Bir bilge adam çölde öğrencileriyle otururken "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır" diye sorar. Öğrencilerden biri; "Uzaktaki sürüye bakarım," der, "koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."

Başka bir öğrenci söz alır ve "Hocam" der,"İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."

Bilge adam uzun süre susar. Öğrenciler meraklanırlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sorarlar. Bilge şöyle der:

"Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona kardeşim diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, kardeşim sayabildiğimde anlarım ki sabah olmuştur, aydınlık başlamıştır."

Bilgenin sözüne bakılırsa dünya karanlıkta dönüyor. Bu kadar hırs bunca kin, kıtalar arasında veba gibi yayılırken sanki kıyamet gün sayıyor. Bitmesini umdukça büyüyor kavga. ‘İnsanız Hepimiz’ cümlesinde insanı teselli eden bir hava var. Fakat etmiyor, unutulmuş insanlık. Düşündükçe hatırlayacağız bize ait bu gerçeği. En çok da biz olmayı, ama idrak etmekten çok uzak savaşın sahiplileri.

Karanlığın en koyu anında başlar aydınlık, öyleyse sabahın gelmesi çok yakındır. Gelirde ama masum insanların penceresine kara bir leke gibi gelir. Her yer hala koyu karanlık ve kandır.

Kiminin sabah mesaisine geç kalan işçisini beklerken bir daha hiç gelmeyeceğini anladığında biter aydınlığı. Kiminin de çocuklarını, ailesini kaybettiğinde. Tek suçu savaşın içinde doğmasıdır çocukların. Sesleri duyulmaz geride kalanların.

Peki, şimdi ne olacak? Her şeyin hızla karardığı yaşamda aydınlığı nasıl görecekler? Kan tutan düşüncelerden nasıl sıyrılacak karanlıkta yaşayanlar? Milletine, ırkına, dinine takılmadan, tüm dünya insanlığını kardeş sayıp nasıl sevecek?