ÜNLÜ KAHİN NOSTRADAMUS'UN KAYNAĞI, İBNİ ARABİ İDİ !!!
Michel Nostradamus, I6.yüzyılda yaşamış bir doktor ve astrologdu.. Kehanetlerini çalışanlar açısından bunlar büyüsel özellikler gösteriyordu:
1950′li yıllara kadar Nostradamus’un dörtlükleri birer deli saçması olarak görüldü. Sonraki yıllarda Onun kehanetleri güncel bilgilerin ışığında uzman dil bilimcilerce yeniden değerlendirildi. Sonuçlar şok ediciydi:
16 yy’da yaşayan Nostradamus 19 yy. icadı olan otomobili, Kennedy suikastini, Nükleer bombayı, kıtalar arası balistik füzeleri, daha pek çok çağdaş bilgiyi bilebilir miydi?
Nostradamus İspanyol Franko’yu, Hitleri, İkinci Dünya Savaşını, bilmişti,. Amerikan kıtasının henüz yeni bulunduğu yıllarda yaşayan kahinin, 21 yy’daki Amerika Birleşik Devletlerini, bilmesi ve bu devletin 2010 yılında bir siyahi başkan tarafından yönetileceği öngürüsü bilimle izah edilebilir miydi.
Yine aynı yıllarda Nostradamus’un kehanetlerinde dillendirdiği gerçeklerin aslında ondan asırlarca önce bir Müslüman tarafında söylendiği iddia edildi. Acaba bildikleri pek çok şeyi Müslüman Alimlerden almış olan Avrupalılar bu konuda da bir müslümanın bilgisini mi aktarmışlardı?
İşte elinizdeki bu kitabın konusu budur. Bu kitap, yaşadığı dönemde gaipten haber vermekle suçlanan Muhyiddin İbni Arabi’nin yazdıklarının Nostradamusa ilham kaynağı olmasının fantastik öyküsüdür.
SAINT-REMY KASABASI
Sorunla karşılaştığında hata yerine çözüm ara.
Ortaçağ çok sıkıntılıydı. Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti olmadığından zor günler pek çok insanı canından bezdirmişti. Engizisyon mahkemeleri adil olarak hizmet vermezken yüz binlerce yoksul insanı haksız yere öldürüyor ve bu boşluktan yararlanmak isteyen bazı kimseler zenginlerin servetlerini ele geçirebilmek için katlediyordu.
Papazlar çıkarları doğrultusunda af dileyen insanların günahlarını bağışlarken ‘Cehenneme gitmeyeceksiniz,’ gibi sözlerle kandırarak ‘Cennetin anahtarını biz vereceğiz,’ diyorlardı.
Bu ortamdan kaçan insanların bazıları Mağrip’e geldi. Aralarında ilme meraklı kimseler vardı ve İslâm âlimlerinin kitaplarından Avrupalıyı ileriye götürecek bilgileri öğrenerek ülkelerine geri döndüler; ama halkı aydınlatmaya çalışırken yakalanıp çeşitli işkenceler görerek öldürüldüler.
Bilime yaşamını adayan pek çok filozof ve bilim adamı yine de her zorluğa rağmen doğruları söylemeye devam etti ve İtalya’da Rönesans hareketi başladı. Zaman içinde ilim ve teknikte ilerleme kaydedileceğine artık Rönesans entelektüelleri kesin gözüyle bakıyordu. İstanbul’un fethedilmesiyle bilim adamlarının İtalya’ya göç etmesi de bu süreci hızlandırırken Arap eserlerinin tercüme edilerek Latinceye çevrilmesi doğru bilgiye çabuk ulaşmanın yolunu açtı.
Rönesans akımı böylece tüm İtalya’yı sardı. Adeta insanlığın yeniden keşfedilmesine öncülük ediyordu İtalyan sanatçıları… Akımın öncüleri bilimin, felsefenin, sanatın yanı sıra edebiyata ve diğer konulara da önem verdiler. Büyük gelişmeler olacağını hisseden kilise yöneticileri ise baskılarını sanatçılar üzerinde artırdı; ama ilim ve sanat adamları çalışmalarına hiç ara vermediler.
