Evet, “Sözde Soykırım” demekle; ne değişir, ne değişmez?.. Kısaca arz edelim efendim: (soykırıma uğrayan şayet “Museviler” ise, (Sözde) sözcüğü derakap kalkar. Yok şayet (Ermeni) ise, o zaman (Sözde) sözcüğü derakap devreye sokulur. Çünkü, “Soykırımı” sözcüğü sadece “Museviler için” geçerlidir ve “Birleşmiş Milletler Teşkilâtı” bu kararı (1948) yılında, yânî (Filistin katliamının gerçekleştiği) 1948’de böyle bir garip karar alınmıştır!.. Evet, “İsrail Devleti”nin kurulup resmen tanındığı (1948) de. Siyonistler; İslâm, Hıristiyan binlerce Filistin Arap’ını kılıçtan geçirmişlerdir. Hem de hiç mi hiç acımadan?!.. Dünya-Kızılhaç raporlarında bütün katliam en küçük detaylarına kadar kayıtlıdır ve kitaplara dahi geçmiş bulunan mezkûr vak’a, buna rağmen pek az kişi tarafından bilinmektedir. Her ne ise geçelim ve konumuza devam edelim!.. Gelelim, “Ermeniler’in -Sözde Soykırımı- meselelerine”. Bu sözcüğün asıl sahipleri yânî (Sözde) sözcüğünün asıl sahipleri Türk olmayıp, zahirde Türk görünmeye gayret eden “Siyaset bezirgânları” böyle bir deyim icat etmişler ve sadece her iki cenahın da yek diğerine karşı sadece kin ve nefret duyabilmesi gayesiyle uygulanmıştır!.. Ermeniler Tehcir bahsinde “Aksor” - “Sürgün” ve “Gıdrum” - “Kesim” deyimlerini kullanmışlar ve hâlâ bu tabirlerle o uğursuz meseleye temas ederler. Yânî, “Soykırımı” tabiri sonradan kullanılmış ve günümüzde bir sözcük daha eklenmiştir: “Sözde Soykırımı”. Esas problem, yânî bir an evvel çözülmesi icap eden problem nedir?.. Soykırım olup, olmadığı mı?.. Evet bu mu!.. Sürgün esnasında; “Karşılıklı çatışmalar ve ölümler olmuştur” ve bunu kimse inkâr edemez. Edilebilecek tarafı yoktur. Ama, tabii ki “soykırım” olmamıştır. Çünkü, “Soykırım” tabiri bir ırkın külliyen ortadan kaldırılabilme hareketine denir ve öyle bir vak’a olmamıştır. Lâkin, aynen söylediğim gibi: “Karşılıklı çatışmalar ve ölümler” olmuştur ve bunları, “İttihat ve Terakki Fırkası”nın çeteleri gerçekleştirmişlerdir. Bütün bu yazdıklarım tamamen belgelerle sabittir ve “Ermenilerin veya yandaşlarının değil”, Tamamı ile Türk Yazarların, Türk Araştırmacıları ile Tarihçileri’nin eserlerinden alınmıştır. Yânî (Sözde) deyimi bu noktada geçerli değildir. Hem de kesinlikle!.. İstanbul’un Hapishânelerinden en azılı mahkûmlar sırf bu sebeple azad edilerek, Anadolu’ya gönderilmiş ve en acımasız şekilde icraatlarda bulunmuşlardır!.. Meselâ: Şerefli bir Türk Subayı ve Tarih Öğretmeni olan merhum, Ahmet Refik Altunay’ın (1880-1937) “İKİ KOMİTE İKİ KİTAL II.-Ermeni Mezâlimi-” serlehvâlı; tartışma götürmez ve belge olma açısından hem sıhatli ve hem de birinci derecede öneme haiz bir belge mahiyeti arz etmektedir. “Sözde Soykırımı, Tehcirde Ermeniler arasında hastalıktan ölenler olmuştur vs.” gibi rahatlıkla fikir beyan edenler, bu bahsini ettiğimiz kitabı lütfen okusunlar ve ona göre hareket etsinler ki, bu tek kaynak da değildir. Yânî daha bir çok böylesine ciddi ve Türk aydınına ait kaynaklar mevcuttur. Şimdi sormak lâzım: Acaba niçin bu kaynaklar lâyıkıyla değerlendirilmiyor da ille de; “Osmanlı arşivleri, Ermeni arşivleri incelensin” vs. denip duruluyor?.. Benim üzerinde durduğum faktör ise ki, hayatım boyunca da duracağım: (Türk Ermenisi korkunç bir muameleye tabi tutulmuş ve yetmezmiş gibi bir de “Vatan haini konumuna” düşürülmüştü. Ve böylece, o menhus ithamla günümüze kadar gelindi!.. İşte benim üzerinde hassasiyetle durduğum bu faktördür!.. Yânî; “hemen herkesin günâhının örtbas edilmesine karşılık, Türk-Ermenisi’nin adının günâh hanesinden hiç mi hiç silinmeden aynen bırakılması. Hem de bu konuda günâhsız olmasına rağmen!.. Dahası şayet kısmen günâhı var ise, hemen herkesin yânî Osmanlı-Türk İmparatorluğu umum tebaasının da birer parça günahı tabii ki olmuştur. Bunu görmezlikten gelmek ise, tamamen hamaset duyguların esiri olmak demektir!.. Türkiye’de bir takım kumpaslar tezgâhlanmakta ve mezkûr tezgâhın en tesirli aracı olarak da “Emeni Tehciri” dolayısıyle Ermeni adı hemen her daim, temcit pilavı misâli tezgahçılar tarafından sofraya getirilmektedir!.. Bu daha ne kadar sürer ve nereye kadar gider? Orasını kestiremem ama, bir şey