Prof. Dr. TURAN YAZGAN Diyor ki:

 

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı, Türk Dünyası’nın Turan Atası, Turan Yazgan’ı, 22 Kasım 2012 tarihinde ebedî âleme yolcu ettik. Aziz hâtırasını tâzim maksadıyla birkaç cümlesini sunuyorum:

 

‘Vakfımızın kuruluş gayesi içinde ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’ ve ülkenin kayıtsız şartsız millî iktisadî ve sosyal bünyemize uygun politikalarla yönetilmesi başta gelmektedir. Dil, fikir ve iş birliğinin, yalnız Türkiye'ye değil, bütün Cumhuriyet ve topluluklarımıza refah ve huzur getireceğine ve sömürüden, soygundan, daha önemlisi horlanmaktan hepimizi kurtaracağına inanmaktayız.

 

Dil birliği alanında, Türk Dünyası büyük gelişmelere sahne olmamıştır. Bunun temelini teşkil eden alfabe birliği en büyük problem olarak durmaktadır. Türkiye Türkçesi ile eğitim, Vakfımızın dışında, TİKA'nın da önemli faaliyet alanlarından biri olmuş, hem Türkçe kursları, hem de Türk Dili Bölümleri'nin açılması sağlanmıştır. Türk kültürü ile ilgili, Türk Dünyası çapında yapılan faaliyetler, gerçekten çok artmıştır. Konuyla meşgul olan pek çok dernek, vakıf ve kamu kuruluşu bulunmaktadır. Türkiye'nin bazı yerlerinde Türk Dünyası ile ilgili şölenler, ilmî toplantılar, birlikte çalışmayı sağlayacak oluşumları meydana getirmek maksadı güden kurultaylar son derece memnuniyet vericidir. Aktık sosyologlar, avukatlar, bazı ihtisas alanlarında doktorlar, edebiyatçılar, ressamlar, belediyeciler, mimarlar... bir araya gelmektedirler ve müşterek çalışmayı hedeflemektedirler. Gelenekleşmiş Türk sporları federasyonumuz da spor şöleni düzenlemeye hazırlanmaktadır. Benzeri toplantılar Almatı'da, Astana'da, Bişkek'te, Bakü'de de yapılmıştır.

 

Nahçivan'da Türkçe konuşan ülkeler devlet başkanları zirvesi toplanmıştır. Türksoy'un kültür alanında yaptığı yayınlar ve düzenlediği toplantılar dikkat çekecek çokluğa ulaşmıştır.

 

Biz işbirliğini ticaret olarak anlamıyoruz, işbirliği, Allah'ın Türk coğrafyasına bahşettiği iktisadî kritik kaynakların Türkler tarafından, Türkler için, Türklerle birlikte kullanılması demektir. Bu istikamette elde ettiğimiz başarı Bakü-Ceyhan hattından ibârettir. Bunda da Türk dışı unsurların çok büyük menfaatlerine karşı bizim istifâdemiz son derece azdır. Nabuco Anlaşması’nın nasıl gerçekleşeceğini ileride göreceğiz. Rusya Türkmenistan ve Kazakistan'la 25 yıl süreli anlaşma imzalayarak bizim işbirliğimizi büyük çapta engellemiş ve geciktirmiştir. Petrol ve gaz Türk topraklarından Rusya'ya akmaya devam edecektir. Irak'ta, Misak-i Millî hudutlarımız içindeki petrol kaynakları, demokrasi (!) adına ABD tarafından milyonlarca insanın öldürülmesi ve korkunç bir insanlık suçunun işlenmesi pahasına işgal edilmiştir. ABD iktisadî kaynaklarımızın dağıtım yolu üstündeki Afganistan'ı da işgal etmektedir. Şimdiye kadar gösteriş toplantılarından ileri gidemeyip esas meseleye ağırlık koyamayan Türkler, maalesef soyulmaya devam edecektir.

 

Türk Dünyası 2009 yılını başarıları ve başarısızlıklarıyla kapatmıştır. Ancak nehirlerin akışı Türk Dünyası'nın menfaatleri istikametindedir. Yolların değiştirilmesi, işgaller, Türklere karşı işlenen insanlık suçları, bir yandan geciktirme mânâsı taşıyorsa da, diğer yandan daha çok akıllanmamıza yardım etmektedir. Bu sebeple de ülkelerimizin aydınları meslek grupları itibarı ile çok geniş bir işbirliğine girmektedirler ve istikbalimizin birlikte çalışmakla parlayacağına inananlar çoğalmaktadır.

 

Tanrı Türkü Korusun.

