Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra soydaş cumhuriyetlerle ilişkiler, adeta duygusal bir patlamayı getirmişti. 70 yıllık komünist sistem barajı çökmüş, her ülke bağımsızlığını ilan etmişti. Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığı ile birlikte Türkiye’den bu bölgelere yönelik planlar, projeler ve politikalarda yoğunluk yaşanmıştı. Belki baraj sularının akıntısı altında bazı girişimler sonuçsuz veya hayalci kalmıştı. Ancak bu kapsamdaki projelerden örneğin Türkiye-Kırgızistan Manas Ünirversitesi ile Türkiye-Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi başarıyla bugüne gelmiş, yarına ilerlemektedir. 1993 baharında Türk cumhuriyetleri seyahati dönüşünden sonra vefat eden o zamanki cumhurbaşkanı Özal’ın başlattığı girişimlerin hepsini burada sayamayız. Ancak 1992 yılında temeli atılan birçok işbirliği projesinin üzeri küllendirilmiştir.

20. kuruluş yıldönümünü idrak eden Bişkek’deki Manas Üniversitesi önderliğinde düzenlenen IV. Avrasya Forumu’nda birçok ülkeden akademisyenler “Tarihten Günümüze ‘İpek Yolu’ Algısı: Yaklaşımlar ve Yeni Arayışlar” konusunu tartıştı. Rektör Salahattin Balcı, Türkiye’den gelen davetlilere bu ülke sizden çok şey bekliyor dedi ve bu ülkeden de sizin (Türkiye’den gelenlerin) öğrenmeniz gerekenler var cümlesini ekledi. Sovyetler Birliği ile Rus Çarlığı’nın burada sömürge politikası uyguladığı kesin. Ancak diğer eski Sovyet şehirlerinde olduğu gibi Bişkek’te de planlı bir şehirle karşılaşıyoruz. Yaklaşık 5.5 milyonluk Kırgızistan halkının 700.000’i (her sekiz kişiden biri) Rusya’da, Kazakistan’da, Güney Kore’de ve diğer ülkelerde çalışmaya gitmiş. 2.5 milyonluk başkent Bişkek’te elli civarında üniversite var. Manas Üniversitesi, en itibarlılardan. Üniversitenin Kırgız öğrencileri ülkenin en seçme öğrencileri olup oldukça başarılı iken Türkiye’den gidenler için aynı şeyi söylemek zor. Bununla beraber idealist olanlarla da karşılaştık. 

Şehirleşme tarihi olarak Bişkek’ten daha genç olan Ankara’nın daha 2 milyonluk halini bilmeseydik bu satırları yazmazdık. Ancak Bişkek’in nüfusu mesela beş milyona çıksa da bir başkent, modern anlamda bir kent olarak kalacak şekilde planlandığı her meydandan, bulvardan anlaşılmakta. Halbuki Kızılay’daki bir apartmandan örneğin Çankaya istikametine doğru yapılaşmaya gözattığınızda yakın zamanda büyük bir deprem yaşandığını zannedersiniz. Ülkemizde nüfusu artan şehirlerimizin adeta çağdaş gecekondu çarpanlarıyla büyüdüğünü izliyoruz. Moskova’dan Kazan’a, Bakü’ye Rusya’nın başardığı şehircilik planlamasının bizlere niye uğramadığı merak konusu.

50 yıl önce gerçek bir köy olan Mecidiyeköy’den Okmeydanı’na onlarca yeni ilçe çapında gökdelenler eklenip, yeşil sıfırlanırken bir adım sonraki trafik sorununun hiç hesaba katılmaması, hava kirliliği diye bir kaygının olmaması, en önemlisi mesela deprem durumunda toplanma alanı diye bir kavramın akıldan geçirilmemesi, şehirciliğin sadece rant demek olması, değerli rektörü son derece haklı çıkarmaktadır. Sekiz yıldır ikamet ettiğim, geniş sokaklarıyla memnun kaldığım sakin bir semt durumundaki muhitimde sokakların neredeyse her altı ayda bir kepçelerle yeniden kazılması gerçek bir cinnet sebebi haline gelmiştir. Buna karşın mesela 10 yıl sonra şehirlerimizin kanalizasyon, altyapı gibi sorunları konusunda master planın olmaması, kimsenin de böyle bir şeyi gündeme almaması ülkemiz vatandaşı için acı bir durumdur. 10-20 yıldır aynı şehrin belediye başkanlığını yapan güçlü politikacıların dahi henüz gündeminde böyle bir konu olmadığı bilinmektedir. Her altı ayda bir ayrı birimler tarafından İstanbul sokaklarının kazılmasına, arabaların bu çukurlara düşmemek için cambaz manevraları yapmasına karşın halkın nasıl tepki gösterdiğini soran hocaya doğrusu tatminkar bir cevap veremedim.

Sovyet döneminden alacağımız dersler yanında niçin bu sistemin çöktüğü de tartışıldı. Birçok sebep yanında akademik boyut gündeme geldi. Komünist Rusya doğa bilimleri, matematik, fizik, kimya, nükleer fizik gibi alanlarda batıyla yarışıyordu, hatta bazı alanlarda öndeydi. Fakat sosyal bilimler, ideolojik baskı altında olduğundan bu alandaki araştırmalar nicel ve nitel olarak yok gibiydi. Siyaset bilimi, tarih, uluslararası ilişkiler, sosyoloji gibi alanlar, olabildiğince sosyalizmi övmek, diğerlerini kötülemek üzerine kurulmuştu. Halbuki hemen her batı ülkesinde komünist-sosyalist partiler bulunmakta, bu ideolojiyi öven araştırmalar, yayınlar yapılabilmekteydi. Sosyalist dünyada liberal-kapitalist düzeni övmek mümkün olmayıp, bütün sosyal bilimler, sosyalist ideolojiyi ve yöneticileri övmek, kapitalist dünyayı yermek üzere kurgulandığından yönetim sorunları ile bunların çözümlerini tartışmak, çare bulmak yolu kapalıydı. Gündeme gelmesi suç olan soruna çare bulmak da mümkün değildi. Halbuki batıda tartışmalı boyutları olsa da fikir, ifade, araştırma, eleştiri, basın özgürlüğü aynı zamanda ekonomide, politikada, işletmede muhtemel ve mevcut sorunları zamanında görmek, bunlara çözüm üretmek demekti ki Sovyet sistemi bundan mahrumdu. Devleti korumak üzere getirilen yasaklar aslında onun çöküşünü hızlandırmaktan başka bir işe yaramamıştı.