Özellikle yeni yapılan mimari eserler İtalya’da farklı bir akım başlatmıştı. Gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu yeni yapılanmada kendini gösteriyordu. Artık sadelik ön plandaydı.
İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’ya yayılacak gibiydi. Fransa’daki heykeltıraşlar yeni akımı anlatan heykeller, Almanya’daki ressamlar dini tablo resimleri, İngiltere’deki yazarlar edebiyat ve şiir alanında yenilikler yapıyordu.

Eski Yunan ve Roma filozoflarının görüşleri İtalya’da yeniden benimsenmişti. Bu da kiliseyi tedirgin ediyordu.
Rönesans akımı yakın zaman içinde kesinlikle sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta çok ilerleme sağlayacaktı. İslam filozof ve alimlerinin kitaplarını kendini ilme adayan insanlar gizli gizli okuyordu. Sanki bir yeniden doğuş başlamıştı. Antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi ve onların sanat ve bilimde ilerlemek için yeniden kullanılması artık tamamen Fransa’ya, İspanya’ya, İngiltere’ye sıçramıştı. İtalya’da ise artık bu kültür iyice kemikleştiği için kilise son derece rahatsızdı.
Bu akımın Avrupa’nın diğer prensliklerine de sıçramasını kesinlikle istemeyen kilise, engizisyon mahkemelerini sıkıştırmaya başladı. Mahkeme bu akımla ilgilenen insanlara işkence etse de klasik öğrenme artık İtalya ve diğer devletler için çok önemliydi; çünkü antik metinlerin tekrardan keşfiyle bir Avrupalılık kültürü doğacaktı.
Bu tür gelişme Burjuva sınıfının oluşmasına neden oldu. Coğrafi keşiflerle zenginleşen Burjuva sınıfı da güzel sanatlar gibi alanlara destek verdi.
Rönesans öncüleri Avrupalı insana dünyanın keşfedilmesi gerektiğini anlatırken kişisel gelişmenin bilim ve sanatla desteklenmesinin gerektiğini söylüyordu. Onlara göre insanın tembellikten sıyrılıp yaşam amacının ne olduğunu bulması amaçtı. İpek Yolu tacirleri de bu akıma destek vermekten çekinmiyordu. Sağladıkları zenginlikleri sanat ve endüstri alanlarına yatırıp yeni iş alanları kurma niyetindeydiler. Rönesans öncüleri ve tacirler artık Avrupa’nın kilise baskısından kurtulup modernleşme çağına geçmesini istiyordu.
Bu gelişmeler yakın zamanda Skolastik görüşün ¹ yıkılacağını kiliseye hissettirdikçe ortalık daha çok karıştı. Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesinin sarsılması bazı kesimlerin hiç işine gelmiyordu. Bu durum Avrupa’nın her yerinde sert fırtınalar estiriyordu.
Fransa da Rönesans rüzgârından nasibini almıştı. Pek çok Fransız sanatçı on altıncı asrın başında İtalyan düşüncesinden hareket ederek edebiyat ve sanat alanında özgün eserler vermişti. Düşünce alanında ikilem yaşayan Fransa’da bu yüzden Gotik anlayış can çekişiyordu. Saray çok karışıktı ve Kilise baskısı her yerde hissediliyordu. Rönesans anlayışı artık halk arasında kabul görmüşken Fransa’nın Saint-Remy kasabasında 14 Aralık 1503 tarihinde Michel de Notredame doğdu.
Günler, aylar, yıllar geçti. İlginç bir çocuktu küçük Michel. Herkes ona Nostradamus diyordu. Beş yaşında olmasına rağmen kimsenin bilmediği şeylerden konuşuyordu. Emeklemeden yürümüş, iki yaşını doldurmadan konuşmuştu. Doğduğu günden beri de sanki yanında hep birileri vardı. Hem de gözle görülmeyen, arada bir kapıları, kepenkleri gıcırdatan ve insanı ürperten çığlıklar atan türden varlıklardı. Bu tüm hane halkını tedirgin ediyordu.