7 Ocak 2020

 

KALMUK TÜRKLERİ

 

Doğuda kendi dillerindeki Oyrat ve Çungar, batıda Müslüman Türklerin verdiği ‘Kara Kalmuk’ ‘Kalmık’ veya ‘Kalmak’ adlarıyla tanınırlar. ‘Kalmuk’ adı, Orta Asya'da Teleüt Türkleri için de kullanılıyordu. Kalmuk kelimesi etnik bir isimlendirme değildir. İslâm kaynaklarınca benimsenen bir halk etimolojisine göre isim dinle ilgilidir ve Batı Moğolları ile Teleüt Türklerine Şamanist kaldıkları için kalmak masdarı âlem olmuş, aynı şekilde İslâm'a giren Dunganlar'a da bu isim İslâm'a döndükleri için verilmiştir.

 

Kalmuklar, Cengiz Han zamanında Baykal Gölü’nün batısına kadar uzanan ormanlarda ve Altay dağlarının eteklerinde yaşamaktaydılar. Daha sonra bunların bir kısmı Cengiz Han'ın torunu Hülâgû ile birlikte batıya gidip İlhanlı Devleti'nin kuruluşuna yardım etti. Diğerleri ise önce Hülâgû'nun kardeşi Kubilay Han'ın yönetiminde Çin'in fethine ve burada bir Moğol devletinin kurulmasına katkıda bulundular. Bu devletin 1368’de yıkılıp bütün Moğollar'ın ülkeden çıkarılmasından sonra da Moğolistan'a dönerek ‘Oyrat’ veya ‘Kalmuk’ Hanlığı adıyla anılan büyük bir göçebe imparatorluğu kurdular.

 

Oyrat Hanlığı'nın kurucusu, Togan Han’dır. Bu devleti bir imparatorluk haline getiren ise, 1439-1455 yıllarında ülkeyi yöneten oğlu Esen Tayşi'dir. Çin'den Moğolistan'a dönen Moğollar iki ayrı liderin idaresinde iki gruba ayrılmışlardı. Bunlar Çoros, Hoşut, Dörbet ve Torgutlar'dan oluşan ‘Batı Moğolları’ olarak da anılan Oyratlarla Doğu Moğolları olarak da anılan Halhalar idi. Oyratlar'a, Cengiz Han zamanında imparatorluk ordusunun sol kanadını teşkil ettikleri için Moğolca'da sol el anlamına gelen ‘Cengi-Gar’ da deniliyordu. Bu tâbir sonraları Cungar'a dönüşerek özellikle Çoroslar için kullanılmış ve yaşadıkları Doğu Türkistan’ın kuzey kesimine ‘Cungarya’ adı verilmiştir.

 

1416'da bütün Oyratlar'ı bir devlet otoritesi altında toplayan Togan Han önce Müslüman Çağatay Hanlığı'na saldırdı ve Muhammed Veys Han'ı üç defa üst üste mağlûp ederek topraklarının büyük bir kısmını ele geçirdi. Togan Han 1434'te devamlı surette savaştıkları Halhalar'ın lideri Arugtay'ı öldürdüyse de halkına baş eğdiremedi. Bunu 1439'da yerine geçen oğlu Esen Tayşi başardı ve bütün Moğolları yönetimi altında birleştirerek Oyrat Hanlığı'nı Çin İmparatorluğu'nun karşısındaki en büyük güç haline getirdi. Önceleri Çin topraklarına devamlı akınlar düzenleyen Esen Tayşi 1447'de Türkistan'a dönerek Özbek Hanı Ebülhayr Han'ı vergiye bağladı. Arkasından İli Kazakları'nı yurtlarından atıp akınlarını Batı Sibirya'nın Tobol ve İşim bölgelerine kadar uzattı. 1449'da ise tekrar güneydoğuya yöneldi ve Ming hanedanından İmparator Ying-tsung'u esir aldı. O’nu serbest bırakma karşılığında da Çin'i vergiye bağlayıp kapılarını ticarete açtırdı.

 

Devletin sınırlarını Doğu Türkistan ve Çin Seddi'nden Balkaş gölüne kadar genişletmeyi başaran Esen Tayşi'den sonra Oyrat-Halha savaşları yeniden başladı ve Moğol birliği dağıldı. Her ne kadar Dayan Han birliği tekrar kurduysa da bu devamlı olmadı ve onun ölümünden sonra devlet çeşitli Oyrat ve Halha beyliklerine bölündü. 1604'te Horluk adlı bir Torgut beyi önce Hârizm'i istilâ etti; ardından 1618'den 1632'ye kadar süren göç dalgaları hâlinde kendi milletini batıya, İdil boylarına taşıyarak orada 1632 yılında İdil Kalmukları Hanlığı'nı kurdu. Yaklaşık aynı yıllarda Hara Hula adlı başka bir bey de doğuda, Cungarya'da eski Oyrat Hanlığı'nı yeniden canlandırdı.

