Sizlerin hiç Arap Bacıları oldu mu? Ya da şimdi olsalar ne güzel olurdu değil mi? Benim olmadı ama çocukluğumda Arap Bacısı olan bir arkadaşım vardı. Onlara gittiğimde ilgiyle izler, yaptığı yemeklerin tadına doyamazdım. Ramazan'da akıllarımıza gelen şimdi artık kırıntıları kalan, birkaç sene sonra bu kırıntıları da kaybolup sadece tarih sayfalarında yaşayacak olan Arap Bacı Kalfaların hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Arap Bacılar, halayıklar, dadılar.. Bu isimler bile onların bir evde ne kadar önemli olduğunu, incelik isteyen işlere verildiğini kolaylıkla anlatabilmektedir.. Bundan 50-60 sene evveline kadar sadece büyük konaklarda, yalılarda, köşklerde değil, orta halli ailelerin konak yavrusu denilen birkaç odalı evlerinde dahi, muhakkak bir Arap Bacı bulunurdu.

Sudan'dan, Habeşistan'dan, hatta Afrika'nın göbeğinden getirilmiş olan bu zenci kadınlar, siyah tenleri ile eski yaşantılara ayrı, hem de çok sevimli, zevkli bir renk katarlardı. Vazifeleri çok çeşitli ve önemli idi bu kadınların. Gayet güzel yemek pişiren bacılar, çocuklara bakan dadılar, orta işleri gören halayıklar, varlıklı evlerin tatlı simalarıydı. Zengin konaklarında bu bacılardan birkaç tanesi bulunur, hepsine ayrı görevler verilirdi. Orta halli ailelerde ise, bütün bu işler tek bir bacıya verilir. Böyle olduğu için de zavallı zenci kadına dur, otur olmaz, bütün gündüz ve geceleri de geç saatlere kadar durmadan çalışıp, ayakta kalırlardı.

"Deryalarda yüzer balıklar,

Bizim bekçi baklava sayıklar.

Arap Bacıyı sorarsanız,

Uykuda pirinç ayıklar.’’

Hele Ramazan'larda Bacıların işleri büsbütün artardı. Her gün en azından 8-10 çeşit yemek hazırlamak, iftardan sonra da sahur yemeklerinin hazırlığına girişmek her zaman onların işi idi. Arap Bacıların ramazan geceleri uykulu uykulu oradan oraya dolaşmaları, sahur pilavının pirincini ayıklarken uyuya kalmaları, hele bazen yemekleri ateşte unutup yakmaları, ev halkında hiddet değil, hoş bir gülümseme yaratırdı. Çünkü Arap Bacılar, evde en sevilen insanlardı. Onlara emektar gözü ile bakılır, belki fazla iş yüklenirdi ama kalplerinin kırılmamasına da çok dikkat edilir, adeta el üstünde tutulurlardı. Onlar da yanı şekilde ev halkını severlerdi. Örneğin, evin kızı gelin olup gidince, öz anne ve babasından daha fazla üzülürler. Ana-babasının üzüntüsü zamanla azaldığı halde bu hisli kadınlar senelerce gizli gizli ağlarlardı.

"Dursune Şirin, nam-ı diğer Bacı Kalfa'dan" bahsetmek istiyorum..

Ayşeciğin dadı annesi, konakların bacı kalfası, küçük hanımların toton koruyucu meleği… Başında beyaz yemenisi, neşeli kahkahası ve günümüzde bir mizah unsuru olarak sıkça taklit edilmeye çalışılan o meşhur Arap Bacı konuşması ile belki de sinemamızın ilk siyahi yüzüdür Dursune Şirin Manisa'lıdır.

1913 Kırklareli doğumlu olan Dursune Şirin aslen Manisa’lıdır. Kökleri Kongo’ya kadar uzanan birisinden Manisa’lı diye bahsedince “Acaba Kongo’nun da Manisa diye bir vilayeti mi var? ” diye düşünmeyin hiç!

Dursune Şirin ailesinin 18. yüzyılda Kongo topraklarında başlayan yolculukları Osmanlı topraklarında son buldu ve o dönemde yurdumuzda yaşayan Afrika kökenli vatandaşlarımızın en yoğun yaşadığı kentlerden birisiydi Manisa.

Yeşilçam’da 1949-1970 seneleri arasında 70’in üzerinde filmde emeği olan Dursune Şirin kaderin bir cilvesi olarak doğduğu ya da nüfusa kaydedildiği gün olan 1 Ocak tarihinde 1972'de hayata gözlerini kapatmıştır. Dursune Şirin aynı zamanda Türk sanat müziği sanatçısı ve kendisi gibi Yeşilçam emekçisi olan İbrahim Şirin’in de annesidir.

Hatırlarsanız bir de Yalancı Arap Bacı “Tevfik Gelenbe” vardı.

Kendisi ne Siyahi, ne de kadındı ama en çok tanınan bacı kalfa tiplemelerinden birisine hayat vermişti. O kadar başarılıydı ki kendisini gerçek kadın zannedenler bile vardı. Belki makyajcı arkadaş bu kadar gelişi güzel boyamasaydı hakiki Siyah zannedenler de olacaktı. Ustayı 2004 yılında kaybettik. Nurlar içinde yatsın…

Arap Bacılarımızı seviyoruz ve saygıyla anıyoruz.

Sağlıcakla ve Sevgiyle kalın..