Siyasi yorumlar bahsinde en uygun ve ziyade hisse alınabilecek misal; “Yeni-Çerilerin” yozlaşıp, nihayet yoklara kaydıkları dönemdir. 

Siyasi-Tarihçiler, bu dönemin sorumlularını, hiç tereddüt etmeden, “Azınlıklar” olarak işlerler ve bu icraatlarında da en ufak bir vicdan azabı duymazlar ve zaten duymamışlardır da!... 

Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemlerinde Azınlıklar birer kesim “iç düşman olarak” ele alınmış ve de onlara karşı en acımasız şekilde kalem oynatılmıştır... 

Siz ona bakın ki, “kaybeden veya ağır darbe yiyen” hemen her defasında ya İmparatorluk veya Cumhuriyet Devleti olmuştur!... 

Bu niçin böyle olmuştur? Böyle olmuştur çünkü; olsun İmparatorluk ve olsun Cumhuriyet Devletleri; Hakiki düşman veya düşmanlar açık olarak karşılarında iken, onlar kendi yarattıkları hayali düşmanla Servantes misali “Değirmenlerle” savaşmaya da kalkmamış, hakiki manada savaşmışlardır... 

Kime karşı?... Ülkenin asli vatandaşları olmalarına rağmen, yok saydıkları Azınlıklar, daha doğrusu Ermenilerle; gırtlak gırtlağa savaşmışlardır!... 

Niçin Ermenilerle?... Çünkü, her şeye rağmen “Türk ve Ermeni” toplumları yek diğerine karşı samimi ve candan davranmakta ve bu durumdan da “iç ve dış düşmanlar” rahatsız olmaktaydılar ki, hâlâ öyledir: “27 Ağustos 2015 Perşembe”

YENİ-ÇERİ YOZLAŞMASININ GERÇEK ÇEHRESİ

Tarihi “VÂLİDE HANI”nın hemen köşesinde “ÇARDAK-KOLLUĞU” günümüz tabiiyle “Karakol” mevcuttu. Yeni-Çerilerin henüz bozulmamış oldukları dönem içinde; mezkûr Karakol Yeni-Çerileri de “Nizamı temin” bahsinde, diğer Karakollar gibi ve belki de ziyade hizmet sunmaktaydı. 

Velâkin; 

“Devşirme kanununun kaldırılmasıyla” başlayan yozlaşma; hemen her dileyenin “Yeni-Çeri Ocağına” kaydoluşu ile, birlikte başlamış ve kısa zamanda, Ocağın bozulmasında, başlıca rol oynamıştır denebilir. Gerçi daha evvelden içte bazı fraksiyonlar gereken zemini hazırlamış ve sonradan gelenler, işlenecek zemini hazır bulmuşlar ve bu sebeple fazlaca bir zorluk görmeden, isteklerinde muvaffak olabilmişlerdir ama, yine de bu öyle pek kolay olmuştur denemez!... 

XVII. Asrın sonlarında mezkûr Ocak, adeta “haşerat yuvasına” dönüşmüş ve “Eminönü-Çardak Kolluğu” nizamı teminden ziyade, nizamın bozulmasında kesin rol oynamış ve de pek karanlık bir hüviyete bürünmüştür... 

Bu ahvali fırsat bilen: “Hamal, Baldırı-çıplak, Külhani, Maceraperest ve Berduş güruhu”; hemen her nevi melaneti icra edebilecek güce erişebilmiş olduklarından, her hücre kendi payına düşen pisliği rahatlıkla icra alanına sürebilmekteydi... 

Dahası; Yeni-Çeri Ocağı’na kayıtlı olmadıkları halde; kol ve bacaklarına, Yeni-Çeri nişanı dövdürerek, Ocaklılık taslayanları da problemin ayrı bir yönü idi!... 

