Şöyle diyor, “T.C. Başbakanı Ecevit, poposunu kanepeye dayayan, ABD Başkanı karşısında, el pençe divan duruyor...” Ben Sn. Ecevit’i, gerek ben DPT’de iken, Başbakanlığı döneminde, gerekse TBMM’de İstanbul Milletvekili olarak görev yaptığım süreçte, yakinen tanıdım. Hayatımda gördüğüm, en zarif, kibar, en nazik, adabı muaşeret kurallarına, tam anlamı ile riayet eden, gerçek bir Devlet Adamı idi. O, fotoğraftaki duruşu, karşısındakine saygı duyan, Devlet Adamlığı tavrına uygun bir harekettir. Eğer, samimi bir görüşme anını yansıtmıyorsa, yapılan hareket, ABD Başkanının saygısızlığını gösterir. Herkes bilir ki, Amerikalılar, rahat, kompleksiz insanlardır. Öte yandan bilinir ki, Sn. Ecevit, öyle alttan almaz, harika İngilizcesi ile karşısındakine haddini bildirir... Hani bir deyim vardır; “Altın yere düşmekle, kadir ve kıymetini yitirmez.” 

Dış politika ve milletlerarası münasebetler, öyle bağırıp, çağırmakla, karşısındakine hakaret etmek, rencide etmekle yürütülmez. Dış politikada, nazik, centilmence, fakat kararlı tutumla netice alabilirsiniz. Aksi halde, sizi kimse ciddiye almaz. Önemli olan Türkiye’nin menfaatlerini korumak, kollamak, sonuç almaktır. Bazen bir devlet adamından randevu alabilmek için, Hariciyecilerimiz, akla karayı yaşıyorlar, zorla alabiliyorlar. Oysa, hep söylenir. Cumhurbaşkanlığı görevini nasıl yaptığını tenkit edebilirsiniz, Sn. Ahmet Necdet Sezer görevi süresince, dış ülkelerden, ısrarla, sürekli davet aldığı halde, çoğunu kibarca reddetmiş, fazla dışarıya çıkmamıştır. Kendi inancına göre, Cumhurbaşkanı, tarafsız, herkese aynı ölçüde mesafeli, partiler üstü olacak, bir partinin genel başkanı gibi hareket etmeyecektir. Dış temaslar, dış politika, hükümetin, en önemlisi, hariciyecilerin işidir. Cumhurbaşkanı, gereğinde bu konuda görev ifa edecektir. Nitekim, Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad’ın vefatında, Dışişleri; “Efendim, cenaze törenine katılmanız iyi olur” deyince, katılmış, büyük itibar görmüştür... İngiltere’de LSE’de, okurken, Tutorum olan Prof. Dr. Goodwin’in, bize öğrettiği, bir hususu hep hatırlarım; Hoca, “Olaylar, canlıyken, yaşanırken, cereyan ederken, devletlerin, yönetenlerin, diplomatların aldıkları kararların, hareketlerin, olaylar sona erdikten sonra, belki de yıllar sonra, doğru, gerekli olduklarının anlaşılması, asıl başarıdır...” Tekraren ifade ediyorum; Herkes dış münasebetleri yönetemez, bu işi diplomatlara bırakmak en doğrudur. Hele, bizim hariciyemiz gibi, en donanımlı, kıymetli, fedakar meslek memurlarından, diplomatlardan oluşan, Bakanlık, başka ülkelerde yoktur. 

Zaman zaman, Hariciye’ye dışarıdan atamalar yapıldığını, nitelikleri uygun olmayan insanların, Büyükelçi yapıldıklarını gözlemliyoruz. Hariciye, Mülki İdare bir kariyer mesleğidir. Dış politikada temel amaç, Türkiye’nin, ali menfaatlerinin, çıkarlarının korunmasıdır. Turgut Özal, ABD ile ilişkilere, işbirliğine büyük önem verirdi. Bir defasında, Avrupa Konseyi Toplantısı’ndan dönmüş, Çankaya’da, kendisi ile görüşmüştük. (Özal, Cumhurbaşkanlığı görevi esnasında, özellikle biz DPT’li, Milletvekillerini, sık sık Çankaya Köşkü’ne çağırır, sohbet eder, fikirlerini söylerdi) Bana, “Selçuk, ne oldu, seni düşünceli görüyorum” dedi. Efendim, Avrupa Konseyi’nde, sürekli, Türkiye aleyhine resolusyonlar çıkıyor, yok Kıbrıs, yok Yunan ilişkileri, yok Kurt Meselesi, Kıta Sahanlığı, Ege Meselesi, İnsan Hakları vs. Biz Türk Delegasyonu olarak, elimizden gelenin fazlasını yaparak, bunları önlemek istiyoruz. Netice de oylama yapılıyor, arkadaş bildiğimiz, bizim lehimizde rey kullanacaklarını ifade eden, diğer ülke delegeleri, karşı oy kullanıyorlar, hayal kırıklığı yaşıyoruz.” dedim. Özal, yanağımı okşadı, “Sen Avrupa’yı boş ver, dünyayı, süper güç olan ABD yönetir, ABD’nin sözü geçer. Amerika ile ilişkiler önemlidir.  Bak, ben Bush ile nasıl, arkadaşlık kurdum. Sık sık, her konuda görüş teati ediyoruz, benden fikirler alıyor... Türkiye, IMF’de, Dünya Bankası’nda, artık örnek alınacak ülke haline geldi. Bunu, ABD’nin desteği ile yaptım... Ben onlara, ben sizden para istemiyorum. Bizimle ticaret yapın, ihracatımızı arttıralım, dedim. Öyle de oldu...” Türk mallarının Amerika pazarlarına girmesi, Özal’la başlamıştır. 

Turgut Bey, ABD Başkanlarının, özel evleri olan Camp David’e davet edilen, en üst düzeyde ağırlanan, yegane Türk Devlet Adamıdır... ABD’de, eve davet fevkalade önemlidir. Bugün ABD dahil, aramızın açık olmadığı kaç ülke kaldı. Türkiye’nin dış politikası, ne haldedir... Türkiye, ihracatının yüzde 51’ini AB ülkelerine yapıyor. Neden AB ile ilişkilerimiz limoni. Dışişleri Bakanı ne yapar. Birisinin gözüne girmek için, ondan daha yüksek dozda neden konuşur... Oysa, Hariciye’nin görevi, bozulan ilişkileri, diplomasi yolu ile düzeltmektir. Biz, ANAP’ta, gerek Özal’a, gerekse Mesut Bey’e, görüşlerimizi açık seçik söyler, bu konuda yanlış yapıyorsunuz, derdik, hiç kızmazlardı... Bak, Türkiye’nin ekonomisi iyi gitmiyor, yüksek ölçekli yatırımlara ve ihracata ihtiyaç vardır. Türkiye, orta gelir tuzağından, 160 milyar dolara sıkışmış, ihracatla bir yere gidemez... Afrika ülkelerinin, parası var mı, her şeyi bizden beleşe almak isterler, kendi ihtiyaçlarımız devasa boyutlara ulaşmışken, her yere yardıma kalkıyoruz. Suriyeliler için harcanan 35 milyar dolarla, ne yatırımlar yapılabilir, istihdam olanakları yaratılabilirdi. 

Hani bir söylem vardır; “Kendi muhtacı himmet bir dede, nerede kaldı ki, gayriye himmet ede”... Bizim, her şeyden önce kendi halkımızın refah, hayat standartlarını düşünmemiz gerekmiyor mu?....