Baba Nostradame çok otoriterdi. Uzun boyu ve endamlı bedeniyle evin içinde yürüdükçe her zaman yer sallanırdı. Evde çocuklarının disiplinli yetişmesi için baskı uygulardı; ama en büyük oğlu Nostradamus bu kurallara pek uymazdı. Özellikle onunla sorun yaşadığında geceleri herkes yattıktan sonra gizemli birileri evin içinde gezinip, şamdandaki mumları yakıp ürkütücü kahkahalar atardı. Evin için tam bir kâbus olurdu ve bunları kimin yaptığı ise büyük bir sırdı.
Baba Nostradame ürkütücü olaylar yüzünden otoritesine dönem dönem ara veriyordu; fakat her şey düzene girince yeniden evde disiplin sağlıyordu.
Nostradamus, doğum gününde babası ile bir sorun yaşadı ve annesi olaylar tekrar başlayacak diye çok tedirgin oldu. Bir saat sonra da kadıncağızın korktuğu başına geldi ve evin içinde tuhaf olaylar oldu. Nostradamus nereye ayak bassa bebek ağlama sesi duyuluyordu. Küçük Nostradamus da yaşadıklarını ifade edemediği için kendini içine kapadı.
Bir gün küçük Nostradamus evden çıkarak göl kenarına geldi. Hava güzeldi ve o yaşadığı sıkıntıları kısmen de olsa unutmuştu. Mavi sular köpürerek kıyıya vuruyordu. Ulu çınarın geniş dalları kıyı kenarına gölge yapmıştı. Tereddütsüz altına uzandı.
Etrafta hoş bir melodi vardı. Dalga sesine ve rüzgârın uğultusuna yapraklarını hışırdatan çınar da katıldı. Hışırtılar rüzgâr şiddetli estikçe göle aydınlık seli gibi boşaldı.
Aradan saatler geçti. Gökyüzü artık kıpkırmızıydı, neredeyse güneş batacaktı. Akşamın soğuğu hafiften kendini hissettiriyordu. Küçük çocuk ateş yakarak uzun süre iri alevlere bakıp ailesini düşündü.
“Ben o evde yaşadığım müddetçe garip olaylar olacak. En doğrusu evden uzaklaşmaktı,” dedi; ama annesini ve kardeşlerini özlediği için ağladı.
Dakikalar sonra yalımları yitiverdi ateşin; artık külleniyordu. Küçük Nostradamus uykuya dalınca rüzgâr üşümesini önlemek istercesine esintisini kesti, göl de ses çıkarıp hiç homurdanmadı, dallardaki kuşlar ise sustu. Sanki her şey Nostradamus’la birlikte uyumuştu. Fakat saatler ilerledikçe küçük çocuğun ailesi o eve gelmediği için haber alamamaktan çıldırdı ve her yerde onu aradılar.
Neredeyse şafak sökmekteydi. Seher yeli gölden, dağın ardından, dört bir yandan esiyordu. Doğa Nostradamus’un içini temizleyip arıttığı için hâlâ tatlı bir uykunun içindeydi. Bir tüy gibi nerdeyse uykudayken uçacaktı; en sonunda güneş ışığının yüzüne vurmasıyla uyandı.
Nerede olduğunu unuttuğundan şaşkın bir vaziyetteydi. Birde üstelik yattığı yerin tozu, toprağı, temizliği sakız gibi gıcır gıcır olan gömleğini mahvetmişti. Babası onu bu halde bulsa kıyameti koparırdı. Karnı çok acıkmıştı; ama eve korkudan hiç gidemezdi artık.

Neyse ki iki gün sonra ailesi küçük Nostradamus’u bulunca herkes derin bir nefes aldı. Babasının otoritesinden çekinen Nostradamus ise bulunduğu günden beri tek bir kelime konuşmuyordu. Sadece kendi kendine mırıldanıyordu. Ailesi bu duruma çok üzülüyordu. Girmedikleri, girip çıkmadıkları hekim kalmamıştı. Kalmamıştı ama hiçbiri de işe yaramamıştı.
En sonunda onu, varlıklı olan babası sarayın başhekimine götürdü. Adam çok bilgili bir doktordu.
