1917 Ekim Devrimi’nin 100.yılı dolayısıyla son günlerde devrim kelimesiyle birlikte Vladimir İlyiç Ulyanov-Lenin’in (1870–1924) adı da sıkça dillendirilmektedir. 1917 Ekim Devrimi ile ilgili uzmanlar da ikiye ayrılmış durumdadır. 1917 yılının Ekim ayında gerçekleşen bu olayı kimisi “devrim”, kimisi “darbe” diyor… Olayın adının ne olduğunun pek fazla önemi yok, ister devrim olsun ister darbe, önemli olan bu olayın perde arkasında yatan gerçeklerdir. Bilindiği üzere bu kanlı girişimin lideri Lenin’dir. İnsanlar öldükten sonra cenaze namazında “bu insanı nasıl bilirdiniz? diye sorarlar. Lenin ile ilgili bana sorsalar, çocukluk samimiyetim ve gençlik heyecanımla “iyi bilirdim” derdim. Ne de olsa ömrümün 26 yılını Sovyet rejimi altına geçiren birisiyim. Sovyetlerde büyüyen çocuklar Lenin’i kendilerini bildikleri andan itibaren tanırlar. Dürüst, çalışkan, zeki, dâhi gibi birçok güzel ve özel vasıfları bir bünyede barındıran kusursuz bir insan, kusursuz bir liderdi Lenin bizim gözümüzde. Lenin’i sorgulamak, kusursuz insan olur mu sorusunu sormak aklımızın ucundan bile geçmezdi. Sorgusuz, sualsiz kabul edilen veya ettirilen bir şahıstı Lenin. Kreş ve anaokulundan itibaren Lenin’i öven, göklere çıkartan şiirleri ezberler, ilkokul-ortaokul yıllarında Lenin’in hayatı ile ilgili hikâyeler okur, rivayetler dinlerdik. Lisede Lenin’in yaptıkları, başarıları (!) ve eselerini tarih kitaplarından okurduk. Üniversitede ise Lenin’in eserlerinin büyük bir kısmını bilmeden sınavlardan geçmek imkânsızdı. Sovyet Dönemi’nde Lenin’in olmadığı bir alan yoktu. Her okulda mutlaka Lenin’in portresi bulunuyordu. Bazen Lenin’in resmi halıya işlenmiş olarak, bazen yağlı boya şeklinde çıkardı karşımıza. Öğretmen olarak çalıştığım kreşte de Lenin resminin halıya işlenmişi vardı, alt kısmına 1870–1970 tarihleri yazılıydı. Belli ki Lenin’in doğumunun 100. yılı için özel yapılmıştı. Her gün duvardaki bu halıya baka baka tarihler unutulmayacak bir şekilde aklıma yazılmıştı. Her şehirde, her kazada, her kasabada, her köyde, hatta en ücra köşelerde bile bir Lenin heykeli vardı. Onun için Sovyet Dönemi’nde yetişen çocuklar Lenin’i “iyi bilir”… 

Bilindiği üzere 1917 Şubat ve Ekim Devrimleri koşulların oluşması sonucunda ortaya çıkan bir olgudur. Devrimin halka ne getireceğini yaşamadan kimse bilemezdi. Ekim Devrimi, Rus olamayan milletler için bir umuttu. Rusya’da Bolşevikler iktidara geldikten sonra milletler konusundaki Lenin’in fikirleri merak konusuydu. Bu bağlamda Pantürkizm’ın babası olarak nitelendirilen siyasetçi Yusuf Akçura (1876–1935) Lenin’in milletler konusundaki fikirlerini öğrenmek üzere 1916 yılında Lenin’le İsviçre’nin Zürich kentinde 4 saatlik bir görüşme yapmıştır. Görüşmeye Aziz Meker (1877–1941) de katılmış, görüşmenin detaylarını 20 Aralık 1917 tarihinde “Lenin ile Bir Mülakat” başlığı altında Tasviri Efkâr gazetesinde yayımlamıştır. Yusuf Akçura ile Lenin’in milletler konusundaki fikirleri uyuşmamıştır. (Kerimullin 1996: 155) Çarlık Rusya’sı Dönemi’nde başta Kazan Tatarları olmak üzere Rus olmayanlara yapılan zulüm, İdil-Ural bölgesi aydınlarının Lenin’in yanında yer almasına neden olmuştur. Bilhassa, “adil düzen” vaadi, “milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayın etme” sözleri Tatar devrimci Mirseyet Sultan Galiyev (1892–1940), Başkurt Türklerinden tarihçi ve devlet adamı Zeki Velidi Togan (1890–1970) gibi önemli isimlerin Lenin ile çalışmalarına zemin sağlamıştır.        

