Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco’nun “20. Yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı” açıklaması sert tepkilere yol açarken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan da “Bosna ve Afrika’da yaşananların soykırım olduğu kabul edilirken 1915’te Ermenilere yapılanlara soykırım dememek imkânsız” demiş... Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu be Etyen!!! Hadi Ermeni diasporasının bu iftriraları kullanmasının onlar için yaşam iksiri olduğunu biliyoruz da bütün her şey çok açık bir şekilde ortadayken, neye dayanarak bu yorumu yaptın Etyen? Bak, ben de sana bir kez daha söyliyeyim, “bu iftiralarınız, asla ama asla gerçeklerle bağdaşmamaktadır, böyle bir  şey asla olmamıştır.”
Ermeni tarafı Türkiye’ye soykırımı tanıma çağırısında bulunurken insanlığa karşı işlenmiş suçlar için adaletin yerine getirilmesi, tazminat ve rehabilitasyona davet edecekmiş... Zamanın şartları apaçık ortadayken hala bu yalan ve iftiraları sürdürmenin izahı çok zor. O günlerde askerimiz tabiri caizse yedi düvelle tüm cephelerde yokluk içinde savaşırken bir kısım Ermeni vatandaşımız Ruslar’la işbirliği yapıp Ordumuzu arkadan vurmakta ve iç bölgelerde isyan denemeleri yapmakta. Buna rağmen Osmanlı Hükümeti onlara yönelik bir cezai müeyyide uygulamamış.
Müttefikimiz olan ve Ordumuzda Komuta kademelerinde bulunan Almanların tavsiye ve telkinleriyle, cephe hattının gerisinde yerleşik olan Ermeni vatandaşlarını, hem onların can güvenliğini, hem de ordunun iaşe ve ikmal yollarının emniyetini sağlamak amacıyla, savaş mahallinden uzak bölgelere göç ettirmiş. Yol boyunca korumak üzere imkanlar dahilinde muhafız da görevlendirmiş. Fakat, birkısım Kürt eşkiya, yollarda bu kafilelerin yolunu keserek yağmalamış, cinayetler işlemiş. Koruma için görevlendirilen askerler de öldürülmüş. Osmanlı Devletinin  veya Türk Milletinin ne suçu var da 100 yıl geçse bile bitmiyor bu kin...
Gerçek bu kadar açık olmasına rağmen yıllardır aynı yalan ve iftira kampanyaları ısrarla sürdürülmekte. Türkiye Cumhuriyeti, yıllardır arşivlerimiz açık gelin bakın” diye çağrı yapmakta olduğu halde ne gelen var, ne giden!!!  Niyet samimi olmadıktan sonra ne desen boş onlar için.
“Ermenistan, hükümetten ve diaspora kurumlarından, kiliseden, siyasi partilerden, Ermeni derneklerinden temsilcilerin olduğu dünya çapında bir komisyon oluşturdu. Bu doğrultuda kullanım hakkı merkezi bir yapı çerçevesinde belirlenen temsilcilere ait bir pul, logo ve marka yarattılar. kurumlar ve medya üzerinde kitlesel etkisini görebiliyoruz, Ermeni kurumlarının bu yönde bir çabası olmadan büyük basın kuruluşlarında çok sayıda yazının yayınlanmasıyla kendini hissettiriyor. Ermeni soykırımı maddi ve manevi olarak tazmin edilmemiştir. Yeni bir hedef belirlemek için gereken her şeye sahibiz : bireysel ve toplu tazminatlar, Müslümanlaştırılmış Ermenilerin sivil ve siyasi hakları, Başkan Wilson’un hakemliği gibi konuları ele almalıyız.” diyor, Fransa Rhône-Alpes Bölgesel Konseyi üyesi Hilda Tchoboian...“Tanıma değil artık tazminatlar meselesi öncelikli olmalı. Yeni paradigmanın bu olması gerektiğini düşünüyorum.” Diyor, Fransız gazeteci ve siyaset bilimcisi Gaidz Minassian... “24 Nisan 2015’ten sonra Ermeni davası, tazminata yönelik hukuki ve siyasi çabalarına daha da büyük yer verecektir”  diyor,  Ermeni Davası Amerika Komite Başkanı Ken Haçikyan ve daha bir çokları.
Yani tanımak yetmiyor, hemen arkasında tazminat ve toprak talepleri sırada bekliyor. Uluslararası bir saldırı başlattılar. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlementosu, komşu devletler peşpeşe kararlar alıp bu iftirayı tanımamız için baskı yapmaktalar.  Eh artık Cumhurbaşkanımızdan kuvvetli bir “eyyyy..............” çıkışı bekliyoruz. Ve biz de “uyan eyyy Türk uyan...” diyor,
Müttefikimiz, stratejik ortağımız ve BOP’ta birlikte Eşbaşkan olduğumuz ABD Başkanı bakalım 24 Nisan geldiğinde ne cevher yumurtlayacak!!! Çünkü bildiğiniz üzere eyaletlerinin bir çoğunda aleyhimizde kararlar alınmış durumda. İş kaldı Başkanın kabul  edip etmeyeceğine ve Parlamento’nun kararına...
Son sözü İbrahim Okur’dan alıntı yapan Yeniçağ gazetesinden Arslan Bulut’a bırakıyorum: “Yirminci yüzyılın ilk soykırım kurbanları Afrika’da Namibya yerlileridir. Almanlar tarafından sistematik soykırıma uğratılmışlardır. Son soykırım kurbanları Papanın cemaatinden Fransa’nın planlı olarak yaptığı Ruanda ve Orta Afrika soykırımlarıdır. Yirminci yüzyılın ortasında bütün soykırımlarda Papa cemaatinin parmağı ve sermayesi vardır. On beşinci yüzyıldan itibaren soykırım olarak nitelenebilecek her türlü suçun arkasında Papalık ve Hıristiyan devletler vardır. Papa bu gerçekleri biliyor ve düpedüz yalan söylüyor.”