Aaaa… yine şaştık ! 

Teknoloji çağına ayak uyduracağız derken, eğitim, sağlık, din, inanç al takke ver külah, bir de üzerine terör belasını dibimizde yaşarken…

Bir mucize dokunuşla, beyaz bembeyaz oluverdi şehir.

Sadece İstanbul mu, canım Anadolu’mun her bir köşesi, beyaz örtüyü çekti uyudu. 

Tanımını en iyi yapan Jean Jacques Rousseau, Barok Müzik için; “Armoninin açık seçik olmadığı, modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu entonasyonları güç ve hareketi zor olan müziktir” der.

Mimarlıkta ise barok, tuhaftır.

İşte biz de geçen hafta Barok tarz yaşadık.  Armoni net değil, uyumsuzluk hat safhadaydı. Yedi tepeli şehirde kayak yapan da, kartopu oynayıp kardan adam, kadın, penguen yapan da, düşüp kalçasını kıran da vardı.

Mutlu olan da vardı, lanet eden de.

Binlerce personeli-aracı- tuzu yedi yuttu kar. Esaretiyle, bazı yerlerde bir metreyi geçen megakentte okullar da tatil oldu.

Hava ve deniz trafiği durdu.

Havaalanları ,afet bölgesinde toplanmış misali insan manzaralarıyla görüntülenirken, uçaklara izin vermeyen kar ve tipiyle flörtleşti.

Saatlerce akmayan trafikte kimbilir kaç kişi şeker veya kolestrol hastası oldu bilemem.

Sokak hayvanlarından şanslı olanlar iyi niyetli bazı AVM çalışanlarınca, battaniyelerle girişlerde uyurken, vatanlarından kopup gelmiş yüzlerce göçmen, bizim evsizlerle aynı kaderi paylaştı. 

Şehir de herşey vardı.

Market rafları, çürük dişleri dökülmüş sırıtan bir çene gibi bakarken, acaba savaş mı var dedirtti.

3x10 yıl önce böyle büyük bir kar geçirmiş İstanbul bu kadarını yine unutmuştu. Şehir içinde ana yollar sınıfı geçerken ara yollar köy yolu gibi kapandı, sınıfta kaldı.

Karı fon yapıp selfie çekenler, daha sonra fiyatları tavan yapan sebze-meyveyi fon olarak kullanmamakla pişman oldular. 

Kar, gündemi fırlak kalçalı kadın misali savururken, siyaset Barok Müziğin en güç ve hareketlilğini de yaşayarak öbür tarafa savurdu. Enstrümanlar rekabet içinde, atışa atışa bir hal oldu.

Ohal zaten bir hafta önce  uzatılmıştı. 

Allahtan kar, buhali fazla uzatmadı ve elini çekti.

Arkasında çamurları bırakarak, ne haliniz varsa deyip çekip aldı örtüsünü.

Biliriz ki, hanım kızımız İstanbul, konumu dolayısıyla da ani hava değişimlerinin de mekanıdır.

Tarih, İstanbul için dört kar felaketi söyler.

401- 1621-1929 ve 1954

401 yılında Bizans İmparatoru Arkadius zamanında gerçekleşen kar felaketinde denizin yirmi gün boyunca donduğu söylenilmektedir. 

1621 (Genç Osman dönemi) yılında İstanbul onaltı gün boyunca aralıksız kar yağmış, Haliç’in tamamen donmuş, insanlar Üsküdar ile Galata arasını yürüyerek geçmişler.

1929 yılında kar ve tipi bütün Avrupa’yla beraber Türkiye’yi de kasıp kavurmuş., Yollar kapanıyor, kar yükünden ahşap evler çöküyor, insanlar donarak ölüyor, vapurlar çarpışıyor, banliyö trenleri kara saplanıyor, su boruları patlıyor, şehre aç kurt ve yaban domuzu sürüleri iniyormuş.

1954 yılında İstanbul Boğazı birkez daha donarak buz tutmuş. Yaşam durmuş. Tuna Nehri’nden kopup Karadeniz’den boğaza giren buz kütleleri, boğazı kapatmış.

Her nedense, İstanbul halkı kar felaketini hep ilahi bir uyarı olarak düşünmüş. Biz her sonucu Allaha havale ederiz ya.

Benim görüşüm  ki; bu ilahi uyarıdan çok, terörden yanan ruhlarımıza azıcık mola verdirdi…Barok mola…Tuhaf mola…

Bu molada kalsak iyiydi yaa…

Ne demişler;

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…