 

Cungar Hanlığı adıyla tanınan Doğu Kalmuklarının önemli hükümdarlarından Galdan Han, Halhalar'ı da egemenliği altına alarak 1682'de Kâşgar'ı ve arkasından bütün Moğolistan'ı fethetti. Ardından gelen Sevang Rabdan ve Galdan Sereng Taşkent dâhil bütün Türkistan’ı ele geçirerek devleti en geniş sınırlarına ulaştırdılar. Fakat daha sonra ortaya çıkan dâhilî karışıklıklardan faydalanan Çin İmparatoru Çien-long birkaç yıl içerisinde Cungar hâkimiyetine son verdi ve asker-sivil 500.000'den fazla kişiyi kılıçtan geçirerek 1758’de Cungar halkını ortadan kaldırdı. Batıdaki İdil Kalmukları ise sırasıyla hüküm süren Horluk, Dayçin, Bunçuk ve Ayuke'nin hanlıkları sırasında bir yandan Kırım Hanlığı, bir yandan Rus Çarlığı ile savaşarak bağımsızlıklarını korudularsa da 1724'te Rusya'ya bağlandılar. Bunların 300.000 kadarı 1770'te siyasî bir oyuna getirilen son hanları Ubaşi'nin önderliğinde eski yurtları Cungarya'ya geri gönderildi. Ancak bu hareket bir felâkete dönüştü ve yola çıkan Kalmuklar Mûslüman Kazaklar tarafından Balkaş gölü çevresindeki çöllere sürülerek orada çetin tabiat şartlarında imha edildiler. Sadece 70.000 kadarı Cungarya'ya ulaşabildi ve artık buranın hâkimi olan Çinlilerden mülteci muamelesi gördü. Ubaşi'nin göçünden sonra geride kalan Kalmuklar 1773-1774 yılları arasındaki Pugaçev ayaklanmasına katıldılar. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından sayıları 50.000 civarında olan Kalmukların yerleşim merkezlerine 10 kilometreden fazla yaklaşmaları yasaklandı. 19.  yüzyılın sonlarında bunların Sünnî Müslümanlığı benimseyen küçük bir kısmı Türkistan’a göç etti ve Issık Göl civarına yerleşerek ‘Şart (Sert) Kalmuk’ adıyla tanındı.

 

Aşağı İdil bozkırlarında göçebe hayatı süren İdil Kalmukları, 4 Kasım 1920 tarihinde Astrahan yöresinde Rusya'ya tâbi özerk bir Kalmuk bölgesi (oblast) kurulması için izin aldılar. Rusya, 20 Ekim 1935'te ‘Kalmukya’ denilen bu özerk bölgeyi ‘Kalmuk Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ adı altında Sovyetler Birliği'ni oluşturan cumhuriyetlerden biri hâline getirdi. Başşehri Elista olan bu cumhuriyetin 75.900 kilometrekare yüzölçümündeki toprakları kuzeyde İdil nehri, batıda Don Kazakları arazisi, güneyde Dağıstan Cumhuriyeti ve doğuda Hazar Denizi’yle çevrilmişti. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında Kalmuklar'ı Almanlar'la iş birliği yapmakla suçlayan Stalin, 1943 yılında Kalmuk Cumhuriyetini ilga ederek Doğu Sibirya'daki çalışma kamplarına sürdü. Arkasından da Kalmukya topraklarına Rusya'nın iç bölgelerinden getirilen Ruslar yerleştirildi. 1958 yılında Sovyetler Birliği'ndeki diğer cezalı milletler gibi Kalmuklar da geri döndüler ve eski statülerine kavuştular. Bugün Rusya Federasyonu'na bağlı Kalmuk Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar. 2000 yılındaki tahminî nüfusları 700.000 kadardır. Ülkenin % 40’ını oluştururlar. 

 

 

ÇİMPE KALESİ RESTORE EDİLMELİ

 

Gelibolu sınırları içinde yer alan ve Türklerin Trakya ve Rumeli’deki ilerlemesinde köprübaşı niteliğindeki Çimpe Kalesi’nin hâli, tarihimizle ilgili duyarlılığı olan herkesi derinden üzüyor. Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa’nın Rumeli’ye geçtiği yerin yakınındaki kale, çeşitli dönemlerde kısmî bakım görmüştür. Ancak epey zamandır kaderine terk edilmiş halde bulunan kalede, defineciler rahatlıkla hazine aramışlar!

 

Tarihimiz bakımından çok önemli olan Çimpe Kalesi’nin ihmal edilmiş hâli, yakındaki Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ı derinden yaralamış olmalı ki toplum olarak bu konularda çok daha bilinçli olmamız gerektiğini belirtiyor. Tarihimize hepimizin saygı göstermesini ve bunun partilerüstü yaklaşımla ele alınmasını vurgulayan Başkan Özcan, Çimpe Kalesinin restore edilmesine gönül vermiş, bunun için gerçekten didiniyor.

 

Oyuncu ve sunucu, Türkiye ve Atatürk sevdalısı sevgili Mimoza Elezi vasıtasıyla bizi de Çimpe Kalesi’ni görmeye dâvet eden Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan ve aynı duyarlılıktaki eşi Mimar Şengül Özcan’ın bu örnek davranışını görünce yerel yönetimlerin tarihî eserlere ilgi gösterilmesi konusunda ne kadar önemli olduğunu fark ettik. Bu öncü ve duyarlı davranışın diğer belediye başkanlarımızca da örnek alınmasını dileriz.

 

Kültür Bakanlığı ile diğer yetkililerin ve tarih dergilerinin, üniversiteler ve aydınlarımızın, Çimpe Kalesi’nin restore edilmesi için gereken ilgiyi göstermeye dâvet ediyorum. Mutlaka içinde Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşanın büstü de yer almalıdır.

                               

FETHİ MURAT DOĞAN

Yıldız Teknik. Üniversitesi. Türk Dili Öğretim Görevlisi

 

 

TÜRK BİRLİĞİ

 

OĞUZ ÇETİNOĞLU

 

Alfabe ve dil birliği olmadan Türk Birliği oluşturulamaz. Ortak bir alfabe’nin kabulü ancak siyasî kararlarla gerçekleşebilir. Türk Cumhuriyetleri’nde bu kararı verip tatbik edecek irâdenin henüz oluşmadığı anlaşılıyor.

 

Azerbaycan, Merhum Elçibey zamanında Azerbaycan Anayasasına; ‘Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmî dili Türkçedir.’ Maddesini koydurmuştu. Sonra değiştirildi, ‘Resmî dil Azerbaycanca’dır’ denildi.

 

Azerbaycanca… ?!?!?!

 

Türkçe’, ‘İngilizce’, ‘Almanca’, ‘Fransızca’… der gibi, tamâmen ayrı ve farklı bir dilden söz ediliyor.

 

Gerçek öyle mi?

 

Ol diyarda; lehçe (diyalekt), şive, ağız kavramları bilinmiyor olmalı.

 

Bu şekilde hareket edilmesinin 2 sebebi olabilir. 1-Azerbaycan Türklerinden milliyetçi kardeşlerimiz, ‘Azerbaycan müstakil bir devlettir. Dili de kendisine mahsustur. O halde Azerbaycancadır.’ Diye düşünmüş olabilirler. 2- Rusya’nın baskısı…

 

İnşallah birincisidir.

 

Diğer taraftan Azerbaycan’da, kendilerinin ‘Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşı’ olduğunu iddia edenler, ‘Türk’ ve ‘Azeri’ olmadıklarını ileri süren, farklı etnik gruplara mensup insanlar var.  Ayrılıkçı düşüncelerin ortaya çıkmasını önlemek gibi bir zaruret de söz konusudur.

 

Türkçe’yi, ‘Türklerin konuştuğu dil’ olarak târif edenler olduğu gibi, ‘Türkiye’de konuşulan dil’ olarak da anlayanlar var.  Doğru söyleniş; ‘Türk Dili’ şeklinde olabilir mi? Bunun kararını, Türk Cumhuriyetleri üniversitelerinde görevli dilciler, Türkologlar bir araya gelerek verebilirler. Bu güne kadar yapılmalıydı. Yapılamadı. Fakat bu durum bizi, ‘Bundan sonra da yapılamaz.’ Ümitsizliğine sevk etmemeli.   

 

Alfabe konusunda da katı ve lüzumsuz ölçüde ısrarlı olunmayabilir. Türkiye ve Türk Cumhuriyetlerindeki ilim adamları, Latin harflerinin (Latin Alfabesi’nin değil), Latin harflerinin Türk dil, lehçe ve şivelerine en uygun harfler topluluğu olduğunu belirtiyorlar. Türkiye’de kullanılan, ‘Türk Alfabesi’dir; Latin Alfabesi’nden farklıdır. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve diğerleri…, Latin harfli kendi alfabelerini kullanabilirler.