Tarihçi, Cevdet Paşa’nın kaydettiği iki vaka, (1810-1871) Eminönü mıntıkasının ne yaman bir batağa dönüşmüş olduğunu acı ile anlatmışlardır ki, biz özetini aynen geçiyoruz. Çünkü her açıdan değeri bulunan tarihi bir belge, özelliğine haizdir!... 

(CEVDET PAŞA TARİHİ) cilt: IX. XI. 

(-: Balık-Pazarı civarı öylesine bozulmuştu ki, namuslu bir Hanımın oralardan geçebilmesine adeta imkân kalmamıştı; Günlerden bir gün, yanlışlıkla oradan geçen bir genç hanım, mahallin en azgın serkeşleri durumundaki Hamallar tarafından görülerek, anında kollarına girilmiş ve kaldıkları Han’ın “Bekar-Odalarına” getirmeye kalkışınca, neye uğradığını anlayamayıp şok ile bağırıp, yardım istemeğe kalkınca, civar esnafı topyekûn ayaklanarak, zavallı mağdureyi zor kurtarmışlar ve daha sonra topluca Bab-ı Âli’ye giderek, ilgili makamlara durumu iletmişler. 

Halkın şikayetine kayıtsız kalmayan Hükûmet: İdam dâhil, pek ağır cezalara başvurup: Yeni-Çeri Ağası’na hitaben ve aynı zamanda bütün Yeni-Çeri Zabitlerini, bir Ferman-ı Hümayun göndermişti. 

Ne var ki, bütün bu işlemler boşa idi. Zira, suçlular çoktan kaçarak, birer ine sığınmışlar. Diğerleri ise, sözde Yeni-Çeri, ile onlardan güç alan baldırı-çıplak taifesi olmuştur. 

Mevzubahis rezaletleri devam ettirmekten bir nebze olsun vazgeçmeyip, bilhassa daha da azgın hale gelen bu iblisler; Cinsi-Latif bir yana; bıyığı henüz terlemiş, körpecik Erkek-Güzellerini Han odalarına kapatarak iğrenç emellerine erişebilmişler ve böylece “Irz ve Can” güvenliğinden eser kalmamıştı. 

Ve bu dehşet verici ahvâl, Cennetmekân, Sultan II.Mahmud’un “Yeni-Çeri Ocaklarını külyen ortadan kaldırdığı” o tarihi ve meşhur “Vak’a-i Hayriyye” de İstanbul’un halkı da kayıtsız kalmayıp, “Sancak-ı Şerif”in altında toplanarak, tereddütsüz, Yeni-Çeriler’in üzerine yürümüş ve böylece oluk gibi kan akmıştı: (1826). 

Yukarıda kayıtlara geçtiğimiz o malûm başı-bozukluk esnasında, işlenen bir sürü de “siyasi cinayet” vardır. Lâkin, onların yanı sıra, işlenen ve de büyük hadiselere sebebiyet verebilecek güçte “sevda cinayetleri” de mevcuttur ki, bunların en meşhurlarından birisi, (BALIK-PAZARI CİNAYETİ) adıyla kayıtlara geçmiş bulunan bu vak’ayı özetle sunuyorum: 

MEŞHUR BALIK-PAZARI CİNAYETİ

Saray Kayıkları idmancılarından (Hamalcı) olup, ayrıca, Balık-Pazarı İskelesi’nde Sandalcılık yapan bir “Bostancı-Neferi”, düşüp, kalktığı fahişelerden birisine abayı yakmış ve öylesine yakmış ki, gözü ondan başkasını göremez olmuş... Olmuş lakin, aynı kadına, Balık-Pazarı Hamallarından birisi de abayı yakınca, işin rengi değişmiş ve iki sevdalı arasında meydana gelen bıçaklı kavga esnasında Hamal yenik düşerek, aldığı bıçak darbesinin derin olmasıyla oracıkta yığılıp kalmış. Katil Bostancı neferi ise anında İskeleye bağlı sandallardan birine koşarak, denize açılıp, Boğaz-İçi’ne doğru sür’atle uzaklaşmış... 