1991 yılında Sovyetlerin çökmesiyle birlikte hiçbir yerde ne bir Lenin resmi ne de bir Lenin heykeli kaldı. Resimler yırtılarak çöpe, heykeller kırılarak çöplüğe atıldı. Çeyrek asırlık ömrüm Sovyetler Dönemi’nde geçmiş birisi olarak günümüz gözüyle baktığımda her şeyin ne kadar yapay, aldatıcı olduğunu şimdi daha iyi anlıyor, yorumlayabiliyorum. Sovyet Dönemi’nde olayları olduğu gibi kabul ediyor, anlatıldığı gibi algılıyorduk. Gözlerimize takılan “at gözlükleri” etrafımızı görmememizi sağlamak içinmiş meğer… Ekim Devrimi’nin Rus olmayan milletlere getirdikleri ve götürdükleri teraziye konulduğunda götürdüklerinin getirdiklerden çok daha fazla olduğunu görürüz.

Lenin bizim tanıdığımız gibi kusursuz bir insan mıydı? 1991 yılının sonunda Sovyetlerin çöküşünden sonra arşivlerin bir kısmının kullanıma açılmasıyla birlikte Sovyetlerin acımasız yüzü tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Arşiv belgelerine bakıldığında Lenin’in adının “terör” kelimesiyle yan yana durduğunu söylemek mümkündür. Lenin’in çeşitli kararlar çıkartarak halka terör uyguladığı belgelerle kanıtlanmıştır. Bolşevikler iktidara gelir gelmez “Sovyetlerde fahişeler olmamalı” gerekçesiyle binlerce kadının idam ettirmesi terörden başka bir şey değildir. Lenin verdiği birçok yazılı emirlerinde “dehşetli ve acımasız olun”, “terörün güç kazanmasını ve yayılmasını sağlamalıyız”, “gizli bir şekilde terör eylemleri hazırlamalıyız! Bu çok önemli ve son derece gereklidir” şeklindeki ifadeler bulunmaktadır. Lenin’in 11 Ağustos 1918 tarihinde Penza komünistlerine yazdığı mektupta şu başlıklar bulunmaktadır:

“Beş bölgedeki köylülerin ayaklanmasından yararlanarak, kulaklarıyok etmeliyiz. Bu devrimin bir gereğidir. Şimdi kulakları silip-süpürmeyi esas görev olarak belirliyoruz. Başkalarına ibret olsun!

1. Kulaklardan, zenginlerden ve kan emicilerden en az 100 kişi asılmalı. Halk arasında asılmalı ki: görsünler!

2. Asılanların isimleri gazetede yayımlanmalı!

3. Asılanların bir tane tahılları dahi bırakılmadan müsadere edilmeli!

4. Dünkü telgrafa esasen rehin alınmalı!

5. Öyle yapılmalı ki, yüz çarkımcivardaki halk dehşetten korkarak titresin, ödü patlasın ve yüksek sesle bağırsın: kan emici kulakları boğazlıyorlar ve boğazlayacaklar.

Söz konusu işlerin yapılışını telgrafla bildiriniz.

Sağlam, eli sert olan insanları bulunuz!” (Gıylecev 1997: 43–44). 

Lenin’in Penza’ya gönderdiği mektuplar bununla da sınırlı kalmamış, o telgraf yoluyla “gevşemeyin!”, “yumuşaklık – cinayettir!”, “kimseye şefkat göstermeyin!” şeklinde emirler yağdırmıştır. Lenin’in acımasızlığı sınır tanımamış: 3 Haziran 1918 tarihinde, eğer İngiltere ve Türk askerlerinin işgal etme tehlikesi ortaya çıkarsa Bakû şehrinin ateşe verilmesini emretmiştir. 

