Tabip, hekim, doktor… Tabip ve Hekim sözcükleri günümüzde daha az sıklıkta kullanılıyor olsa da Tababet mesleğini icra eden kişilere eş anlamlı olarak kullanıyoruz bu terimleri…
Doktorluk akademik bir derecenin adıdır. Bu ünvan bütün bilim alanlarıyla ilgili kullanılır. Öğretmek anlamını taşıyan bu kelime licentia doçenti kelimesi kısaltılarak türetilmiştir. Yani öğretme yeterliliği ile ilgili bir kökten türetilmiştir. Yüksek bir akademik dereceyi belirtmek için kullanılır aslında.
Tabip ise Arapça kökenli bir sözcük…
Tıp ilmi veya sanatı diyebileceğimiz alanda uğraşan kişileri tanımlamak için kullanırız.
Ve Hekim…
Hakim, hakem, hikmet gibi kelimelerle aynı kökten gelen, Tababet (Tıp Bilimi)) ile uğraşan kişileri nitelendiren bu terim, bana daha samimi gelmiştir.
Eskilerin deyimiyle ‘’kamil insan’’ denilen, yalnızca mesleği ile ilgili değil,yaşama ve insana dair fani meselelere bakış açısıyla da  bir üst makama geçmiş insanı çağrıştırır dimağımda… Ez cümle Hekim yalnızca teknik bir uygulayıcı değildir…
Kahramanlara ihtiyaç duyan bir milletiz. Bu hususta ezelden evvele gözle görülür, dişe dokunur bir değişim gösteremedik…
Aşkta, savaşta, gündelik sıradan yaşamda,siyasette hatta devlette  kahramanlar yaratma zorunluluğu hissetmiş bin yıllardır bu toprakların insanı…
Bizden başka kaç kültür, kaç halk, ezgisine, ağıtına yaraya, şifa olacağını umut ettiği tabip’i, hekimi ya da doktoru dahil etmiştir?
Türkülerimizde bunca yer bulmuş, ozanların sazına, sözüne, yüreğine Anadolu insanının ağıtlarına,türkülerine, folklorüne harmanladığı başka kaç meslek olmuştur sizce?
Anadolu insanının nakış nakış  işlediği, dilden dile dolaşan ezgilerinden birkaçının sözlerine bir göz gezdirelim…
‘’Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban…’’
Ya da
‘’Tabip sen elleme benim yaramı,
Benden bu ömrümü çalanı getir…’’
Ve ya…
‘’Verdiğin merhemler çare değilmiş,
Boş yere sürmüşsün yarama doktor….’’
Ömür boyu hiç gülmedim
Gül yarar mı bana doktor?
Benzeri nice örneğin verilebileceği  şiirler,ağıtlar,türküler vardır…
Dikkat ettiniz mi sözleri nasıl kavruk? Hep bir meramı var…
Yalnızlık, yoksulluk ve çaresizlik kamil kişiye nakledilmiş…
Merhemin onda olmadığını bilen ozan yine de derdini ondan gayrısına  diyememiş…
‘’Tabip sen elleme benim yaramı’’ diyerek sitemine onu katık etmiş…
Kuzeyin oğlu Volkan Konak sahnede Karadeniz’e has şivesiyle
Doktorlar da bilir mi ciğerün acısını?
Cerrahpaşa’ya koydum ciğerün yarısını…
Vay seni Cerrahpaşa içmem suyundan içmem
Nakaratını tekrar ederken, sitemim yaramdandır demek ister gibi
“Herkesin bir derdi var
 Durur içerisinde…’’
diyerek son vermez mi türküsüne?
Yokluğa, acıya katık edilen türkülerdeki satır aralarında Anadolu insanına bilgece yarenlik eden tabip ve halk nicedir o türkülerde ki gibi değil…
Köy yaşamından kentlimsi yaşama geçiş süreci ile birlikte her  iki tarafta evrildi. Birbirine çokça yüz çevirdi…
Sandık ki; o koca koca gri duvarlar, tekeri kırık sedyeler, kesik idrar kokan tuvaletler, anlamadığı şiveler,insan teri, öfkesi, telaşı içerisinde can çekişen büyük şehir hastaneleri, acil servislerin yığın yığın kalabalığı, insan derdi, kaygısı, ateşi, kanı,kemiği, hoyratlığı, uykusuzluğu içinde hekimlik makamına erişebilir tabip…
Altı yıllık tıp eğitimi, dört yıllık ihtisas, okunan ve okunmak zorunda olunan  nice kitap vardı…Yıllarca hocalarından yediği nice fırça, görüş ayrılığı,hız ile aceleyi karıştırmaktan yorulmuş bir zihni vardı… Çok gençti  elbette. Otorite sağlama konusunda yetersizdi. Saygı görmek istiyordu bunca emeğin, yorgunluğun neticesinde. İnsan ilişkilerinin püf noktası olan nabız ve şerbet ilişkisini kriz anlarında uygulamaya mahir değildi henüz.