var ki, o açıkca meydandadır: (Türkiye’de Türk olmayan bir kesim, kafayı iyiden iyiye Ermenilere takmış durumda ve asıl hedefi ise, “Türkiye-Ermenileridir.”) Dolayısıyle bu hususun bilhassa dikkatlere alınması, iyiden iyiye incelenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması elzemdir. Hem de Ermeniler değil, Türkiye adına, Türk Millî Menfaatleri hesabına!.. Çünkü, öyle bir döneme girdik ki, bütün mukaddesatımız, bütün değerlerimiz vs. politik veya maddi çıkarlar adına harcanmaktadır. Hem de aynen bozuk para gibi!.. İttihatçılar Osmanlı-Türk topraklarını; (Beş milyon km. kare iken, yedi yüz seksen bin km. kareye inmesine sebep olduktan sonra.) ülkeye hizmet açısından görevlerini harfiyen yapmış olmanın huzuru (!) içinde, bir Alman Denizaltısı ile anavatanlarından uzaklaşırken, arkalarında sadece trajik bir manzara bırakmışlardı!.. Onların bu hazin gidişlerini buruk bir hicivle dile getiren, Refik Halid Bey, bir devrin acımasız çehresini en âlâ şekilde dile getirmişlerdir ki: Sabahattin Selek Bey’in, (ANADOLU İHTİLALİ) adlı eserlerinin 84-85. sahifesinden aynen aktarıyorum. Daha ne belgesi aranır ki?!.. (İttihat ve Terakki liderlerinin kaçışı üzerine basında çıkan yazıların mahiyetini anlamak için, Refik Halid’in “Efendiler Nereye?” başlıklı makalesinden sadece hitap kısımlarını okumak yetecektir. “Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden: Efendiler nereye? ......................... Tahtakuruları nereye? ......................... Tok kurtlar nereye? ......................... Koca fareler nereye? ......................... Ziyankâr evlâtlar nereye? ......................... Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı Paşalar; damdan dama nereye? ......................... Muhalif mi? Al aşağı. Muharrir mi? Vur başını. Türk mü? Sür ölüme. Rum mu? İste parasını. Ermeni mi? Kes kafasını. Arap mı? Çek ipe. Kadın mı? Gönder eve. Haydut mu? Buyurun köşeye. Külhanbeyi mi? Gelsin yanına. YAHUDİ Mİ? SOR FİKRİNİ. Kalan kimse at sopayı, paraları koy cebine: İşte sizin programınız... ......................... Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye? ......................... Kırk katır mı? Kırk satır mı?.. diye soramadık.” Liderler memleket dışına gittikten sonra, İttihat ve Terakki Partisi kongre hâlinde toplanarak kendi kendini feshetti (14-19 Kasım 1918). Bu son kongrede, siyasî sabıkası bulunmayan İttihatçılarla, “Teceddüt Fırkası” - “Yeni Parti” adiyle yeni bir parti kurulmasına karar verildi. İttihat ve Terakki’nin geçirdiği bu istihale, muhaliflerinin gözünden kaçmamış ve husumeti üzerinden uzaklaştıramamıştı. İttihatçılık uzun zaman, “bir suç ve bir leke sayılacak ve İttihatçılar daima takibata mâruz kalacaklardı.) Yukarıda kayda geçilen kaynak İttihatçılar hakkında ne ilk ve ne de son belgedir. Nitekim daha niceleri bir diğerini takip etmiştir. Ne var ki, günümüzde bir kör hamasetliğin kurbanı nice saplantılı beyin hâlâ onlara birer kahraman (!) gözü ile bakabilmektedir?!.. Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun her daim kötülenmesi ve adeta bir “örümcekler diyarı olduklarının” öne sürülmesi vs. Aslında “İttihatçıların meydana getirdikleri korkunç trajedinin gerçek yüzünü saklayabilme gayesine dayanmaktadır!..” Meselenin en garip tarafı da; (Yahudi tebaanın sadece ve sadece “fikirlerinin sorulması” garabetidir?!.. Demek ki Osmanlı’nın da günümüz Türkiyesi’nin de yegâne beyin takımı “Musevi tebaa olmaktadır” ki, her daim onların fikri alınmakta, hemen her mesele onlara danışılmakta ve de onların çizdikleri plâna göre hareket edilmektedir?!.. Meselâ, son derece enteresandır. Dünya’nın hiçbir yerinde, hemen hiç bir azınlık diğer bir azınlık aleyhinde faaliyet göstermez ve o azınlığın son derece hayati olan bir meselesi, bir başka azınlığın tahkikine ve neticelendirebilme uğraşında dilediği gibi hareket edebilmesine sonsuz bir hak tanımaz. Ama ne gariptir ki, bizim ülkemizde bu haksızlık ve bir azınlığı alçaltıcı işler uygulanmaktadır?!.. Dolayısıyla; şayet nasipse, önümüzdeki hafta da bu noktaya temas edeceğim saygıdeğer okuyucularım. Hepinize mutlu tatiller dilerim efendim.