Lenin’in gaddarlığı milletin aydın tabakasını da etkilemiştir. O, fikir sahibi olan eğitimli insanları ülkeden kovma kararı almıştır. Lenin 1922 yılının 19 Mayıs tarihinde, “Hepsini çeşitli taraftan değerlendirip, profesörlerin, yazarların çalışma yılları ile ilgili belgeler toplandıktan sonra ülkeden kovma ile ilgili karar alınmalıdır” demiştir. 17 Temmuz 1922 tarihinde konuyla ilgili Stalin’e yazdığı mektupta şu satırlar bulunmaktadır: “Hiç acımadan yurt dışına sürmeliyiz! Hiçbirisini bırakmadan Rusya’dan kovmalıyız! Yüzer-yüzer tutuklamalı ve nedenini bildirmeden: ‘Kaçınız, efendiler, kaçınız! Tabanları yağlayınız! Biz Rusya’yı uzun süreliğine sizden arındırıyoruz!- denmelidir!” (Gıylecev 1997: 45). Bu bağlamda iki buçuk milyon aydın (!) ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Ayrıca 1921–1922 yıllarındaki İdil-Ural Bölgesi’nde yaşanan kuraklık sonucunda ortaya çıkan kıtlık sırasında depolar tahılla dolu olduğu halde hükümet bölge halkına yardım elini uzatmamıştır. Nüfusun büyük çoğunluğu Türklerden oluşan bu bölgede halkın açlıktan ölmesine hükümetin seyirci kalması Lenin’in emri üzerine yapılan bir girişimdir. 1921–1922 yıllarında sadece Tataristan’da açlıktan ölenlerin resmi sayısı 123.111’dir. 

Ünlü Tatar yazar Ayaz Gıylecev (1928–2002), Lenin’in kanlı eylemleri ile ilgili şunları yazmıştı: “Tarihin bizim dönemdeki kanlı sayfalarının ilk cümlelerini hiç kuşkusuz Lenin yazmış ve çizdiği yoldan sapmadan ilerlemeye davet etmiştir.” (Gıylecev 1997: 45). Sovyetlerin amacı, adil düzen, milletlere özgürlük getirmek değildi. Sovyetler, Rus dilli “tek tip insan” yaratma yoluyla Ruslaştırma siyasetini seçen bir rejimdi. Ne Lenin’in yaptığı terör, ne sürgün, ne de idamlar Sovyetlerin ayakta kalmasını sağlayamadı. Demek ki, korkutmak, sürgüne göndermek, idam etmekle rejimi korumak imkânsızmış. Yaşanan tarih de bunu kanıtlamıştır.  

Çocukluk yıllarımda hayranlık beslediğim, okul yıllarında ona layık olmaya çalıştığım, üniversite yıllarında onun eğitim aldığı bilim yuvasında okumanın gururunu yaşadığım Lenin’in gerçek yüzünü görmek, her şeyin göründüğü gibi olmadığının açık bir göstergesidir. Acıma duygusu nedir bilmeyen, gaddar, zalim bir insanı kusursuz bir dahi olarak sunmak da Sovyet yöntemlerinden birisi olsa gerek…   

Kaynakça:

Gıylecev, Ayaz, Yegez, Ber Doğa! (Haydi, Dua Edelim!), Kazan 1997

Kerimullin, Ebrar, Yazmış, Yazmış… (Kader, Kader…), Kazan 1996.

Kurban, Roza, Biz İdil’den, Ural’dan…, İstanbul 2014.

Kulak, varlıklı Rus köylüsü anlamındadır.

Çarkım, 1,06 kilometreye eşit olan uzunluk ölçü birimidir.

Metindeki tüm çevriler tarafımdan yapılmıştır.

1921–1922 yıllarındaki İdil-Ural bölgesindeki açlıkla ilgili daha geniş bilgi için, Roza Kurban “Biz İdil’den, Ural’dan… 2014, s: 319–328.