Latin harflerinin Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları tarafından kabulü genel Türk kültür tarihinde elzem olan yeni ve hayırlı gelişmelere başlangıç teşkil edeceğinden şüphe edilmemeli.

 

Bu başlangıç aslında hakîki mânâda bir ‘öze dönüş’ olacaktır. Bilindiği gibi, Türkiye dışındaki Türk devletleri, tarihte kendi alfabelerini kullanmışlardır. Değişiklik, Moskova’nın dayatması neticesinde olmuştur.

 

Türk Birliği’nin gerçekleştirilebilmesi için farklı yazı dillerine sahip olmanın sebebiyet verdiği anlaşma zorluğunu gidermek olmazsa olmaz ilk ve en mühim şarttır.  

 

 

TURAN DUASI

 


Seni, acundan yüce tek 'var' saymışım Tanrı'm

Göğe değen başımı, yere eğmişim Tanrı'm

Ve gönlümde yanına çiçek koymuşum Tanrı'm

Bu sevgiyi sen verdin, bu da benim nazımdır

Korkak kullarca değil, erkekçe niyazımdır

 

Ey Tanrı'm, yüce Tanrı'm

Kat, gücü güce Tanrı'm

Bölük bölük bölündük

Sonumuz nice Tanrı'm?

 

Sensin derdi yaratan, derman olan yine sen

Sensin Türk'ü yaratan, ayrı kılan yine sen

Yüce dağlar birleşir, eğer ki sen 'ol' desen

Dilersen kes hakkımı ekmeğimden, suyumdan

Bu birlik, varlık demek esirgeme soyumdan

 

Kapına durdum Tanrı'm

Yere diz vurdum Tanrı'm

Çek şu kızıl perdeyi

 Bir olsun yurdum Tanrı'm

 

Tanrı'm, şerefim için, namusum, dinim için

Şerefsize bilenen şerefli kinim için

'Ben' dedim ya, andolsun, sanma ki benim için

Ahlaksız çarklar için, saklanmaz farklar için

Şu çakal insancıklar, şu Bozkurt Türkler için

 

Açtım elimi Tanrı'm

Çözdüm dilimi Tanrı'm

Kabul et bu duamı

Arz-ı halimi Tanrı'm

 

Bir gece, ağlar gibi kurtlar uludu dağdan

Gözlerime kan değdi, dokuz yaralı tuğdan

Bir türkü, bir de ağıt kopardım eski çağdan

Türküm umudum olsun, ağıdım yaram olsun

Türküsüz ve ağıtsız gün bana haram olsun

 

Bu acı beter Tanrı'm

Sanmam ki biter Tanrı'm

Belki benden artar da

Neslime yeter Tanrı'm

 

Bizi zulme bileyen bu kutlu güç senindir

Haklı ve yiğit kılan şerefli taç senindir

Türk olmaksa suçumuz, bu soylu suç senindir

Sanma ki bu sorgudur, sen Tanrı'sın, ben kulum

Sen sabırda zenginsin, bense işte yoksulum

 

Dört yanım soru Tanrı'm

Hepsi en zoru Tanrı'm

Soruların zorundan

Soyumu koru Tanrı'm

 

Sen Tanrısın Tanrım, adını yargılatma

Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma

Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma

Kanı bozuk olanlar 'Türk'üm' diyemesinler

Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler

 

Gökçek Tanrı'm, gök Tanrı'm

Sevgisi büyük Tanrı'm

İti kurda baş kılma

Bu ne ağır yük Tanrı'm

 

Şimdi beni ezenler, demek soyumu bilmez

Bozgunun ardındaki mutlak toyumu bilmez

Demek beni bilir de, deli huyumu bilmez

Çin'de kırkbir çeriyle ihtilal yapan kimdi?

Peki o uslanmaz kan hangi bedende şimdi?

 

Şükür ki bende, Tanrı'm

'Niçin'i, sende Tanrı'm

Bugünü de kutlu kıl

Gözlerim dünde Tanrı'm

 

Türkiye benim yurdum, canım kurban bu yurda

Fakat bir dağ az gelir mayası hür bozkurda

Kıralım şu zenciri artık ferman buyur da

Sınırları bozalım, yeni baştan çizelim

 Kendi toprağımızda hesapsızca gezelim

 

Bir ferman buyur Tanrı'm

Dünyaya duyur Tanrı'm

Türk'ü Türk'e kavuştur

Var beni ayır Tanrı'm

Çünkü o gün her ölen

Sadece uyur Tanrı'm

ALİ KINIK