Velâkin bu bir kurtuluş çaresi olmayıp, sadece “Kan Davasına” yol açabilecek bir belaya bulaşıldığını hiç mi hiç tahmin edilememiş... 

Nitekim, durumu öğrenen Hamal taifesi, hemşerilerinin katledilmesini asla hazm edemezler ve bu durumun “Kan Davası”na dönmesiyle: Bahçe-Kapusu, Balık-Pazarı Kapusu ve Yeniş İskelesi arasında her ne kadar Sandalcı ırkdaşlarından kimseler var ise, toplayıp, silâhlandırmış ve doğrudan Mavnacı, Gemici, Sandalcı, Bostancı neferlerine saldırtmak üzere harekete geçirmişler. 

Ne var ki, onlar durumu çoktan kavramış ve habercileri tarafından ikaz edilmiş olduklarından topyekûn Deniz’e açılmışlar. “Baskına gelmiş olanlar ise, değil sandal bir tek bot dahi bulamamışlardı...”

Onları bulamadıklarından daha da öfkelenen Hamallar, hınçlarını Balık-Pazarı’ndaki küçük esnaftan alarak, açık buldukları her dükkânı yağma etmişlerdi ki, “Hamallar ve Deniz Adamları” arasındaki bu dehşetengiz “Kan-Davası”nı dönemin Hükûmeti dahi pek zor bastırabilmişti. 

Görülüyor ki, Yeni-Çeri Ocağı’nın yozlaşma dönemi “Devşirme Kanunu’nun kaldırılmasından” sonraya rastlamaktadır. Ne var ki, “Irkçı ve bütünlüğe muhalif” kimseler, dinen azınlıkları her daim iç düşman olarak görmek istemiş ve bu sakat görüş paralelinde propaganda yaparak, Azınlıkları her daim “iç düşman” görülmesini sağlayabilmiştir. 

Peki böylesi bir iğrenç ortam kimlerim işlerine yaramış ve hâlâ yaramaktadır?... Hiç şüphesiz: Türkiye’nin düşmanlarının ve bu sakat kafa yapısı bu yanlışından dönmedikçe de Türkiye’de sular hiçbir zaman durulmayacaktır!... 

Şu an bindiği dalı kesen Nasrettin Hoca’ya benzeyen Türkiye, başını kuma gömmüş, “İç Düşman”(!) kabul ettiği Azınlıkları bir şekilde ülke dışına atabilmenin(!) karmaşık hesaplarını yapmakla meşgul bulunmaktadır!... 

Saygıdeğer okuyucularım! Türkiye’nin yarınlarını düşündüğünüzde, böylesi problemlerin hiç de küçük olmadığını rahatlıkla görebiliriz!... 

Dolayısıyla, olsun Osmanlı ve olsun Cumhuriyet devrinde zuhur etmiş bir çok siyasi olayların gerçek yüzlerini gösteren makale veya fıkralarla Türk veya Ermeni, her iki cenaha da sıhhatli bilgiler aktarmaya çalışacağız. 

Bu satırları yazan bendeniz, menfur akımlar sebebiyle uzun yıllar siyaset mağduru olmuş çileli bir insanım. Her belaya, her iftiraya ve her nevi melanetliğe karşı, tek başıma mücadele hem de; Refikam ve Kızım’ın sundukları candan sabırla ancak ayakta kalabilmeme rağmen, mücadelemden asla ve asla vazgeçmedim ve nihayet Hz.Allah’ın eşsiz inayetiyle günümüze kadar gelebildim!.. 

Bu yıpratıcı mücadeleme, “madden ve manen” destek olan; Hanefi Kayan ve Mehmed Kahraman Beylere her ne kadar teşekkür etsem azdır. 

Hz.Allah her daim onları güçlü ve mutlu kılsın ve bu Aziz Vatan’ı böylesi gerçek vatanperverlerden eksik kılmasın! 

Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir yazımda buluşabilmek umudu ile sıhhatli ve mutlu yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.