“Küçük çocuklar meleksi varlıkları, melekleri görürler, hatta onlarla konuşabilirler. Bazısı bu özelliklerini iki yaşına geldiğinde, bazısı ise yedi yaşına geldiğinde kaybeder. Hiç telaşlanmayın; sizin de çocuğunuzun tuhaf halleri mutlaka geçecektir,” dedi başhekim. “Bu arada çocuğunuza biraz daha sevgi ile yanaşın.”
“Ben çok disiplinli bir insanım, çocuklarımı çok fazla şımartmıyorum,” dedi Baba Nostradamus
“Tavşan dağa küsermiş, dağın haberi olmazmış, der bir atasözü. Bazen anne babalar da çocuklarıyla aynı duruma düşebiliyor. En azından çok otoriter davranmayın, oğlunuz sizin yanınızda kendini güvende hissetmeli.”
“En iyisi onu kendi haline bırakayım ve otorite kuracağım diye sıkboğaz etmeyeyim.”
“Oğlunuz çok zeki bir çocuk. Lütfen kendinizde hata aramayın, bu boşa kürek çekmektir. Hata yerine kendinizde çözüm ararsanız daha kolay yol alırsınız. Unutmayın ki giden arabanın gölgesinde kimse oturamaz. Oğlunuz da büyüyüp halkına bir gün büyük hizmetler sunacaktır.”
Günler geçtikçe baba Nostradamus oğlunun yanında pek bulunmamaya çalıştı; çünkü baskı yaparak tuhaf olayların çıkılmaz bir hale gelmesini istemiyordu.

Bir müddet sonra Nostradamus, korkuyu üzerinden attı ve artık ailesi ile konuşuyordu. Üstelik eskisi kadar da evin içinde gizemli olaylar olmadığından kendi kendine mırıldanmıyordu. Hatta babasının aşırı azametli tavırları kesildiği için Nostradamus’un yüzü gülüyordu. Ama baba Nostradamus’un kendini önemseyişi öylesine pervasızcaydı ki arada bir kendisi hakkında çılgınca iddialarda bulunmadan da edemiyordu.
Zengin bir ailede büyüyen Nostradamus’un yıllar içinde çok kardeşi oldu. O gerçekten çok zekiydi ve bir okuyuşta koca bir sayfayı ezberliyordu. Bu durum da baba Nostradamus’u çok mutlu ediyordu. Hatta diğer çocuklarının da onu örnek almasını arzuluyordu.
Nostradamus on yedi yaşına geldiğinde tam on altı tane kardeşi oldu. Bu yıl lise bitmişti ve hekim ve eczacı olmak istiyordu. Konuyu çekinse de babası ile görüştü. Evladının iyi bir eğitim almasını isteyen adam ise ona tereddütsüz destek oldu. İsteğini hiç ikilemediği için Nostradamus o an babasına ilk defa büyük bir yakınlık duydu.
O gece yatağa uzandığında genç çocuk heyecanlıydı. Bir türlü uyku tutmuyordu. Ateş bastığı için yorganı yarı beline kadar indirerek terli alnını elinin tersiyle silip nefesini havaya doğru vura vura soluk aldı; ama peş peşe soluklar onu yordu ve bir müddet kımıldamadan öylece yattı. Yarım saat sonra ancak uykuya dalabildi.
Gece yarısı iki civarı birinin kendisini dürtüklediği hissine kapılarak uykudan uyanıp gözlerini açtı; fakat bedenini hareket ettiremedi, sadece gözleri hareket ederken karşısında aniden bir adam belirdi. İçerisi loş olduğu için hayal mi gerçek mi gördüğünü anlayamazken adam konuşmaya başladı.
“Bir mum yakayım da beni net gör!”
Nostradamus çok korkmuştu. Kendini koruyabilmek için vücudunu hareket ettirmeye çalıştı; ancak bedeni çok ağırdı ve zorlandıkça bütün kemikleri ağrıdı ve en sonunda debelenmeye çalışmaktan vazgeçti. Korkudan tir tir titriyordu.

“Benimle çocukken defalarca karşılaştın, o zamanlar hiç korkmuyordun,” dedi adam sakin ses tonu ile.
“Hatırlamıyorum sizi,” diye bağırdı tüyleri diken diken olan Nostradamus.
