temas ve münasebetleri her geçen gün artmakta, bilim, kültür, sanat, edebiyat, ekonomi, teknoloji ve sağlık gibi alanlarda kurulmakta olan işbirliği neticede Türklüğün her kesiminden insanını karşı karşıya getirmektedir.

Ancak, bugün birbirine yakınlaşmak isteyen Türklerin önünde birçok problem de durmaktadır. Bunların başında da farklı yazı dillerine sahip olmanın yarattığı anlaşma güçlüğü gelmektedir. Türk dili tarihinin hiçbir devrinde bugün olduğu gibi sayısı yirmileri aşan ortak dile, yazı diline sâhip olmamıştır. Dilin kendi tabiî akışından kaynaklanmayan bu durum, bu gün birbirine yakınlaşmaya çalışan, ‘İşte, fikirde birlik’ yolunda önemli adımlar atmaya başlayan Türk dünyasının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Bu engel, ancak fikirde birliğin de kuvvetlenmesini sağlayacak olan ‘dilde birlikle’ aşılacaktır. 

1- Türk devlet ve toplulukları arasında her alanda arzulanan kardeşlik ve işbirliğinin sağlam, kalıcı ve devamlılığının sağlanması bakımından, farklı alfabelere sâhip olmanın sebebiyet verdiği güçlüğü gidermenin gerektiğine varılmalı, Türk yazı dillerinin ortak unsurlarının canlandırılması ve Türk yazı dillerinin yakınlaştırılması ve ortak irâdenin ortaya konulması gerekmektedir. 

2- Türk devlet ve topluluklarının 1993’te kararlaştırdıkları 34 harfli ortak Latin alfabenin zaman geçirilmeden hayata geçirilmesinin gerçekleştirilmesi şarttır.

3- Her Türk Cumhuriyeti ve topluluğunun kendi alfabesini düzenlerken, bir ses için bir harf prensibinden hareketle kararlaştırılan 34 Latin harften istifade etmesinin sağlanmalıdır.

4- Bu alfabe kabul edilirken, Türkler arasında ortak olan sesler için aynı işaretlerden istifade edilebilir.

5- Türk yazı dillerinin imlasında karşılaşılacak sıkıntıları çözmek, bunları ortak yazı dilinin imlasına yaklaştırmak ve imla kılavuzları hazırlama çalışmaları yapmak üzere devamlı çalışacak ve belli aralıklarla bir araya gelerek alınan kararları değerlendirecek ve ‘Dâimî Alfabe-İmla Uzmanlar Çalışma Grubu’nun oluşturulmasını ve bu Çalışma Grubu’nun Türk Devletleri Cumhurbaşkanları ortak toplantısına Latin alfabesiyle ilgili alınan kararları sunmaları ve bundan sonra, Dil ve Alfabe ile ilgili ortaya çıkacak olan problemleri çözecek bütün Türk topluluklarından müteşekkil Türkologların bu çalışma grubunda temsil edilmeleri sağlanmalıdır.

Birinci Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı 21–23 Mart 1993 tarihinde Antalya’da toplanan Dil-Alfabe Komisyonu Raporunda alınan kararlarda, komisyona katılan delegeler bütün Türk Cumhuriyet ve Topluluklarının ortak yazı dilinde ve ortak alfabede birleşmeleri gerektiği görüşü benimsenmiştir. Ancak, ortak yazı dilinde birleşebilmek için karşılıklı alaka ve münasebetlerin gelişmesi; radyo, televizyon, gazete gibi iletişim vasıtalarının karşılıklı olarak yayın yapması gerektiği ifâde edilmiştir. Ortak yazı dili zaman içinde gelişen bu karşılıklı alakalar belirlerken, bir yandan da bunu hızlandıracak ve doğru bir yola götürecek bazı tedbirler alınabileceği görüşü kabul edilmiştir. İlk yapılan kurultayda, 14 madde başlığı altında karar alınmış olup, geçen zaman zarfında bu maddelerden hiç birisi tatbik edilmemiştir.

Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı geçen zaman zarfında 11 defa farklı tarihlerde farklı yerlerde toplanmıştır. Her toplantıda, Dil ve Alfabe komisyon kararı alınmış, ne hikmetse bir maddenin bile tatbiki mümkün olmamıştır.

Bu gün sayısı yirmiyi aşan Arap ülkesi vardır. Bu Arap ülkelerinin konuşma dilleri arasında büyük farklar bulunmasına rağmen, bu ülkeler ortak yazı dilinde birleşmişlerdir. Fasih Arapçayı bilen herkes Arap dünyasında çıkan her kitabın, gazetenin, derginin dilini anlamakta, lehçe farklarını kaldıran ortak dilde konuştuklarında anlaşmaktadırlar. Tabiatıyla bu kuvvetli bağ, Arap devletleri, hükümetleri ve halkları arasındaki kültürel, siyasi, ekonomik bağların sağlanmasına yetmektedir. Bu örnekte olduğu gibi Türk cumhuriyetleri ve topluluklarının sözlü ve yazılı iletişim vasıtalarında kullandığı dilde de birliği ve standardı sağlamak zarureti vardır.

Ortak yazı dilinde birleşmek, Bütün Türk Cumhuriyetlerinin halklarını ortak dilde ve kültürde birleşmelerini sağlayacaktır. Bu ise eğitim ve öğretim başta olmak üzere bilim dallarında daha verimli çalışmaların Türkler arasında yaygınlaşmasını temin edecektir. Türk Cumhuriyetleri ve Topluluklarının aynı dil ve kültürde anlaşma ve kaynaşmaları Türk fikir ve sanat dünyasını daha da zenginleştirecektir. Ayrıca, Türk Devletleri arasındaki ekonomik ve ticari münasebetlerin gelişeceği ve bu günkünden çok daha ileri seviyelerde olacağına şüphe yoktur. Çünkü insanlar arasındaki anlaşma ve diyalogu sağlayan en önemli faktör dildir. Dilde anlaşan insanların meselelerini daha çabuk hal edecekleri malumdur.

 (Efrasyap77 sitesinden alınmıştır. Erişim Tarihi: 26 Ocak 2010 



AZERBAYCAN YÜREĞİMDE BİR ŞAHDAMARDIR

Aziz Dostum Bahtiyar Vahapzâde’ye

Kuşluk vaktine kadar geceler boyu

Savrularak okuduğum yine Şehriyar

Ala ceylanlara benzer hep Azeri türküler

Dinlediğim tar

Ayrılmaz başımdan bırakmaz beni artık

Selamsız sabahsız bir efkar

Ve yüreğim bin yıllık destanlarla tutuşur

Büyür Azerbaycan kadar

Azerbaycan Dedem Korkut şafağı

Mübarek dilimi süt gibi sağar

Bazen rüzgar olur iliklerimde

Bazen yağmur gibi üstüme yağar

Götür beni Aras! Al beni Hazar

Oğuz’u Oğuz’dan başka kim anlar

Yaram derin merhemim yok vaktim dar

Bir destan yazar gibi yaz beni Hazar

Duy beni Bahtiyar! Duy beni Şahmar!

Geçen zaman üstüne dökülen kan üstüne

Kılıç – kalkan üstüne

Ve ağzı köpüren yeleli atlar üstüne

Benim bir yeminim var:

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır

Ben Yakup gibiyim uzun yıllardır

Onda Yusuf’umun kokusu vardır

Ve hasreti gönlümde büyük Türkistan kadardır

Âyettir kitabımda bayrağımda rüzgârdır

Azerbaycan yüreğimde şahdamardır

Şimdi Azerbaycan’da mevsim bahardır

Türküleri yine, baştanbaşa efkârdır

Düşlerime yağan kardır

Boynu bükük bir diyardır

Yârdır

Ağzı köpüren atlar üstüne yeminim vardır

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER