Ağladığını duyan biri yoksa ,
ağlamanın manası yoktur artık. 
Gözyaşları kurur.
Güller açar yerine.
Bir tek dikeni sebep olur. 
Yeni gözyaşlarına.
Sebepsiz.

                                             *

"Ölümün var olduğunu bildiğin halde yaşayabiliyorsan,

 Hiç bir şey için korkmana gerek yok" dedi yüreğim.

Ve ekledi.

"Tak kanatlarını, uçma vakti". 

                                               *

İnsan bazen kendisini kuyuya düşmüş şaşkın balık gibi hisseder.  Ne işi vardır orada muamma?  Bulunma sebebinden daha çok içine düştüğü duruma hayıflanır insan. Ne olacak şimdi diye kaygılanır. Güneşin sarısı direkt kuyuya yansıyıp derimi kavuruyordu. Ondan kurtulmak imkânsızdı. Bana ulaşırken izlediği yolda binlerce irili ufaklı toz taneleri yüzüyordu. Tıpkı sürüler halinde dolaşan minik balıklara benziyorlardı. Ama suyu olmayan, derin ve kör kuyuda nefes almaya çalışan, can çekişen, kuyruğunu acı içinde sağa sola çarpan kuru bir balık…

Solungaçlarım ve derim susuzluktan, kavurucu sıcaktan yanmıştı. İstediğim tek şey vücudumu ve içimi ıslatacak bir miktar su…

Uzunca bir süre boş havayı kuyruğumla dövdüm.  Artık bezmiştim. Ellerim debelenmekten tahriş olmuştu. Kendimi sessizliğin içine bıraktım. Giderek sessizliğe gömülüyordum. Güçlükle nefes alıyordum. 

Sessizliğin çığlığı, o an pençelerini açmış kaplan gibi beni parçalamaya hazırdı. Gözü dönmüştü. Kuyunun içine sıkışan hava ve toz zerreleri vücudumu usulca okşuyordu. Yorgun bedenim ölü hayvan gibi ağırlaşmıştı.

Yaralı ellerimi bir kez daha taşa yaslayıp, vücudumu hafifletmeye çalışarak kendimi yukarı ittim. Ama her defasında dövüşü kaybeden güreşçi gibi yere yığılıyordum.

Hayat içinde işte böyle anlar yaşarız bazen. Her şey gözünde büyür. Sen küçülürsün kendi gözünde. Ve dünya kocaman olur. Alt etmeye çalışır seni. İşte o an;

Ölümün var olduğunu bildiğin halde yaşayabiliyorsan,

 Hiç bir şey için korkmana gerek yok" der yüreğin.

Ve ekler.

"Tak kanatlarını, uçma vakti". 

 Sevda kaçsın çayına.