“İki yaşında ilk kez benimle konuştun ve o an algılama biçimin değişti. On yedi yaşındasın ve artık zamanının dolduğunu bilinçaltı düzeyinde bildiğin için geri geldim. Görevim, sana görevini hatırlatmaktır.”
“Zamanım mı doldu?”
“Evet. Belirlenen bir anda, yani şimdi zamanın bitti, hepsi bu!” dedi adam.
“Artık ölecek miyim?” diye sordu Nostradamus yatağında tir tir titrerken.
“Tabii ki hayır,” dedi adam ve birden yok oldu.
Onun gidişi ile Nostradamus’un bütün vücudu eski esnekliğine kavuştu; ancak dakikalarca yorganın içine gömülü durdu. Gördüklerinin hayal olmasını umut ediyordu. Bir ara başını yorgandan usulca çıkardı ve adamın yaktığı mumun hâlâ yandığı gördü. Ama titremekten mumu söndürmeye bile kalkamazken gözlerini yummaya da çekiniyordu.
“Korkulu düş görmektense uyanık yatmak yeğdir,” diye mırıldandı.
Nostradamus uyuyarak tehlikeli bir durum yaratmak istemiyordu, uyumaktansa gözlerini tavana dikmeyi tercih etti; çünkü sonu pekiyi görülmeyen olağanüstü düşün tekrar gerçekleşmesini kaldıramayabilirdi. Ha adam geldi, ha adam tutumturaklı konuştu korkusu ile bir daha karşılaşmak niyetinde hiç mi hiç değildi.

Şafağın sökmesi ile o kendine geldiğinde yataktan kalktı; fakat bir saniye dahi bu odada durmak istemiyordu. Ürperti her yanını sarıp sarmaladığı için yataktan çıkar çıkmaz üşüdü. Hemen sabahlığını eline telaşla alıp aşağı indi.
Evin hizmetkârı Simon şömineyi yeni yakıp mutfağa geçmişti. Nostradamus şöminenin odunlarını karıştırırken her yerin aydınlık olmasını istedi. Salon güneş almadığı için loştu. Çıkan alevden bir mum yakıp koltuğun başına geçti. Sonra sol elinde tuttuğu sabahlığını giyip ateşin başına oturdu.
Günler geçti ve Nostradamus bir ay boyunca odasında korka korka yattı ve kimseyi tedirgin etmemek için ne annesine, ne babasına hiçbir şey söylemedi.
Baba Nostradamus temmuz ayının sonunda onunla uzun uzadıya eğitimi hakkında konuştu ve sohbetin sonunda 20 Temmuz Salı günü Sorbonne Üniversitesi’nde işi olduğunu ve dönüşte Montpellier Üniversitesi’ne uğrayacağını söyledi.
“Senin okula kaydın için ne lazımsa onu öğreneyim. Sonra da kayıt zamanı seninle Tıp Fakültesi’ne gidip kayıt oluruz.”
Nostradamus bu haberle çok mutlu oldu. Ayakları da yerden kesilmişti. Son günlerde yaşamı kâbus olmuştu; ama bu haber yaşadığı tüm sıkıntıları birdenbire unutturdu. Yeni bir hayata başlayacak olması onu bu kâbustan tamamen kurtaracaktı. Gizemli adamın artık geri gelmeyeceği hissine kapılarak yaşadığı sıkıntıları bir anda aklından sildi.
Baba Nostradamus’nin seyahate çıktığı gece Nostradamus birinin onu dürtüklemesi ile uyandı. Ne olduğunu anlayamadan gözlerini açtı ve aynı adamı karşısında görünce nutku tutuldu. Gizemli adam elinde şamdan tuttuğu için içerisi bayağı aydınlıktı; ama gözleri korkudan fal taşı gibi açılan Nostradamus ona yalvaran bakışlarla baktı.

“Benden boşuna korkuyorsun,” diye fısıldadı afacan afacan gizemli adam. Sonra da elini havada sallayıp duvardan bir şeyler çeker gibi geriye doğru çekti.
Derleyen:ÖNCE VATAN GAZETESİ      kaynak:http://www.birazoku.com/kehanetler-ibn-i-arabiden-nostradamusa