Herkesin her şeyi bildiği düzeni ve kapısının önünde ki yığınları gördükçe, sürekli aynı şeyleri tekrar ettiği cümlelerle zaman kaybetmek istemiyor, birbirinin aynısı gibi geçip giden günlerde öfke kontrolünü ve sabrını yaşadıkları karşısında sıkça yitiriyordu…
Mesleğini seviyor olsa da bu insanları seviyor muydu?
Kibirliydi artık …
Yorulmuştu…
Diploma töreninde ki kocaman tebessümleri fotoğraflarda kalmıştı. Anne ve Babası doktor olan arkadaşlarını kendisinden daha şanslı olan  bir azınlık olarak görüyordu… Kimileri içinse düşlediği gelecek bu değildi.Çok daha iyisini hak ediyordu. Yıllarca ders çalışmış, bembeyaz yakalı ailesinin  gönderdiği o anlı şanlı, pahalı kolejlerde okutulmuştu…
Bir an önce bitmeliydi bu paryalık çözümün ne olduğu belliydi… Ya pahalı ve kurumsal bir Özel bir hastaneye geçecekti, ya tası tarağı toplayıp, daha sıkı çalışıp, kendini gerçekleştireceği bir projeyle yurt dışına kapağı atacaktı…
Başarılı Anne ve Babaların yetiştirdiği proje çocuk olmak zordur… Kendi fanusunun dışındakilerle uyum sorunu yaşayan yalnız bir bireye dönüşür bu çocuklar zamanla… Velhasıl her biri bambaşka bir alem bambaşka bir kuşak onlar… Şüphesiz Attila İlhan’ın “Yarın artık bu gündür” eserinde ki Yanıkhan’a yaslı bir kalple giden Doktor Zeynep’i değiller…
“Eşşek gibi bakacaklar!’’diyen bürokratların sözleri de demoklesin kılıcı gibi sallanıyor üstelik  tepelerinde…
Ben bir doktor olsaydım ya da şöyle söyleyeyim çocuğu doktor olmak isteyen bir Anne ve babanın yerinde olsaydım yani ona şunları mutlaka söylerdim…
Şiddetin toplumsal sorunların en başında olduğu bir ülkede her gün tanrılarca lanetlenen Sisifos misali o kayayı tepeye çıkaracaksın!Ve her akşam zirveye ulaşmış olan o kaya yuvarlanarak aşağı inecek… Sen ertesi gün o taşı kan ter içinde o kayanın tepesine çıkaracaksın yeniden.
Onca çabanın boşa gittiğini görmeye mahkum olacaksın belki de…
Sonsuza kadar aynı şeyi yapacak Sisifos olmaya hazır mısın?
Evdeki şiddet önlenmeden toplumda ki şiddet önlenemez… Evde ki şiddetten arındırılmamış toplumun,hayvanları, çocukları, kadınları, doktorları, fahişeleri, aydınları  ve daha nicelerinden gelen şiddet feryatları zamanla giderek yükselecektir…
Bir ipin karşılıklı iki ucunda insan…
Birbirine muhtaç…
Evet her ikisi de o eski tevazu ve Anadolu asaletine sahip olan alçakgönüllü ve temiz insanlar değiller… Bozuk düzen içerisinde evrildiler…
Eğitim ve kültür farklı şeylerdir…
“Hadi göster amcana pipini’’ bir kültür değildir…
“Sen benim kim olduğu mu biliyor musun da…”
Biz de eğitim de bir gösteriş unsuruna dönüştü . “Hadi göster amcana pipini oğlum” söyleminin soyut bir şekline büründü… Derinliksiz ve yüzeysel…
Hayatlapazarlık, bencillik, şiddet, ego, hırs, doğu, batı, kent, köy, kurnazlık, saflık, devlet, iç çatışma, yabancılaşma, gurur, utanç, sorumluluk, sorumsuzluk, merhamet, iyi niyet, vefa, vefasızlık, üslup, insan ilişkileri dersi her şey var o ipin iki ucunda…
Nice meselede olduğu gibi dengeyi bulmak gerek…
Karşında ki önce insan…
Bu hasta açısından da doktor açısından da böyle…
İnsanlar kendilerine toplumsal bir cehennem yaratabilen canlılardır. Ve muktedirler her zaman adil olan kararları vermezler… Bir de günah keçisi geçirdiler mi ellerine yapacaklarına mantığın hududu yetmez… Aklınıza, öfkenize,onurunuza jandarma değil kendiniz mukayyet olun…
Yasalar, ve muktedirler bireysel şiddetle baş edemedikçe toplumsal şiddetin önüne geçilemez…
İşiniz zor…
İşimiz zor…
Sisifos kadar üstelik …